Pazartesi, Mayıs 25, 2009
cicibebe
Radyo ODTÜ Sahne Arkası günlerinde tanıştığımız, çok sevdiğimiz, güzel müzik yapan, kafası bizim gibi (yani en azından bir miktar :D) iyi insanların grubu: cicibebe.
Uzun süredir albüm çalışmaları yapıyoruz, devam ediyor, kayıtlar şahane gitti, az kaldı demişlerdi. Sonunda bitmiş gibi kayıtlar, hatta ilk klibi de izleyebilirsiniz sayfadan ama küsmüşler de biraz haklı olarak... Bile bile böyle bir yola koyuldukları için, sağolsunlar hiç olmazsa şarkıları sunacaklar bize... Buyrun ana sayfalarına, klibi izleyin, sonra takip edip ilerde şarkılarını da indirin efendim.
www.cicibebe.org
Cuma, Mayıs 22, 2009
Yeni Rakı - Yeni Seri

yeniseri.com
Ghostbusters 3!!

Bakalım Ivan Reitman ya da Harold Ramis yönetmeyi kabul edecek mi ve çekimlerinin kışa başlaması planlanan film, eskisi gibi tat verecek mi...
Perşembe, Mayıs 21, 2009
Become A Fan: Prague!
You're a fan: Prague.
Sanki memleketimmiş gibi, oraya gidenler sevmeyince onlara suç buluyorum, çok da hoşlaşmadığım birilerinin tanıdığım sokaklarda resimlerini görünce içim acıyor, kıskançlıktan çatlıyorum resmen.
Hiç yaşadığınız şehirleri kişiliklere büründürmeye çalışır mısınız bilmem. Hani Ankara bir insan olsa, karşınıza alsanız mal mal bakar, ne söyleseniz haaaa aaaa daaa der ya; İstanbul, 10 kişilikli bir akıl hastası, gösteriş meraklısı ukala bir imajın altında ezilmiş can çekişen ve ona acı çektirenleri umursamayan yaşlı mı yaşlı aksi bir anneannedir ya sanki... Prag, en yakın arkadaşım gibi gelir bana. Çok mu yaşadın sanki len diyebilirsiniz. Ama, hani arada sırada karşılaşırsınız ya öyle insanlarla, 1 saat yeter, sanki yıllardır tanımış gibi hissedersiniz kendinizi. Yeni gizemlerini keşfetseniz de hergün, kendinizi sınırsız teslim edebilir, anlatabilirsiniz her şeyinizi... Öyle gelir Prag bana, bütün sevdiklerimle paylaşmak ister ama onun gözündeki özel yerimi kaybetmekten korkarım.
Nerden şimdi gece gece... Pis Coleman, hala orada ve bütün ailesiyle, kız arkadaşıyla keyfini çıkardığı için, biraz canım sıkıldı galiba :) hihi
Salı, Mayıs 19, 2009
8mm ve Straight 8
Film çok yeni, kamera çok eski olduğu için, kameranın pozometresi işe yaramadı. Her dakika da Emre'nin pozometresine el uzatamadığımdan, esas çekimler için kullandığımız kameranın ölçümünü kendime uyarlamaya çalıştım. Söylenene göre telecine'de 4stop'a kadar kaldırırmış Vision 3, bakalım ben neler yaptım, beni kaldırabilecek mi :)) Heyecanla sonuçları bekliyoruz...
Bu arada, 8mm'yle ilgili her gün yeni şeyler keşfediyorum. Sadece 8mm'ye ayrılmış festivaller, buluşmalar olduğunu biliyordum ancak bahsedeceğim çok tatlı projeden habersizdim. Buyrun efendim, straight8. Size verilen 1 rulo 8mm filmle, baştan sona bir film oluşturmaca yarışması. Çektiğiniz filmi, direk adamlara geri gönderiyorsunuz, onlar yıkayıp telecine yapıyor ve siz de filminizi ilk defa bütün dünyayla birlikte görüyorsunuz. Tekrar çekme, kurgulama fırsatı olmadığı için de, amatörlüğün ve aynı zamanda iyi planlama ve yeteneğin de üst sınırını zorluyor proje.
Sayfada, seçilen birkaç filmi izleyebilirsiniz. Alışkanlıkların dışında, deneysele de ucundan uzanan kısa filmler ortaya çıkmış yöntem farklı olunca. Enteresan bir tat efendim, tavsiye ederim. Seneye ben de girerim bu arada :D Kazananlar Cannes'da gösteriliyormuş!!! nooohaha :)
Pazar, Mayıs 17, 2009
Coraline
Öncelikle bu sayfaya girmeli ve flash sayfaların başında görmeye alıştığımız yükleniyor uyarılarının en kendine güvenli ve azıcık da ukala olanını görmelisiniz!
Nightmare Before Christmas insanı Henry Selick'in yeni filmi, bol övgülü - hiç ödülsüz Coraline sonunda gösterime girdi. İstanbul'a geldiğimden beri, 11 Şubat'tan bu yana yani, galiba 4. kez sinemaya gittim (evet ironi diye buna denir :D). Çocuklarla dolu bir salonda, burnunuzu ağrıtan ağır bir 3 boyutlu gözlükle ve Türkçe dublajlı izlemek zorunda olmanıza rağmen, kesinlikle ayırdığınız zamana değecek, psikopat/tatlı, ürpertici /çekici, derin/sade ne bileyim işte uyuşmayan yönleriyle bir bütün, hoş bir animasyon bu film. Ve özetle, Pan'ın Labirenti ne kadar çocuk filmiyse, bu da o kadar çocuk filmi aslında...
3 yılda tamamlanan ve yeni kurulan LEIKA isimli şirketin ilk uzun filmi olan Coraline, muhtemelen son filmleri olmaz ve ilerlediğini zanneden, altı boşalan sinema dünyasına, klasik anlatıyla da olsa, ağızda hala tatlı bir hatıra bırakan sinema filmleri yapılabileceğini göstermeye devam edebilirler bu yetenek bombası insanlar...

Cuma, Mayıs 15, 2009
Perşembe, Nisan 30, 2009
Negatife Karşı Dijital
"Why try to emulate film when you can have the real thing?"
kıh kıh
Salı, Nisan 21, 2009
Saraylarda Yaşamaca :)
Anne seni saraylarda yaşatacağım diyen, annesini çok seven çocuklara yönelik. Tipik, anneni ne kadar sevdiğini şunu bunu yaparak göster, en iyi gösteren kazanacak kampanyalarından.
Bir de internet sayfası kurmuşlar, son yılların en uzun internet adresi sanırım :) Reklamlarda dinlediğim anda firefox'a yazarken unutuyordum az kalsın :D
www.senisaraylardayasatacagim.com kıh kıh kıh
Daha uzun isim bulana açığız hocam, Muzo'dan güzel bir adres bekliyorum :D
Çarşamba, Nisan 15, 2009
2009 Blog Ödülleri
http://2009.blogodulleri.com/anasayfa
Bu sayfadan önce kayıt olup sonra mail adresinize gelen linkten onay kodunu girip, sonra da yine aynı sayfadan kategoriler bölümüne ya da direk Alt Sokak bloguna girerek oy kullanabilirsiniz.
Ayrıca yine aynı oylamada, kişisel blog kategorisinde de Muzocan'ı oylarınızla destekleyebilirsiniz.
A.I.C. geri döndü demiş miydim?
Metrobüs Ancak Türkiye'de Böyle Olur
Karşıdan eve doğru gelen Metrobüs, sınırları kalkıp köprüye girince bir gazlandı. Kısacık köprü mesafesi boyunca, önümüzde giden diğer bir Metrobüs'ü solladı!!!!
Öyle şaşırmamış gibi yapmayın. Bildiğin tramvay önündeki tramvayı solladı gibi bir haber bu. Gerçek ve tamamen bize has.
Pazartesi, Nisan 13, 2009
Life On Mars!
"The men and women of New York are a special breed, capable of surviving the urban jungle, but at what price. We've grown accustumed to live in violence, squalor and most of all the acts of depravity both large and small that robs us all of our humanity."
Metropolis

Bugün bir de baktım, yeni şarkılar var myspace'te, hatta epeydir orada muhtemelen ki 1000 küsur kere de dinlenmiş. Vah vah dedim. Bu çağda, hala istediğim bilgiye adam gibi ulaşamıyorum...
Neyse, esas demek istediğim, "Gel Gör Beni"lerinin "Makine"lerinin hastası olduğum Metropolis, yeni solistleriyle, yeni 2 şarkı yayınlamış myspace sayfalarında bir süre önce. Siz de ıskaladıysanız beni, buyrun daha fazla gecikmeyin...
http://www.myspace.com/metropolismetropolis
Pazartesi, Nisan 06, 2009
Metrobüs beni nasıl yuttu...
Bir de doğru yöne giden otobüse geçince bir baktım ki onda duraklar da yazmıyor. Ben nerden bileyim, sonraki durak ne, bu otobüs nereye gider.
Toplu taşımacılığın, hele hele metro zihniyetli sağa sola sapılmayan tek hatlı sistemlerin ana kuralı değil midir, gelen metronun/metrobüsün üzerinde, gideceği son durak yazar. Yani Avcılar ya da Zincirlikuyu. Ama bize gelen ve Avcılar'a giden metrobüsün üzerinde Avcılar-Zincirlikuyu yazıyor. Sanki Zincirlikuyu'ya gidiyormuş gibi bir de!
Bir de yani, elalem sıradan şehir içinde dolaşan otobüslerde, bir sonraki durağın ismini otobüs içinde elektronik tabelada gösterirken, bizim metrobüsün gösterememesi de kazmalığımızın, baştan sağmalığımızın, buldun da *** istiyorsunculuğumuzun en güzel örneği değil midir...
Bu kadar dellenmemin bir başka nedeni de ipod'umun şarjının bitmiş olması ve yanımda okuyacak hiçbir şeyimin olmayışı da önemli bir etkendir. Bir de tabii koca İstanbul'da kendini cücük gibi hissetme halimin devamlı bana hatırlatılışı. O konuya daha müsait bir zamanımda gireceğim efendim, şimdilik deneyimlerimi biriktiriyorum.
Beykoz Devlet Hastanesi

Çarşamba, Nisan 01, 2009
Benim Cam Kırıklarım var...
Guzelce bagajimi karistirmislar. Cam silme bezlerimden birini yere dusurmusler, bir de 2 yil once gobegim icin cektirdigim ultrason'un sonuclarini gorup almamayi tercih etmisler.
155'le gorusup ekip istedim olay yerine. 45 dakika sonra tekrar aradim, aa gelmediler mi diyerek Goztepe karakolunun telefonunu verdiler. Aradim ki, e siz gelsenize diye sevgiyle karsiladilar beni. Sagolsun bir memur abla, cik cik yazik filan diyerek tutanak tuttu. (O sirada evinden kacmis bir kiz da kayip ihbarina istinaden, ben kayip degilim, evden kactim ifadesi veriyordu, onu bir ara ayrica anlatirim). Sonra da kucuk arabacigimi Caddebostan Otopark'ina (8 saati 10 milyon!!!! yuh) cekerekten gece saat 4'te yatagima ulasabildim.
Sonucta olan benim geceme, uykuma ve kaskoma oldu ama saglik olsun. Hic bilmedigim daracik Goztepe sokaklarinda dolastim, polis beklerken sokaktan gecip kirik cami goren birkac amcayla sohbet ettim, birlikte kufurler savurduk, koymadigimiz **** kalmadi :)
Sevgili Istanbul 1 ay bile sabredemedi.
Çarşamba, Mart 25, 2009
"Dahi" anlamındaki Ceza ayrı yazılır
Pazartesi, Mart 23, 2009
Çarşamba, Mart 18, 2009
Disneyland!
Bugün NTV'de Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adaylarından 3 iddialı olanın konuşmalarını izledik Davutla. Böyle, Karayalçın ve Yavaş'ın konuşmaları sırasında, o şeffaflık, kültürel merkezler/planlar vs. dinlerken, bir nefeslik bir süre için, gözümü açıp kapayana kadar, Kızılay'ı arabasız, merkezleri yayaya açık, metroları akıllıca işletilen, bütçeleri halka açık, gülümseyen insanlarla dolu bir şehir canlandı gözümde. Böyle Amerikan filmlerindeki gibi "over-exposed" bir fotoğraf. Sonrasında da, hiçbir şekilde gerçekleşemeyeceğinin bilinciyle muhteşem bir hayalkırıklığı.
Ne yapabilirim ki?
Kafası olan, o adama oy vermez ama... Kimi bir geceliğe, kimi birkaç kilo kömüre, kimi de Disneyland'a gitme umuduna herhalde...
itunes'a alternatif program
floola
İndirmek ve ayrıntıları okuyup kendiniz karar vermek için buyrun.
Ipod'unuza şarkı atıp, Ipod'dan hard-disk'e şarkı kaydedebilen ne azı ne fazlası olan eli yüzü düzgün zahmetsiz bir program. Podcast, fotoğraf, last.fm güncelleme, album kapakları vs. vs. gibi ipod'a ait nerdeyse bütün özellikleri de destekliyor (Ben çoğunu kullanmasam da).
Bir hata aldığımız ve neyseki -en azından benimki- şimdilik sorunsuz çalışan (ve beni de şaşırtan) ipod'umu artık özgürce kullanabiliyorum! :))) Yüzümü kara çıkarmaz inşallah program, bakalım testlere devam...
Pazar, Mart 15, 2009
Bilgisayarı karıştırırken...
Sonra mesela bu fotoğrafı görünce işte yönetmen olarak imajımı bulmuşum ne güzel dedim :D
Bir de "Escape"in provalarından sonra yediğimiz yemekte gelen hesap varmış! Bu bir tesadüf olamaz değil mi :D
Aaay ay. Mutsuz değilim şu anki hengamemden ve işsiz oturuşlarımdan ama, Pisek'te olmak da fena olmazdı hani...
Perşembe, Mart 12, 2009
Alice In Chains dönüyor!

İlk To Bid You Farewell'imi de böyle dinledim, ilk Empty Words'ümü de ya da şu anda ne adını ne nasıl olduğunu hatırlayabildiğim Kreator, Kyuss vb. grupların şarkılarını. Bazen, sadece küçük bir gitar pasajıydı kuzenimin ilgisini çeken, bazen -To Bid You'daki gibi- baştan sona, hatta defalarca, bütün şarkı.
Kimi zaman sıkılırdım bu eğitim saatlerinden, çünkü öncelikle o cd kılıfları içindeki cd'ler asla bitmeyecek ve içerdeki odaya geçip bilgisayarda uçaklar uçuramadan akşam olup yemek saati gelecek diye korkardım. Sonra, onca cd içinden kuzenimin aklına devamlı bir şey geldiği için, şarkıların büyük bölümünü ileri sarma opsiyonuyla dinlerdik, koca bir cd'den toplamda sadece 1 dakika anladığım olmuştur mesela. Ayrıca, bunca bilgi ve müzik yüklemesi bazen de çok gelirdi küçük beynime. Daha bir çocuk sayılırdım ve şimdi olsa iştahla hepsini içime çekeceğim koca bir arşivi birkaç saat içinde hazmetmeye çalışıyorduk. Ne olursa olsun, geleceğim ve müzik bakışım için mükemmel bir şey yaptığımızın farkındaydım, ona şüphe yok ve hayran hayran izlerdim kuzenimi, bunca ismi nasıl aklında tutuyor, bütün gitaristlerin davulcuların hikayelerini nasıl oluyor da biliyor diye. Ben de ilk olarak gidip Maiden'ın ve Queen'in grup üyelerinin adlarını ezberlemiştim sonra...
Aradan yıllar geçti tabii sonra, biz kuzenimle senede 1 hatta 2 senede bir görüştüğümüz için, onun zaten aşmış müzik bilgisi görece çok fazla ilerlemezken, minik benim ufak kafam, her sene bir öncekine oranla 2 kat daha çok bilgi alıyor, hevesle ne bulsam saldırıyor, kuzenim gelip bir şey dinlettiğinde ben onu zaten biliyorum diyebileceğim günlerin hayalini kuruyordum. Pek öyle olmuyordu ama yine de ilerleme kaydettiğim kesindi.
Orta okulda, belki de lisede metal dinleyenler bilirler, belki de herkeste aynı olmuyordur bu süreç ama, ben sert bir şey dinledikçe daha fazlasını arıyor, Bruce'un solo albümlerinden, Overkill'e, Megadeth'e (asla Metallica'ya değil! :D), ordan Slayer'a Death'e gittikçe sınırlarımı zorluyordum. İşte öyle sertlik iştahıyla dolduğum yılların birinde, bir yaz kuzenin evinde buluştuk yine. Ben ona ağzım sulanarak öğrendiklerimi anlatıyor, cd kılıflarındaki adını duymadığım ama aşırı oldukları belli grupların albümlerine ne zaman sıra gelecek diye bekliyordum. Oysa kuzen - benim de sonradan farklı bir şekilde yaşayacağım - müzikte olgunlaşma evresi denebilecek bir dönemece girmişti. Önce iştahımı biraz Death'le doyurmuş, sonra da bak bu adamlara, sert değiller o kadar ama, acı, duygu, umutsuzluk aynı çoğu zaman demişti.
ve sonunda, birkaç konser sonrasında, AIC, yeni albümünü kaydetmeye başladı. Aslında niye bu kadar çok bekledim bu konuda yazmayı bilmiyorum, 2008'in sonunda başladılar çünkü kayıtlara, belki bitirmeyeceklerinden, vazgeçeceklerinden korktum. Ama sonunda, bu Avustralya konserinin küçük videosunu görünce ve dinleyince içim rahata erdi. Evet, artık kesin bu: Alice In Chains geri dönüyor. Orjinal kadro, William Duvall'la ses bularak... Kutlayabiliriz!
AIC Australia Recap
Çarşamba, Mart 11, 2009
"and the ball was square..."
http://www.pongmuseum.com/ sayfasını ziyaret ederseniz, 40. yılını kutlayan oyunun tarihinde ilginç bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Muhtemelen biriyle olmasa bile bilgisayara karşı bu oyunu oynamayan yoktur herhalde...
Özellikle ana sayfadaki, 1969 yılından gelme video izlenmeli!
Salı, Mart 10, 2009
Kurgu
Hemen sarıldım en yakınımdaki kitaba, Pudovkin, Kuleşov, Sokurov ve ov'la biten bir sürü isim daha bir arada. Bu da fazla teorik oldu galiba ama, bakalım sonuç bir şeye benzeyecek mi...

Pazartesi, Mart 09, 2009
Satılık EMG-85 Aktif Manyetik (2. el)
http://www.sahibinden.com/emg_85_aktif_gitar_manyetik_2_el_-78WQQaXQQ12947581WQQpXQQdisplayitem
Montaj için bütün gerekli malzemelerle birlikte postalanıyor ürün, ilginizi çekerse, tanıdığınız birileri sever derseniz kaçırmayın. Fiyatı: 100 TL, vallahi yeni almaya kalksanız 120 dolar'dan başlar :D

Pazar, Mart 08, 2009
Braun Macro MZ 864
Tadaaa!!!
Yeni ve ilk 8mm kamerama kavuştum: Braun Macro MZ 864. Kamera yeni değil tabii ki de :) 1974 yılından kalma, sahibinden.com sayesinde oldukça uygun bir fiyata edindim bu kamerayi ve kucuk bir el isigini ve bir 8mm oynatici projeksiyon aletini.
Pilleri takıldığında en azından motor bölümü düzgün çalışıyor görünüyor ancak sonuçta filmlerin pozlanışı nasıl çıkacak bekleyip göreceğiz. Türkiye'de 8mm, filmler, banyo ve telesine işlemleriyle ilgili yakında daha çok yazacağım ancak şimdilik bu kameraya sahip olan başka birisi daha olacaksı yardımcı olmak adına, teknik özelliklere geçelim.
silent super 8 cartridge
lens: Braun Macro Super Stellar Zoom f: 1.7 \ F: 8-64 mm
focusing: manual, microprism
macro focusing: yes
zooming: auto with 2 speeds and manual
filter size: 62 mm
viewfinder: single-lens reflex with adjustable eyepiece
exposure: auto and manual exposure control; TTL EE, CdS photocell
exposure compensation: +/- 2 f/stops
backlight control: + 1 f/stop
aperture scale: f/1.7 to f/22
CCA filter: built-in 85A filter, with filter switch
filming speed: 18, 24 fps, slow motion (40 fps), single frame
shutter opening angle: 180 degrees
fading: auto fade-in/fade-out
sound: double-system, recording with synchronized tape-recorder
remote control socket: yes
2 cable release sockets: single frame and continuous running
movie light socket: screw type
synchronized flash socket: yes
handle: fixed pistol grip, chamber for penlite batteries
battery checker: yes
power source: 4 x AA bateries \ 2 x PX625 button cells for light meter
external power jack: 6 V DC
weight: 850 g
dimensions: 60 x 195 x 235 mm
tripod socket: 1/4"
made in Japan by Cosina
-----------------Bu bilgi http://www.super8data.com/ sayfasından alınmıştır...
Cuma, Mart 06, 2009
Terminator Salvation Trailer!
5 Haziran'da gösterime girecekmiş yeni Terminatör filmi. Bu fragman pek havalı olmuş. Adamların özel efektlerle, bilgisayarlarla yapabildiklerinin sınırları genişlemeye devam ettikçe, ortaya çıkan işler de bizi havalara uçurmaya devam edecek gibi. Küçücük bilgisayar monitörümden izlerken bile, devasa bir gökdelene bakarkenki heyecanı hissettim içimde :) Ha, efektleri koyarken, efendim konuyu önemsemiyorlar bölümüne hiç girmiyorum, Hollywood zaten ne beklersiniz :p Buyrun siz de izleyin...
Cumartesi, Şubat 28, 2009
Where Did I Lose Your Love?
Aramızda küçümsense de Journey, 2008'in, en çok satan 8. turne grubuymuş. Bu albüm de aradan geçen yıllara ve değişen solistlere rağmen platinyum satmayı başarmış Kuzey Amerika'da. Valla helal olsun. Ne kadar sıradan, bilindik, tahmin edilebilir olsa da, insanın içini titretebiliyor, kalbini hızlandırabiliyor.
Sonra dedim ki içimden, böyle şarkıların kıymetini bilecek, ne kadar geyik olursa olsun 40 Haramiler'e alacak kaç insan kaldı radyomda? Sorun radyoda değil de işte, dönemde galiba. Ne bileyim...
Salı, Şubat 24, 2009
Fenercell!!
Şuraya Fenerbahçe ya da futbolla ilgili en ufak bir şey yazacağım aklıma gelmezdi, ama kader işte :))
Gittiğim ilk reklam setinin sonuçları yayınlanmaya başladı, bugün gördük televizyonda. İşte böyle bir şey olmuş. Çekilenin, yapılanın 100'de 1'i olduğunu ve toplamda 2 saniye kullanılan yandan geniş maç çekimi için, 1.5 saat harcadıklarını da not olarak ekleyeyim. aah ah bu reklamcılar...
Pazartesi, Şubat 23, 2009
Çevirenleriniz Bol Olsun
Yeni bir oyuncak bulmuş polis, herkesin TC kimlik numaralarını telefonlarından bir sayfaya giriyorlar, sonra heralde aranıyor mu vs. onu görüyorlar. Neyseki henüz bir vakam çıkmadı ama bir yanlışlık olsa, çıksa, adam orda beni alıkoymak istese, gece gece o saatte ne bok yerim, hiç bilemiyorum.
Bu arada istisnasız, gece 2'den sonra eve dönmeye çalşıtığım her anda çevirmeye girdim ama öncesinde bir şey olmadı. Belki de belli bir saatten sonra çıkıyorlar ya da ben şanslıyım! Yani neymiş, İstanbul'da alkollü araba kullanmak ya ... ister ya da ara yolları çok iyi bilmek. Ben getiririm arabayı, eve yakın bulduğu ilk park yerine de koyarım abicim. Gerisine karışmam :)
Perşembe, Şubat 19, 2009
İstanbul'da Metro
Pazar, Şubat 15, 2009
"Q" Sırası
The Burning Plain, çok oturaklı yazılmış, harika oynanmış ve bir araya getirilmiş, güzel kurgulanmış akıllı bir dramdı. Meksikalıların yükselen sinemasına güzel bir örnek. Charlize Theron'sa sadece yüzüne makyaj yapıldığı için Oscar kazanmadığını kanıtlar gibi parlıyordu.

Ve son olarak, The Infinite Playlist Of Nick and Norah. Juno'nun açtığı yoldan, akabinde biraz daha para kazanır mıyız gazıyla çekilmiş, sıradan ve uydurma bir gençlik filmi. Bazı izleyenler çok eğlendi, sonunda kendilerine güzel filozofik sonuçlar çıkardı, güzel epey fazla anı olduğunu da yalanlamasam da, 90 dakikaya değmeyecek, Juno'daki hamilelik-annelik-yaşlı adam/genç kız gerginliğinden arındırılmış, çok sıradan bir gençlik aşk filmi diye özetleyebilirim. Gitmeyin.
Esas konuya gelecek olursak, ilk defa dikkatimi çekti, belki daha önce hiç denk gelmediğim için, belki de bende bir terslik olduğu için bilemiyorum ama, AFM Fitaş Beyoğlu sinemalarında aldığım bilet "Q" sırasındaydı. O ne demek abi? Öyle bir harf yok bu ülkenin alfabesinde. Bir de salonun en arkasında olunca o sıra ve arkaya doğru "O"dan sonra 2 sıranın üzerinde harfler yazmayınca, P mi önce gelirdi Q mu diye düşünmek zorunda bile kaldım. Hay anasını satıyim özentiliğimizin...
Pazartesi, Şubat 09, 2009
IWhyShy? Sahnede!

Dediğim gibi, çok sevdim(k) sahneyi, devam eder, arayı soğutmadan yine bir araya geliriz umarım. Fotoğrafların devamı için "buraya" buyrun.

Pazar, Şubat 08, 2009
Milk - ek!
En az izlenen, en iyi film adayıysa, "Letters From Iwo Jima". Listenin devamı için buyrun.
Milk

"California's first openly gay elected official"
Harvey Milk'in 40. doğum gününden yola koyulan bir film Milk, eğer hala duymadıysanız. Gus Van Sant'ın "Mala Noche" ile başlayan sinema kariyerinde, kenara itilmiş, görmezden gelinmeye çalışılmış ama ister kişisel, ister düşünsel, isterse toplumsal düzeyde geri savaşmış insanlar yer almaya devam ediyor filmlerinde.
Amerikalı birçok eleştirmen, sinema yazarı vs., bu filmi 2008'in en iyileri arasında göstermiş. Amerikan izleyicisinin karşısına 28 Ekim 2008'de çıkmış bu film. Kiliselerine bağlı Amerikan halkı ne demiştir bu filme, genelde nasıl bir tepki almıştır bilemiyorum ama ülkemde gösterime girer mi, girerse kimse gider mi, yoksa göz ardı etmeyi tercih mi ederler... cevapları nispeten biliyoruz. Beni direk etkilemiyorsa (ki direk etkilese de sessiziz o ayrı), rahatımı belli bir sınırdan fazla zorlamıyorsa, kapa gözlerini diyen Türk insanı, belki de gidip breh breh nasıl da vurmuşlar adamı göz göre göre diye olayın sonuna hayıflanır...
Güzel film, şahane bir oyunculuk (Sean Penn), Slumdog gibi allı pullu olmasa da, etkileyici bir kurgu. Diğer adaylar arasında En İyi Film Oscar'ını alması pek muhtemel değil heralde ama alırsa da şaşırmamalı.
Cuma, Şubat 06, 2009
Varan Bolu Dağı Tesisleri
Hep o 9 yaşındaki gözlerimle hatırlayacağım bina ve çevresi nerdeyse hiç değişmemişti. Yemeğinizi almak için girdiğiniz bölüm, tuvaletlerin yeri, masaların dizilişi... Ferahlatıcı dağ kokusu taşıyan köpüklü ayran dışında eski havası yoktu ama yemeklerin. Sanki onlar da yarım saatlik bir fark için vazgeçilen doğa güzelliğinden, arkasına bakmadan var gücüyle kaçan insanlığa gücenmişti. Belki de ben küçük yaşımda, dağ yolunun saldığı korkuyla acıkan minik miğdemi doldururken fazla büyütmüştüm bu yemekleri gözümde ama yine de hafif çaptan düşmüş olsalar da bolca peynir rendelenmiş domates çorbası ve pilav üstüne serpilmiş döner parçaları dostça birer edayla selamladılar beni. Ablamın çorbasını iştahla içişi, her tesise adım attığımızda yüreğimde yükselen acaba döner kalmış mıdır heyecanını hatırlattılar bana. Tek sıkıntı, belki diğer firmalarla yarışabilmek için düşen otobüs fiyatlarıyla birlikte darbe yiyen elit imajı korumak için belki de günlük misafir sayısı 10'da 1'ine düşen tesisin masraflarını çırakabilmek için, Varan'ın fiyatları fahiş boyutta sunmasıydı.
Yemek sonrası, alışılmış tuvalet ziyareti de, nerdeyse tamamen anılara kilitlenmek üzere terkedilen bu tesisin o eski filmlerin eski görünmesi gibi, bakımlı olsa da köhnelikten kurtulamadığını kanıtlıyordu. Binadan sıyrılıp birkaç dakikalığına da olsa kendinizi Bolu Dağı ile yalnız bırakmak istediğinizdeyse, uçsuz bucaksız dağ sıralarının ve ağaçların arasında yutulmuş küçük köy evleri yerine, devasa ve ürpertici bir otoyol ve üzerinde süzülen irili ufaklı böcekler dikkat çekiyordu artık. Suyun şorul şorul aktığı, sırf o sudan birkaç gün daha içebilmek için arabada koca koca damacanalarla dolaştığımız günlerden geriyeyse, ince bir parmak kalınlığını geçmeyen bir sızıntı ve zamanında bizim yaptığımız gibi o berrak buz gibi suya akın etmektense, telefonlarıyla beyinlerini zehirlemeye çalışan insanların tamamen ihmal ettiği, görmezden geldiği çıplak bir çeşme kalmıştı geriye.
Kaç defa daha gitsem, hep 9 yaşındaki gözlerimin gördüğü şekliyle hatırlayacağım Varan Bolu Dağı Tesisleri'ni ve Varan molalı İstanbul-Ankara seferlerinde buraya uğramaktan vazgeçmese de, soran olursa eğer, bir hatırlayan, herhalde kapanmıştır yeni geçit açıldıktan sonra diyeceğim, girişteki tabelaya inat. Gülümseyerek koştuğum bir anı olsun orası, kimse elleyemesin, yemekler de eskisi gibi değil yahu diyemesin diye...
Salı, Şubat 03, 2009
Brit Awards!
"Unless you think Coldplay, Elbow, The Verve or Scouting For Girls are better than Maiden live. In which case, may we suggest seeking help..."
http://www.brits.co.uk/vote/
Brit Ödülleri'nin En İyi Canlı Performans ödülüne aday olmuş sevgili Maiden, desteklemek şarttır. Adınızı soyadınızı yazıp bir de mail adresi girerek hemen oy kullanabilirsiniz. Acaba single'ı kim kazanacak... Leona Lewis mi??
Pazartesi, Ocak 12, 2009
Bakış
Çene hafif aşağı, gözler azcık yukarı doğru, hafiften de kafayı yana kaykırtmalı filan mesela...
Cumartesi, Ocak 10, 2009
The Wrestler ve Aronofsky'nin sonu...

Ancak, son bölümde, geleneksel anlatıya o kadar birebir tutunuyor ki, "anti" tarafından diyelim ya da, biraz canımı sıkmadı değil. Evet tamam, yine çok güzel, çok dokunaklı, ama sanki Hollywood'a uygun olsun denerekten kotarılmış bütün film. Senaryoyu Aronofsky'nin yazmayışından da belli aslında. Bir de insanları arkalarından takip eden kamera, sanki bir bilgisayar oyunu tadında, bir süre sonra can sıkabiliyor ve ben anlatıya belirgin bir katkısını bulamadım ne yalan söyliyeyim.
Şimdi de imdb'ye bir baktım, Aronofsky bundan sonra ne yapıyor diye, canım sıkıldı. Micky Ward'un hayatını anlatan bir boks filmi var önce 2009'da, ardındansa Robocop tekrar çevrimi!!
Pi'nin, Requiem For A Dream'in, Fountain'ın asi yönetmeni, yola gelmiş sanki. Herkesi kendilerine uyduruyorlar demekki onlar bir şekilde. Ya da yaşlanmaya başladı belki "yaratıcı" yönetmenimiz.
Canım sıkıldı bak şimdi...
Neyse konuya dönersek, The Wrestler güzel hatırlanacak kesinlikle ve Mickey Rourke başta olmak üzere birilerine Oscar da getirebilir. Ama filmin en güzel yanı, 80'lerin hair metal'iyle süslenmiş olması. Ve o kadar güzel bir sahneye o kadar güzel bir diyalog yerleştirmiş ki yazar ya da yönetmen:
"80s were the best shit ever man! Then that Cobain pussy had to come around and ruin it all!"
Hell yeah!! hahaha
Pazartesi, Ocak 05, 2009
Siz de girin...
Sağda solda gezmekten Türkiye'deki gerçekleri unuttu heralde. Bir basbakan halkıyla böyle de dalga geçmez ki...
Cuma, Ocak 02, 2009
Aday
Her şeyi geçtim, en basitinden hadi, şehri günlerce haftalarca susuz bırakmış, sonra çıkıp bir de dalga geçmiş şu adamı, yalancı olduğu televizyonda kanıtlanmış yüzsüz adamı... pes yani...
Vallahi yine seçecekler...
ks!!!
Perşembe, Ocak 01, 2009
Issız Adam

Gitmeyen son 2 kişi olduğumuza inanarak salona girdik bugün İpek'le. Çantamda tuvalet kağıdı bile hazırdı foşur foşur ağlarsak diye!! ekşisözlük alıntısıyla, inanılmaz detaylarıyla koltuğuma mıhlanırım diye bekledim durdum devamlı, ama olmadı.
Sinema öğrencilerine dış sesin kötü kullanımı için örnek olarak gösterilmeli bence bu film. Ya da yönetmen adaylarına, kendi zevklerinizden bahsedecekseniz, nasıl yapmamalısınız derken bir hoca bu filme atıfta bulunabilir. Dijitalle çekseniz daha kolay olmaaa mı ehuhuehuehee diye kalırsınız yoksa öyle ortalıkta, oyuncunuzu da rezil edersiniz filan denebilir mesela. Sonraa sonra sonra, klişeler?? Evveet, klişeler...
Neyse, sonuçta birçok güzel anı da yok değildi. Ölesiye nefret etme durumu yok yani, ama koparılan kıyamete değer mi, bu filmi izledim de bir şey kazandım mı gibi soruların cevapları malum ne yazıkki. Bir tek, neden sevgilimin yüzüne bakıp bir hikaye yazamıyorum anasını satiyim, yamukluk bende mi acaba diye bir duygusuzluk, kendinden tiksinme oluştu. Yazarken ne güzel oluyor di mi, sonra çekince bir garip duruyor... tüh
Nasıl başlamıştık bu yazıya, evet, iki sevgili arası diyalog yazma dersi için çok uzaklara değil, Amerika'ya bakınız, buyrunuz Linklater abimiz ve "Before Sunrise / Before Sunset".
Çarşamba, Aralık 31, 2008
Dreaming Of You...
Bir cuma akşamı saat gece 9'da ortaya çıkmış bir fikir. Hafta sonu boyunca çekilmiş ve takip eden günler içinde de kurgulanmıştır.
Kamerayı kullanan ben bu işi ilk defa yaparken, bu versiyonda kurguyu yapan ben de yine ilk defa AVID kullanmışımdır. Hataları şimdiden görebilmekteyim (özellikle kurgudakileri) ancak düzeltmekle uğraşmaktansa daha güzellerini çekmeyi temenni ediyorum :D Color Correction'ınsa ne işe yaradığını yavaş yavaş uygulamaya geçirmeyi ümit ediyorum :)
Orjinal kurguyu Coleman yaptığı için hiçbir jenerik vs. koymadım sonuna ama merak edenler için,
Oyuncular:
Jeremy ....... Eirik
Maria .......... Yia-Wei
Ekip:
Yönetmen... Coleman
Senaryo....... Eirik
Hikaye......... IFS 2008 in Pisek
Görüntü Y.. Vefik
Ses............... Riccardo
Yön. Ass...... George
Teşekkürler
Jana Privetiva, Antonio Riestra ve tabii ki FAMO :))
Tam ekran yapmanızda fayda var efendim, iyi seyirler...
Coral - Dreaming Of You (by IFS in Pisek) from Vefik Karaege on Vimeo.
Güneşle aram yok...
Salı, Aralık 30, 2008
Blindness

Bir köşeye kıvırıp atması, Hollywood tüccarlarınca da aşağılanması pek kolay bir film Blindness. Amerika'nın en itibarlı film "yorumcu"larından Roger Ebert 1.5 yıldız verip, hayatımda izlediğim en absürd filmlerden biriydi derken, vazgeçemediğimizin "kültür"ünden neden tiksindiğimin de bir kanıtını daha sunuyor aslında...
Bir başyapıt olduğunu düşünmediğimi de ekleyerek devam edeyim o zaman...
Fernando Meirelles, José Saramago'nun romanını görselleştirmek için çıkmış yola. Bütün dünya, ilk hastadan başlayarak kör olmaya başlıyor ve salgın bütün dünyaya yayılıyor. Tek bir insan hariç. İlk hastalananların kapatıldığı bir karantina bölgesinde kocasının yanında kalmayı tercih ediyor bu kadın ve daha sonra da distopya dinamikleriyle sürüp gidiyor film.
Tahmin edeceğiniz gibi filmin bütün olayları, 1 kişi hariç kimsenin göremediği de göz önüne alınırsa düşünsel bir boyutta ilerliyor. Böyle bir romanı görselleştirmek de hakikaten * ister. Meirelles ve görüntü yönetmeni bunu başarabilmiş mi? Tam not vermek zor. Parlak beyazlar, devamlı odak değiştiren çekimler, elde taşınan kameralar, tutarsız renkler vs. filmin stilini düşüncesinin önüne koyuyor kimi zamanlarda. Bu da muhtemelen filmin en büyük eksisi. Ayrıca, birçok gereksiz sahnenin var olduğunu da düşünüyorum, hikayeye bir şey katmayan yani. Görmeyen insanların yaşamlarını devam ettirme yolları vs. de ayakları yere basmama sınırını biraz aşabiliyor kimi zamanlarda...
Ancak,
Blindness, görsel olarak haddini biraz fazla zorlamış, güzel bir düşünsel yolculuk bence. Dünya üzerindeki herkesin birden kör olduğunu düşünün, şu anda değer verdiğimiz şeylerden geriye ne kalır? Para? Mücevherler? Elektrik? Kıyafetlerimiz? Silahlar? Güzellik!? Sürünen insanlarını öylesine güzel bir pislik ortasına atıyor ki yönetmen, geniş açı şehir çekimlerinden dolayı da ayrıca tebrik etmek gerekli yapım ekibini.
Ayrıca, körler diyarında görebilen tek insanın kadın oluşu hikayeye tamamen farklı bir boyut katıyor (hiçbir eleştirmen bu konuda bir görüş ortaya atmamış olsa da). Erkek iktidarının paramparça oluşu, açlıktan ölme sınırında dolaşan bir grup insanın ahlak ve gurur anlayışlarının ulaştığı nokta, korkaklıkları, güçsüz ve zavallılıkları, din adamlarının toplumsal olarak gelinen durumda, eski düzeni tekrar kurmaya çalışmaları ve tabii ki hırs, aç gözlülük, güç ihtirası vs. vs. Hepsine ve daha fazlasına ayıracak yeterince zamanı var filmin.
Gören ve affeden tek kişi olarak, kadının mesihsel bir duruşu da yok değil. Ancak neyseki bu fikir de filmin ilerleyen bölümlerinde güzelce akıldan uzaklaştırılıyor. Gerek önce kendini doyuruşu, gerek sadece yanındaki birkaç kişiyi kurtarışı ve gerek sondaki şüphesi/korkusu...
Daha iyi görselleştirilebilir miymiş Blindness, belki de. Daha bariz olmadan ve bulanık da anlatılabilirmiş belki. Ancak bu haliyle bile, birçok izleyiciyi kaçıracak, korkutacak ve sıkıntıdan boğabilecek bir film bu ve Meirelles'in Hollywoodumsal yaklaşımını da unutmamak lazım. Ancak, üzerine bir şeyler yazdırabilecek oluşu bile yeterli bence. O güçsüzlüğü, zavallılığı, acizliği ve ihaneti görmek... Meirelles'in tablo güzelliğinde sahneleri yok belki ama, filminkini olmasa bile başka bir dünyayı (ya da kurulmuş yapay düzenimizi) düşünmeye sevketmek izleyeni. 2 saat alıp götürüp sonra aynı yere koymaktan daha iyi bir fikir sanki.
Cuma, Aralık 26, 2008
Ev hali... Kanal
Wajda'nın "Kanal" isimli filmini izledim mesela geçen gün. Polonyaca'nın Çekçe'ye yakın olduğunu söylerlerdi ama aradan birkaç da kelime kapınca olay iyice netleşti. Bir de dvd'nin ekler bölümünde bir röportaj vardı, çok anlamlı geldi bana.
Wajda'nın daha 2. filmi bu ve 2. Dünya Savaşı sonlarında yaşamaya çalışmış Varşova direniş hareketinin sona ermek üzere olduğu bir dönemi anlatıyor. Adından da anlaşılacağı gibi, kanallar ya da kanalizasyonlarda geçiyor büyük bölümü ve bir grup direnişçinin hikayesini parçalara bölünmüş bir yöntemle anlatıyor. Yani 3 ana karakter ya da 3 ana yol var filmde. Wajda da, yanına 2 tane genç yardımcı alıp (adına Assistant Director denen cinsten) çıkmış yola. Güzel ve anlamlı olan yanı, Wajda ben yönetmenim ben bilirim demeyip, bu 2 gençten yaratıcı fikirler istemiş devamlı ve 3 hikayeden 2'sini bu gencecik insanlara (yardımcılarına) bırakmış.
Amcayla yapılan röportaj 2003 yılından, tonton tonton "böylece onlar da bir şeyler öğrenip, ilerdeki yönetmenlik kariyerlerine güzel tecrübeler kattılar" diyor.
Az bulunur herhalde böyle yönetmen. Her şey garip bir iktidar mücadelesi içindeyken, adamın kendi gücünü paylaşması ve daha önemlisi öğretmek-eğitmek istemesi, epey az görülür herhalde...
Filmin çekil(ebil)me hikayesi de anlatmaya değer ama uzatmayayım, olağan rejimin çekilmesini istemediği filmlerden, bir şekilde kendini Cannes'da bulmuş ve Jüri Özel Ödülü'nü bir başka henüz yıldızı dünya çapında tam parlamamış yönetmenin filmiyle paylaşmış, "Yedinci Mühür"le. Ne günlermiş... Şimdi Cannes'a Scorsese filan gidiyor, peh peh...
Çarşamba, Aralık 24, 2008
Bu da benim yolculuğum...
19 Aralık cuma, 07.00 - kalkılır.
Koca bavul ve bir yığın eşyayla yola 07.45'te Pisek'teki evden yola çıkılır. Erkenden varılır otobüs durağına ve güzelce 08.30 otobüsüne binilir. Saat, 10.00 civarı Prag. Ardından, 10.45 civarı Prag Havaalanı.
13.45'teki uçak için 3 saatlik bekleyiş başlar, üstüne THY 15 dakika gecikme anons eder ama 25 dakika geç kalır ve sonunda İstanbul'a yolculuk başlar.
Sonra 17.25 gibi İstanbul. 19'dadır THY Ankara uçağı ama saat 20.15'ken ancak uçaktaki yerler alınır. Bir de kalkış sırası beklenir uçaklara yetmeyen Atatürk Havalimanı'nda ve 20.25'te 1.5 saat gecikmeyle yola çıkılır. Yani bir 3 saat daha kaybolur. Yol yaklaşık 1 saat sürer. Yani, havaalanından bir araba kiralayıp, yola düşsem yaklaşık olarak yakın bir zamanda Ankara'ya ulaşabilirmişiz denir...
Türk Hava Yolları'na tekrar teşekkür edilir. Gelirken de giderken de hayal kırıklığına uğratmadığı ve her seferinde öyle ya da böyle rötarlar yaptığı için...
I Wish I Didn't Love You...

... or loved you much more.
L'eclisse'den minik bir alıntı.
Eski zamanlar borsasında geçirdiği 20 dakikaya yakın ara bölümüyle biraz dikkatimi dağıttı, yalan yok. Ama son 5 dakika...
Pisek'teki senaryo hocamız sevgili Jeremy anlatmıştı, Kubrick her filmin 3 kilit anı olduğunu söylemiş. Geçmişte izlediğiniz bir filmi düşündüğünüzde aklınıza gelen ilk sahne, onlardan biri olurmuş benzeri bir yaklaşım yani. İşte o 5 dakika, L'eclisse için kilit anlardan biri olarak kalacak bende...
Cuma, Aralık 19, 2008
First Day Of The Rest Of Your Life!
Pazar, Aralık 14, 2008
Merak edene...
Çarşamba gününe kadar bu soruyu erteleyip sonra da çekmeye karar verince de dünyam birbirine girdi doğal olarak.
Asla, hiçbir yapımı son dakikayı sıkıştırıp aceleye getirmemek lazımmış mesela. Özellikle kamera başındaki adamla her şey çekimlerden önce kesinleştirilmeli. Aptalca bir iktidar kavgası var çünkü bu iki insan arasında: yönetmen-görüntü yönetmeni. Bir şekilde onun dediği oluyormuş gibi yaparak, istediğim her şeyi edindim sonuçta ama, garip bir insan ilişkileri yumağı durumu söz konusuymuş onu öğrendim. Muutlaka filmin her bir karesi için ne istiyorsun onu bilmek gerekiyormuş ve de. Ben pek hazırlıklı olmadığım için, bazı bölümlere üstün körü dediğimiz yöntem hakim oldu mesela.
Aslında bütün bunların toplamında, tamamen gönüllü bir kısa film çekimi için birinci şart, %100 gönüllü yani aklını bu işe vermiş bir ekip gerekiyormuş. Eğer ordaki insanlar, bitse de gitsek diyorsa ve bunu söylemiyor, bitirip de gidivermeye çalışıyorsa, işleri toparlamak hiç de kolay değilmiş.
ve tabi en önemlisi, o filmi çekmeyi o kadar çok istemeliymiş ki insan, karşısına çıkan bu ve benzeri 100 tane şeye göğüs gersin ve emaaaan demesin. Benim gibi yapmasın yani :)
Neyse, öğreniyoruz. Daha çok var öğreneceğimiz ama kitaplarda yazmıyor tabii ki hiçbiri. Yani yazsa da görmeden, denemeden, göt olmadan anlaşılmıyormuş. İyi oldu... Daha iyilerini yaparız inşallah ilerde :))
Perşembe, Aralık 11, 2008
Pinhani
1. albümlerini o kadar seviyordum ki, 2. albüme alışmam belli bir süre aldı kabul, ama şimdi üflemeliler olmadan bir Pinhani düşünemiyorum. Ya da, "Ne Guzel Guldun Bana", "Sirasi Degil", "Yansin" olmadan bir Pinhani konseri...
Hey maşallah, bir döneyim Ankara'ya ilk iş bir Pinhani konseri bulacağım!
Çarşamba, Aralık 10, 2008
Çapkınlar nasıl yakalanır!!!
Ntvmsnbc'de çıkan saçma haberlerin hastasıyım!! :D Neymiş efendim, görüntülü telefonlarda, uygulanacak yazılım sayesinde arka plana istenen resim konabilecekmiş, orada olmayan insanlar oradaymış gibi görünebilecekmiş karşı tarafın ekranında.
Olduu, karşı taraf da aptaldı çünkü :)
Eğer imac'lerin "efsane" programı photo booth mudur nedir ondaki gibiyse bu uygulama, süper sakil duracağı ortada. Arkaya hareket etmeyen insan fotoğrafları koyup, sevgilim, toplantıdayım baaak, diyince neler olacağınıysa bizzat görmek istiyorum :))
Ay allaaam, kesin Jobs'un fikridir bu!!! :p Programı satın almak için 50 dolar vermek gerekiyor ayrıca onu kurmak için de ek bir 50 dolar daha gerekiyordur kesin iphone'larda...
Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde...
Cuma, Aralık 05, 2008
Oyuncu macerası...
Neyse, geldiğimiz şu son noktada bütün ümitlerimizi burada kalacağım son hafta sonuna çevirmiş durumdayım. Elden bir şey gelmiyor. Bu haftanın da nasıl hızla aktığını anlatamam. Her günü mesai gibi geçirdik prodüktörümle :) Sabahtan bir umut birkaç yerle konuşup, sonra da fos çıkan hayaller... Her gün tekrar tekrar yok olmadı diyip, sonra dur yahu bir de şunu deneyelim diye gaza gelmeler...
Tabi işler sarpa sarmaya devam etmek zorunda olduğu için, oyuncu ararken kameramanı kaybettik, başka işi çıktı filaaaan falan...
Çarşamba, Kasım 26, 2008
Twitter'a kızdım, hasta oldum, müzik değiştirdim...
Neyse, esas konu bundan ayrı aslında. Çok az zamanım kaldığı için biraz canım sıkılıyor uydurmasyon kısa filmimin çekimlerine. Aradığım oyuncular liseli gençlik olduğu için telefonda konuşamıyoruz, mesaj atmam gerekiyor filan...
Bir de bunların üzerine hasta oldum cumartesi günü. Yani daha doğrusu hastalıkla sağlıklı olmak arasında gidip geliyorum. Savaşıyor vücudum maşallah ama o sırada olan kafama oluyor. Baş ağrılarım dinmiyor, ateşim hep belli bir seviyede dolanıyor (sanki).
Durumlar böyle olunca ben de ne yapayım, acıların müziği, blues dinlemeye başladım. Birkaç haftadır resmen ellerim kaşınıyordu zaten, şu itunes'a gireyim de biraz şarkı satın alayım diye!!! Öyle yani, aldım, devamlı mızıka çalıyormuşçasına dolaşıyorum ortalıkta :)) kıh kıh
Salı, Kasım 25, 2008
AVID kullandım!!!
Dün hard-disk'e aktarma işlemlerini AVID'le yaptım. Okulun bir AVID Work Station'ı var (böyle mi deniyor bilmiyorum :D) Daha önce sadece 1 tam gün, aptal bir tutorial izlemiştim, ama basit anlamda bir şeyler yapılabiliyormuş bu kadar bilgiyle de... Bilgisayara geçirdikten sonra, kendimize kopyalamak için biraz beklemek zorunda kalınca, ben de küçük bir örnek kurgulamaya çalıştım, yani AVID kullandııım!! :D kıh kıh.
Amaan, bu Blogger video şeyi, 16:9 gösteremedi, uğraşamayacağım şimdi, ama anladınız siz normalde nasıl göründüğünü :D
Bu sahne bir barmışçasına geçiyor. 10 saniyelik bir bölüm kurguladım sadece ve nasıl bir şeye benziyor merak edenlere diyerek koyuyorum buraya. Mekanımız aslında bizim mutfağımız. Mutfağın normal hali de şöyle :) Işığın ve kameranın mucizesi işte...

Cuma, Kasım 21, 2008
Yeni oyuncak...

Çek Cumhuriyeti'ne geldiğimden beri hayallerimi süsleyen olay sonunda gerçekleşti :) Görüntü Yönetmeni hocamız, pek takdir ettiğimiz Mr. Riestra, okuldaki koordinatörümüzü ikna ederek, bize güzel bir JVC kamera kopardı. Onunla birlikte, kasetler, mikrofon, boom, kablolar, filtreler vs. yani bir çekim için gereken önemli elemanları da toparladı. Işıklarımız yok belki ama, onlar için de evdeki bir takım kaynakları kullanıp bir şeyler yapmaya çalışacağız.
2 ayın sonunda ilk defa kamerayı elliyor olmak güzel bir duygu, ne çekeceğimize dair henüz net bir fikrimiz olmasa da :) İşte yeni oyuncak bulmuş bir çocuk olarak ilk fotoğraflarım :D Bakalım çektiğimiz şey sonunda birilerine göstermeye değer bir hale dönüşecek mi...

Salı, Kasım 18, 2008
RTE CERN'DE!
www.ntvmsnbc.com.tr'den alınmıştır aşağıda gördüğünüz fotoğraf (Kimin çektiği yazmıyor kusuruma bakmayın, AA diyelim). Çekenin eline sağlık :) İronik bir Türkiye anını daha ölümsüzleştirmiş...

Haberin devamı için, http://www.ntvmsnbc.com.tr/news/466220.asp
Cumartesi, Kasım 15, 2008
Yazarken dinlenen grubun/albümün, yazılan şeye etkisi
Kimbilir hangisi daha iyi fikirdi...
Çeklerin tren ağı
Bizim tren ağımızla karşılaştırmak isteyenler için, şöyle bir haritalarını koysam yeterli olur sanırım...

Cuma, Kasım 14, 2008
Howard TV
tiksindim...
Amerika'nın en pahalı radyo insanı olması ya da tarihin en önemli radyocuları arasında olması, programın rezalet olması gerçeğini değiştirmiyor ne yazıkki. O yardımcısı zenci kadının araya girmeye çalışıp beceremeyip nohaha diye kahkalar atışı, herkesin üst üste manyak gibi konuşması, Stern'ün konuklarını tokatlayan hızla konuları değiştirmesi, sansürsüz olacağız diye durup dururken günde kaç kere zitişiyorsun diye aptal sorular sorması... Bu zekice ya da dinamik filan değil, bariz boktan programcılık. Çok ünlü olduğu için kimse bir şey diyemiyor olabilir, fanatikleri filan da olabilir ama, benim izlediğim kadarıyla rezalet bir program sunuyor...
Bu neyi değiştirir, bundan size ne ya da ben niye yaziyorum buraya hiçbir fikrim yok :D
Çarşamba, Kasım 12, 2008
Winamp'in shuffle'ı
Vallahi ellemiyorum :) itunes'un shuffle'ına 5 basar!! ;) hahahaha
Ne demişler, yalan dünyaya geldim diye, unuttum sanma düşleri de... :D Seviyoruz "gecegece"yi. Hadi aklıma gelmişken bir kez daha:
http://www.myspace.com/gecegece
Salı, Kasım 11, 2008
Krep, mısır...
Aldığım tarifler doğrultusunda eksiltili olarak yani kabartma tozunu unutarak krep yaptım bugün hiç de fena olmadı. Hemen tarifini yazayım kısaca,
1 yumurta, 2 çorba kaşığı zeytin yağı, 1 bardak un, 1 bardak süt ve 1 çay kaşığı kabartma tozu...
Bu kadar basit, güzelce çırpılacak, sonra önceden kızdırılmış tavada pişirilecek.
ve ayrıca geçen gün Tesco'da dondurulmuş mısır buldum. Koçanıyla, tam mısır yani. Aaa diyip aldım, az önce de onu yedim ve inanılmazdı! Dondurulmuş ürünlerden hep nefret etmişimdir ama bu mısır, böyle yumuşacık ve bal gibi tatlıydı. Bizim mısırlar gibi, bittikten sonra koçanını fışp fuşp diye emecek kadar güzel değildi tabii ki ama yine de fena değildi...
ve dün 2. kestane denemem de fiyaskoyla sonuçlandı. Nasıl bir insan kestane pişirmeyi beceremez demeyin. Suda biraz çok bekletmişim galiba, fırında da biraz uzun süre unutunca bir açtım kapağı... Tostun arasından akan kaşarlar gibi, kestanelerin kenarlarına açtığım minik yarıklardan kestaneler akmış :D hihi yapış yapış rezil bir şey oldu, yarısını bile yiyemeden atmak zorunda kaldım bunları da...
Neyse, böyle yani işte Çek Cumhuriyeti'nde yemek durumları. Yazmamak için, oyalanıyorum da (yazarak!).
Pazar, Kasım 09, 2008
Evet, Mustafa
Babamın forward'ladığı mailden, okuduğum haberlere kadar, Can Dündar'ın -muhtemelen kendisi için kötü sonuçlanacak- bir olay yarattığı kesin.
Aslında tersi bir durum beklenemezdi. Büyütülüşümüz, ilk okuldan itibaren elimize tutuşturulan tarih kitapları vs. Beklenen ve bugune kadar 30 defa tekrarlanmış bir bakış açısından en ufak bir sapma bile, tepkiyle karşılaşmak zorunda...
Tekrar söyliyeyim, filmi izlemedim, bir yorumum yok bu konuda ancak bu denli Atatürkçü görünüp deliren insanlar, Can Dündar'ı dava edenler, mailler döşeyen, yazılar yazanlar, RTE esas Atatürkçü benim dediğinde, Atatürk'ün aşağılandığını düşünmüyor mu? Atatürk aşağılanıyor diye internet sayfaları kapanırken çağdaş medeniyetler seviyesine öyle gelinemeyeceğini kim söyleyecek birilerine? 1 tane bile (Sinan Çetin'in yamrusu hariç) film akademisi olmayan ülkemde, bir gazeteciden başka kimse gösterime girebilecek belgesel çekemezken, neden kimse "neden" diye sorgulamıyor?
Gece gece Pisek
Çarşamba, Kasım 05, 2008
Apple nefretim
Bugun, Mac Book'unu alalı ilk yılı dolmadan pili bozuk çıkan (fişe takılı olmadan çalışmayan) 2. insanla karşılaştım. Egecim biraz hırçınlaşıp 2 günde çözmüştü olayı ama Avrupa'da işler öyle yürümüyordur eminim.
Ayrıca bir program ekleyeyim kaldırayım derken, Apple'ın Bonjour ve Mobile Device Support isimli programlarıyla karşılaştım. Hiç kullanmadığım, kurulum sırasında isteyip istemediğim sorulmayan programlar. Uninstall ettim ama kötü anılarım canlandı hemen.
Yaklaşık 1 ay önce, gerizekalı Bonjour'u Uninstall etmeme rağmen, sürekli çalışan bir dll dosyasını silemediğim için, registry'ye girmiş, ismi geçen bütün her şeyleri silmiştim. Sonra da bir daha açılmamıştı bilgisayarım :D Ben de malım kabul ediyorum ama, niye arkadaşım! Niye ben istemediğim halde yüklüyorsun o programları? Almayacağım baska icakcuk, niye çalışıyorsun arkada? Niye gapless playback diye kastırıyorsun beni?
Ayrıca niye başka bilgisayarlarda çalışmayacak codec'ler üretip, bunları video editleme programlarının standardı yapıyorsun?
Hepsinin cevabını biliyorum tabii ki. Microsoft'tan da nefret ediyorum. Sadece rengine şekline kanan sevgili insancıkların da gerçekleri kabullenip, Mac'lerinden en az benim kadar nefret etmesini istiyorum :D
aaa ve o açılış sesi. nııııı ıyyygh
ve tabii ipod'umun kapanmadigini soylemis miydim? Yani, kapatmak icin basili tutuyorum o play tusuna ve kapanmasi gereken saniye geldiginde, en ustteki baslik bolumu degisiyor sadece. 7. denememde de kapaniyor.
Bu sayfayı da pek sevdim:
http://www.brokenmacbook.com/
Cumartesi, Kasım 01, 2008
Queen + Paul Rodgers October 31, 2008 O2 Arena Prague Set-List
Hammer To Fall
Tie Your Mother Down
Fat Bottomed Girls
Another One Bites The Dust
I Want It All
I Want To Break Free
C-Lebrity
Surf's Up... School's Out
Seagull (Bad Company) - acoustic Rodgers
Love Of My Life - acoustic May
39 - acoustic May and the band
Upright bass solo
Drum solo (This part is amazing!!!)
I'm In Love With My Car
It's A Kind Of Magic (with extended guitar solo)
Say It's Not True
Bad Company
We Believe
Guitar solo
Bijou (feat. Freddie's vocals)
Radio Ga Ga (With Metropolis film on the background)
Crazy Little Thing Called Love
Show Must Go On
Bohemian Rhapsody (feat. Freddie's vocals)
------
Cosmos Rockin'
All Right Now
We Will Rock You
We Are The Champions
God Save The Queen
---------------------------
Overall the show was great but Paul Rodgers had some bad moments. May and Taylor were amazing. More to coome about the show, in Turkish :)
Pazartesi, Ekim 27, 2008
21.yy'da Turkiyem
Video kaldırılana kadar yasak koyan ülkeler:
Brezilya
Fas
Tayland
Pakistan
Otomatik engelleme uygulaması koyan ülkeler:
Çin
İran
Ermenistan
Tunus
Endenozya
Suriye
Suudi Arabistan

Çarşamba, Ekim 22, 2008
Morrissey dinleme durumu
Muzisyen dedigin boyle olmali degil mi? Tamamen parcalanmis, benden farkli olmali :D Hazretleriyle gec tanismama da uzulmuyor degilim o ayri, Nejat abimin sozunu dinlemem gerekirmis zamaninda :)
Salı, Ekim 21, 2008
Ders calisirken Radyo ODTÜ :)
Ne guzel sey ogrenci olmak...
Hakancim sagolsun biraz da kaliteli dinledigim icin... kih kih
Pazartesi, Ekim 20, 2008
Steinway-Haus!
Perşembe, Ekim 16, 2008
AC/DC Avrupa Turnesi - 2
Sansimizi bir de Budapeste'de deneyelim bakalim. Sayfasi acilmiyor ama...
Cekce anlamaya basliyorum :)
haha
yeebaaaaa!!!
Emin olmak icin tekrar sordum tabi ama olsun :) Jak se mates? disinda anladigim ikinci sey oluyor bu :D
Çarşamba, Ekim 15, 2008
Turkish Delight!! :)
ve..
1777'den beri bu isi yaptigini soyleyen Haci Bekir, harbiden inanilmazmis... Buyuk bir lokum fanatigi degilimdir ama, 1 taneyle asla birakilmayan bir meret malum. Butun kutuyu yemeden hizlica cantama geri koydum.
Bu arada, kutudaki butun "orient'in favori yiyecegi" tiplemeli sozlerden ve lokum kapagindaki boyamadan konum geregi rahatsiz olmadim degil. Oldum. Ama, guzel yapmis adamlar, goz yumdum :)
Salı, Ekim 14, 2008
Pisek Ogrenci Filmleri Festivali 2008
Yok youtube'umuz diyorsaniz, www.vtunnel.com sayfasina girip, su linki oraya kopyalayip actirtabilirsiniz:
http://www.youtube.com/watch?v=UOswW_Dg4Ws
AC/DC Avrupa Turnesi
Satisa cikan butun Avrupa konserlerinin biletleri tukenmis durumda. Prag biletleriyse 2 gun sonra satisa cikiyor. Mmmm heyecanli yaris baslasin...
Pazartesi, Ekim 13, 2008
Market macerasi...
Biz de tam evden ciktiktan sonra ogrendik durumu, dedik madem, bir Tesco turu yapalim. Markette bir de ne bulayim!! Yogurt!! Emin olamadim once, kenarda ustu acilmis bir tane duruyordu, bir kokladim baya yogurt gibi :) Bu arada, kucucuk bir paket bizdeki gibi kovayla satilmiyor yani ve sanirim pek pahali. Ayrica bakindim bakindim, en ucuzundan da bir zeytin paketi aldim. 20 tane filan var galiba icinde :))
Annemin gozleri dolsun, portakal ve armut da aldim kendime, aksamlari soyup yiyeyim bari, insan ozluyormus bir sure sonra :D
Bu arada enteresan bir sey farkettim. Marketin park yerinde cok fazla engellilere ayrilmis bolum var. Bizim CEPA'da mesela, koca yerde sadece 2 tane var galiba. Bunlarinsa, her sirasinda 5 tane var. Bu bizim hayvanligimizdan midir, yoksa Ceklerin acili gecmisinin yakin zamanda olmasindan dolayi cok fazla savas gazisi sahibi olduklarindan midir bilmiyorum.
ve ayrica, bir donem daha kalacak olursam burada, kesin eve bir kopek aliyoruz ya da cocuk evlat edinecegiz :D
Pisek'te alkolsuz ilk gunum...
Cok ictigimden degil bu arada, sudan daha ucuz oldugu icin, hic olmadi yemekle birlikte bira iciliyor mecburen.