Perşembe, Aralık 28, 2006

RO Partisinden IWhyShy? geçti...


Bir Radyo ODTÜ yılbaşı partisi daha geride kaldı. Partiye damgasını vuran etkinlik tabii ki yine IWhyShy? konseriydi!!



Sadece 40 dakika sahnede kalan ve bu süre içinde izleyenlerin 1 dakika bile yerine oturamadığı konser sonrasında, insanlar çılgınlar gibi IWhyShy?'ı tekrar sahneye çağırdı... Parti etiğiyle 1 şarkıdan daha fazla çalmayan grubun doğurdu kaliteli müzik açlığını, sahneye Vefik'in gitarıyla çıkan bir adam doldurmaya çalıştı... Neyse...


Pazartesi, Aralık 25, 2006

IWhyShy? tekrar stüdyoda!

IWhyShy? Radyo ODTÜ çalışanlarını, bir yılbaşı partisinde daha eğlendirmek için tam gaz çalışmalara edvam ediyor!!

Hafta sonunu, arkadaşları barlarda / parklarda eğlenirken, stüdyolarda geçiren grup 26 Aralık gecesinin büyük sürprizlere gebe olduğunu da ekledi!!!

Hayırlısı...

Salı, Aralık 05, 2006

STV'deki ilk notum

:))

Öğrencilik hayatının getirdiği zorunluluklardan biri: SINAVLAR ve NOTLAR! Uzun zaman olmuştu acaba kaç alırım diye düşündüğüm, eski günlere geri dönüş :) Gerçi şu anda daha bilimsel hazırlık olduğum için notlar pek önemli değil, geçmem yeterli ama heyecanlanıyor yine de insan :D

Film Kuramları dersimin notu açıklanmış. Yüksek Lisans tarihimin de ilk notu oluyor kendisi vee 100 üzerinden 50 almışım :D Dur bakalım kağıdımıza bakma ve itiraz etme hakkımız var mı ;)

Birkez daha ne yapıyorum ben sorusunu bana sordurttuğu için teşekkürlerim, Canan hocamıza...

Pazartesi, Kasım 20, 2006

Tiyatro aşkı...

Pazar gününü sanata ayırdık!

Büyük Sahne'de, Amedeo Modigliani'nin hayatından bir bölümü konu alan Modigliani ismli oyuna gittik.

İki perde arasında salondan dışarı çıkmaya çalışırken, bacağımı oturulacak yerlerin kolluklarına çarptım. Ama iyi çarpmışım, epey bir ağrıdı oyun bitene kadar, şimdi baktım morarmış. İçimden epey bi küfrettim, böle salonunda, tiyatrosunun da zaten oyun da...

Neyse, sonra da oyuna girdik, herşeyini kaybeden ve elinde hiç birşey kalmadığı için kendi portresini çizen Modigliani'nin hayatı beni çok duygulandırdı, oyuncular süperdi bence ve devamlı alkışladık...

İşte böyle karmaşık duygular besliyorum tiyatroya karşı :D

Cumartesi, Kasım 18, 2006

Türk seyircisinin kaderi...

Kader'i izledim dün akşam. Sevgili Zeki Demirkubuz'un son "harikası".

Bazen önyargılarım mı diyorum, ama galiba hayır. Bu sefer olmamış hissi yarattı biz de... Ayrıntılar için, bazıları sinema sever podcast ya daa

http://imdb.com/title/tt0875595/usercomments-3

buyrun oy verin siz de :D

Salı, Kasım 14, 2006

Küçükşehir...

Ukalalık gibi görünmesin lütfen burada yazacaklarım, sadece bu büyük görünen küçük şehrin küçük bir hikayesini anlatmak istiyorum :)

Eskişehir işte, bir tane Migros'u var. Park yerinde toplam 50 araba, yanında 3 salonlu bir AFM ve Burger King. İnsanlar, o kadar park sıkıntısı çekmemişkii, park etmeyi bilmiyorlar adeta. Yamuk yumuk düzensiz her yer. Zaten trafik de rezalet ya o ayrı bir günün konusu... Giriyorum Burger'a, dayanamıyorum çok canım çekiyor. Bir de eve gidip yemek düşünmek hiç istemiyorum, zaten "Korkunç Ivan" beni benden almış :D

Neyse, giriyorum içeri, bir menu istiyorum. Süper sevimli ve güler yüzlü bir adam karşımda, yalnız kolamız kalmadı diyor. pardon?? "Kolamız kalmadı" :D Sonrada, "Sadece Ice Tea şeftalimiz var" diye ekliyor kibarca :) Süperler, menünüz hazır olunca biz size bağıralım da diyorlar. Sonra, beyefendi menünüz hazırlar sesleri yükseliyor içerde...

- Hayır siz değil beyefendi.
- hayır hayır, yanınızdaki beyefendinin menüsü hazır.
- hah evet, siz

şeklinde sürüp gidiyor hayat eskişehir'de.

Bazen çok seviyorum bu küçük şehri, bazen de herşey üstüme üstüme geliyor. Hiç olmazsa, Ankara'da bir standardım var diyorum kendime. "Ankara'dan hep nefret ediyorum..."

Tutarlılık ve düzen... Bunları arıyorum hayatımda çoğu zaman... Galiba yaşlanıyorum ;)

Cumartesi, Ekim 28, 2006

STV

Bu 3 kelime yan yana geldiğinde artık benim için bambaşka bir şey ifade ediyor. Şimdi düşününce iğrenç lise kısaltmaları geliyor aklıma.

- olm stv
- ne diyosun olm
- sana telefonunu verdi sen almadın manyaak


ööö

nerden aklıma geldiyse :)

Ödevden kaçma çalışmaları tabii ki...

Evet, sinema televizyon, şimdilik hayatımdaki en büyük, en önemli, en zor, en sıkıntı verici, en sevindirici ve en merak uyandıran yerin adı... Anadolu Üniversitesi Sinema Televizyon bölümü...

Şu anda, hayatımın ilk yazılı ödeviyle uğraşıyorum. Yani ciddi anlamda, bir konu üzerinde düşünüp, sonra kaynak araştırıp, bir derleme yapıp oluşturmam gereken bir ödevim var.

3'e bölmüştüm kafamda ödevi, ilk 2'si bitti, yorum yapmam gereken yer geldi ya, şimdi geciktirmeye çalışıyorum :)

Napalım, alışmamış bu beyin. Sus demişler, düşünme demişler, düşünmeyelim diye karşımıza televizyonu / dizileri koymuşlar, eleştirmeyelim diye bizim yerimize eleştirip seçen MTV'yi vermişler, biz de böyle sus pus, bok gibi yetişmişiz.

Şimdi dönüp bakyorum da, ne kadar çok zaman kaybetmişim. ve de kaybetmeye tam gaz devam! Tamamen bilinçli hem de...

Pazartesi, Ekim 09, 2006

Arılar çıldırdı!!!

Aman tanrım!! :D

Mevsim değişti, kış geldi, sinek / böceklerin büyük bir bölümü kayboldu, ama bir ısınıp bir soğuyan hava arıları aptala çevirdi!

Şimdi sana ne diceksiniz, ama bilirsiniz ben korkarm arılardan. Çook küçükken burnumun en ucundan sokmuşlar beni, ondan beri küçük büyük hepsinden korkarım yani... Bi de yakınlarda İpekçiğimi sokmuşlar bacağından, çok fena yani :D

Neyse, durum şu ki, radyoda odamda oturuyorum, ve cama biri tık diye vuruyor, tık tık tık tık, meğerse arıymış. Herif şapşala dönmüş tabi, içeri giricem diye cama vuruyor. Hiç olucak iş mi... Elalemin böle maskarası olucağına, git bir yerlere çekil uyu yani... Koca arı...

Pazartesi, Ekim 02, 2006

IWhyShy? YouTube'da...

Hahaa :D

Teknoljinin ve medya çalışmalarının son noktasına kadar kullanıldığı bir müzik grubunun parçasıyım ben!! ve çok gurur duyuyorum, hayatımın en önemli ve en eğlenceli projelerinden birinden...

buyrun efendim,


Are You Gonna Go My Way;
http://www.youtube.com/watch?v=9i9NXsxtoy8

Gunduz Gece:
http://www.youtube.com/watch?v=a9wWyS0sbtw


Send Me A Postcard:
http://www.youtube.com/watch?v=HRake-szWOk

Perşembe, Eylül 28, 2006

Eskişehir'den ilk merhaba :)

Hmm,

Eskişehir'deki 3. günüm...

Dün ilk dersime girdim, "Sinema Tarihi". Fazlasıyla entel çok okumuş gezmiş hissi yaratan bir hocamızla, "Sinemaya neden gidersin?" sorusunun cevabını aradık :) Iııh, bazen böyle sanatsal bölümler, çok mu fazla göstermelik ve sıkıcı diye düşünmüyor değilim... Ama karar vermek için daha çok erken, görüciiiz...

Bu sabahki dersimi 15 dakikayla kaçırdım ne yazıkki... Kapıda duran çaycı, istersen dene ama almaz dedi, ben de tipik halimle girmedim tabi ki derse :) Hatta, inanmazsınız zört diye arabaya binip ankara'ya dönesim de geldi...

Ay galiba, bi Feridun Hocayı görüp dönücem Ankara'ya...

Aaa, bu arada dün yüksek lisans programından 2 insanla tanıştım. Bilimsel hazırlık olan daha bir sürü kişi varmış galiba, onlarla da haftaya tanışmaya devam edicez sanırım...

Akşam da Muratla (Gürleyik tabi ki de bilmeyenler varsa yazıyim dedim) gezdik biraz bu arada, ev ve herşey için teşekkürler :)

Perşembe, Eylül 21, 2006

Güzel şehir...

Ay ay ayy

Eskişehir nasıl tatlı nasıl tatlı :)

Salak Vefik, yanında fotoğraf makinası götürmeyi unuttuğu için buraya hiç resim koyamıyorum amaa, kısaca okul çok sevimli. Büyük, ama binalar daha yakın birbirine. Bi yerden bi yere gitmek için, hayvan gibi dakikalarca yürümen gerekmiyo. Binalar daha modern ve sevimli genelde, daha sıcak kampüs. İnsanlar daha bi güleç yüzlü, hele öğrenci işlerindekiler inanılmaz. Başında onca iş varken bi de üstüne ben gidip abuk bi soru sorunca, aa sen mühendis olansın di mi diyip cevapladılar hep beni.. Sağolsunlar :P

Muzocuumun babasıyla, daha doğrusu "Feridun Hoca"yla da tanıştık, bir de asistan Emir'le. Emir, Kanal A (Anadolu'nun televizyonu)'da sinema programı yapıyomuş, onun yanına gidip bişeyler öğrenmeye çalışıcam. Feridun Hoca da bi sürü tavsiye verdi, şu dersi al bunu alma gibi, çok teşekkürler muzocan tekrar :)

Biz bir gece kalip fazla gezemedik, ama genel hatlariyla birazcık olsa da öğrendim sayılır Eskişehir'i. Yani beni gar'a bıraksan gidip içebilirim bi barda :) Heralde eve de dönebilirim :D

Pazar, Eylül 17, 2006

Hayatımda yeni dönem başlıyoooor!!! :D

Eveet doğrudur :)

Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sinema ve Televizyon Tezli Yüksek Lisans programına kabul edildim :)

Bakalım, salı günü gidiyoruz kayıtlar için, sonraki hafta da başlıyor okulumuz...

Ayyy çok heycanlı bir sürü yeni arkadaşlar, nolsa Ankara'dan güzel olucağına inandığım Eskişehir, ve yeniden öğrencilik... mmmmmm

haydi hayırlısı...

Perşembe, Eylül 14, 2006

Katatonia sonrası...


İşte Radyo ODTÜ Röportaj Ekibi göreve böyle gitti :) Ama dönüşü de aşağıdaki gibi oldu :D




Saat tam 5'te Saklıkent'teydik. Nerdeyse önüne parkettik :) Planda, soundcheck sonrası görüşecektik, ancak soundcheck daha başlamamıştı bile. Saklıkent bir harabeye dönmüş. Zaten, rezaletti orası ayrı ama kulis olan yer dışında tamamen toz / toprak / çamur içinde o arka taraf.. Bilen bilir, insan ordan bir grup yürütmeye utanır...

Röportajımız çok güzeldi. Hayatımda bir ilkti :) Aynı anda 2-3 kişiyle birden bir röportaj oldu. Gitarist Anders ve solist Jonas grubun beyni oldukları için esas onlar cevapladı soruları. Ama davulcu olan çocuk da çok sevimli olduğu için yardımcı oldu en azından bize... Pek soruları cevaplamadı, zaten diğerlerine göre daha punkçı tadından bir zevke sahip olduğu için kişiliğini de hemen gösterdi... Yüzeyseldi yani herşey konusunda ;)

Güzel güzel cevapladılar soruları, ben birçok soruyu atladım tabi ki, uzun sürüp adamları sıkmaktan korktum, ama fena olmadı... Sonunda Anders, Issız Ada'ya 3 şarkı ya da albüm yerine 3 grup almaya karar verdi. O 3 grup ne mi? Issız Ada, hafta içi hergün 14.45'te...

Şaka :D Whitesnake, Morbid Angel ve Cure alırdım yanıma dedi. Manyak, ne alakaysa :))

Esas bomba grupla fotoğraf çektirmeyi unutmamızdı, ama en azından radyonun cd'sini imzalattık :D

Ha bir de ben konsere gitmeyi unuttum, Evren'le Ceyda güzel güzel içirince beni, eve dönmek daha rahat gözüktü gözüme, nasıl olsa Katatonia elbet görürüz bir yerlerde bir kez daha...

Çiğdem'e teşekkürler, süper asistan :D bi de birine daha teşekkür edicektim ama unuttum... Sağlık olsun :))

Bu arada, bence davulcu taş gibiydi, Çiğdem Anders'i beğendi, o da tatlıydı ama ben olsam davulcuya yazardım :D Gerçi hepsinin 35 yaşında ve sevgilileri ve çocuklarıyla birlikte yaşadıklarını unutmamak lazım... Farklı bir yaşam tarzı işte...

Long Live Rock 'n' Roll!!!

Katatonia!!

Psikoloji'deki "Katatonik" ruh halinin ve bir çeşit hayata tavırlı olma durumunun müzikle birleşmiş hali Katatonia. Favorilerimden olmasa da, 1999'un "Tonight's Decision" albümünden bu yana takip ettiğim gruplardan biri. Son albüm, bu yıl çıkmıştı: "The Great Cold Distance". Death Metal'den, melankolik rock'a döndüklerinden bu yana, "Last Fair Deal Gone Down"u geçebilen tek albüm dersem yanlış olmaz. Son albümün kendine has soğuk, güçlü ve Tool'vari bir hali var. Bakalım, grup bu konuda ne düşünüyor :)

Bu akşam Saklıkent'te konser, öncesinde de bir röportaj yapma şansımız olucak grupla. Funda'ya teşekkürler burdan, uğraşıp bağlantı kurup bana bir röportaj ayarladığı için :) Henüz kimle konuşucağımız belli diil, ama galiba bütün grup oturucak karşıma, tam sçanzi :D

Neyse, hazırlıkları bitirme zamanıdır, konser sonrası fotoğraflarla görüşmek üzere ;)

Perşembe, Eylül 07, 2006

Datça Hatırası...

Nasıl bir tatil istediğimiz, kaç paramız olduğu, dizel arabamızın beygir gücü, 3 erkek oluşumuz gibi sorunlar çözüldükten sonra, karar verilen tatil yeri ülkemizin "cennet köşesi" DATÇA'ydı. Teyzemlere ait yazlık, bu kez de bizi - Vefik, Muzo, Hakan - ağarlayacaktı...

İlk plan sabah 7'ydi tabi ki ama sonuçta yola sabah 9 civarında çıkabildik. Ben ilk başta Konya yolunda gideceğimizi zannediyordum (Hakan sırf bu yüzden bütün yol boyunca uyumadı). Neyseki, Eskişehir yolundan, önce Sivrihisar, sonra Afyon, sonra Denizli şeklinde ilerledik.

Superman'e özenerek kollarımızdan güç almaya çalıştık yolda. Ne de olsa, 65 beygir arabamız, virajlı/eğimli güney yollarında zorlanıyordu...

Ardından Muğla'ya ulaştık, Marmaris -> Datça -> Mesudiye -> Hayıt Bükü diyerek, aynı sırada, gittikçe küçülen ve kötüleşen bir yol grafiğiyle, hava karardıktan sonra, gece 20.45 gibi yazlığa ulaşmıştık. Gece farketmedik, ama gündüz bizi çılgın bir güzellik bekliyordu...


Evet, inanması zor ama, evin verandasından dışarı baktığımızda şöyle bir görüntü karşılıyordu bizi:



Öncelikle evin sakinlerini bir tanıyalım



Daha ilk günden, çevredeki insanlara bakarak, sol tarafta görüldüğü gibi bir "atlet tatili" yapacağımız belli olmuştu. Denizde, en uygun saatlerde en fazla 15 kişi bulunuyordu. Hafif açıkta ya da iskeleye yanaşmış teknelerden, 15 yaşında Ruslar denize fıt fıt atlamıyordu. Ortalık ya tutucu, ya geveze ya da yaşlı insan kaynıyordu.

Son 2 günki "Haydi Bodrum'a" ateşimiz, yaşlı Hakan'ın itirazlarıyla "Kinyas olsaydı kesin götürürdü bizi" şeklinde bir gölgeye dönüştü...

Onun dışında neler mi yaptık?

Denize girdik, bolca uyuduk, kitaplar gazeteler okuduk, çevredeki dilsizlerle konuştuk, bol bol köfte yedik, devamlı ızgara temizledik, sarhoş frizbi oynadık, sarhoş köy düğünlerine katıldık, sarhoş dans ettik, sarhoş denize girdik, sarhoş bulaşık yıkadık...

Muzo Red Hot getirmeseydi ipod'unda, biz bitmiştik, verandada dans edemiycektik...


Açacak bulamayıp, müthiş bir barbekü cihazını kullandık :D


Tarihin en zayıf rakı masalarından biri. Kavunu bir önceki gece yediğimiz için, karpuzla yetindik.


MaHVolduk :D


Şöyle girdik, Böyle çıktık...


Gökova, Türkiye'nin en güzel yerlerinden biri.



Bu da böceğimiiiiz...


Hızlı Tren!!

Efendim neymiş, hızlı tren geliyormuş! cık cık cık

Esenköy - Eskişehir arası inşşatın Ekim 2006'da bitmesi planlanıyormuş. Sincan - Esenköy ihalesi ise sonuçlanmış, inşaatın da büyük bölümü bitirilmek üzereymiş.

http://www.tcdd.gov.tr/genel/ankisthizli.htm

adresine girerseniz göreceğiniz üzere, bir sürü yüzdeler tarihler vs. yazıyor, ama kardeşim ben ne zaman Ankara'dan hızlı tren'e binip hiç olmazsa Eskişehir'e gidebilecem yazmıyor... Bu arada Eskişehir 1 saat, İstanbul'da 3 saat olucak deniyor hadi hayırlısı...

Bu arada, tcdd'nin "Hızlı Tren nedir?" sorusuna verdiği cevap ülkemiz gerçeklerini ortaya koyuyor :D

"Sizi Ankara'dan İstanbul'a 3 saatte (*duraklamalar dahil) taşıyabilecek gerçekten hızlı ve güvenilir bir ulaşım aracıdır. Ancak, Hızlı Tren kesinlikle hızlandırılmış tren değildir."

Bu arada, her Türk erkeğinin ilk aklına gelen sorunun cevabı: En yüksek hız: 250 km/h ;)

Hızlı mızlı da, 3 saatçik yolculukta, şu aşağıdaki keyif hiç olur mu bir düşünün yaaani :D

Çarşamba, Ağustos 16, 2006

Ankara Uyuma, Kuğulu'ya Sahip Çık!

Kuğulu Park'ın oraya yapılan kavşak çalışmasından kaç kişinin haberi var bilemiyorum, ama Ankara'daki rezalet silsilesi devam ediyor.

Kavşaklar, köprüler yapılıyor, yollar genişliyor, arabalar hızlanıyor vs. vs. ve sonunda tüketim artıyor. Her zaman olduğu gibi onlar kazanıyor...

Bu akşam, Kuğulu Park'ta, 30-50 kişinin toplandığı bir eyleme katıldık. İpek Ablam ve Kurt'ü Fethiye'ye yolladığımız için biraz geç kalmıştık. Duyduğumuz kadarıyla Can Dündar'ından dernek başkanlarına bir sürü kişi toparlanmış öncesinde. Biz gittiğimizde kimse yoktu.

Duymadıysanız kısaca durum şöyle, Büyükşehir Belediyesi, Ankara'nın belki de geriye kalmış Anıtkabir'den sonraki tek simgesinin ortasından / kenarından yol geçirmeye çalışıyor. Kuğulu Park'ın iyice oturulmaz, gidilmez bir yer haline gelmesi için çalışıyor. Böyle bir şey için bir yerlerden bi yetkiler alınması gerekmez mi diye düşünüyor insan, korkunç ama gerçek, izinler de çıkıyor tabi "minimum zarar verilmesi kaydıyla" (Hürriyet'teki bu yazıyı okuyabilirsiniz).

Bu aslında başka bir amacın parçası bir bakıma. Tüketimin, sistemin kazanması, bütün kara ütopyalara hızla koşuşumuzun bir anlamda... Rumeli Hisarı'nın ortasına yapılacak cami gibi, bizden 2 kuşak sonra, güzel birşeylerin olabileceğini bilmeyen, hatırlamayan, düşünemeyen bir topluma hazırlık belki de. Önce Amerika olucaz, sonra da Okyanusya'nın bir parçası...

Neyse, uzatmayalım, saat de geç olmuş :) 12'ye kadar alkışlayıp bağırdık, bir işe yaradı mı, Kuğulu Park kurtulur mu bilmiyorum. Belki bizden sonra, sabaha karşı 5'te koparıvericekler 100 yıllık ağaçları ve sabah bi uyanıcaz, annelerimizin, bizim fotoğraflarımızda olan bir park, çocuklarımızın fotoğraflarında olamıcak...

Çarşamba (Yarın) 12'de basın açıklaması ve eylemlerin devamı var. Katılabilen herkes katılmalı bence...

Pazar, Ağustos 13, 2006

Kurt yemekte :)

Ne gün ama...

Bi daha bu kadar güncellenen blog olmaz valla :) Kuzen ve Amerikalı sevgilisi yemekteydi bu akşam bizde. Aile içinde en çok merak edilen kişilerden biriydi Kurt :) Neyseki, Serdar var da, ilgi biraz Serdar'a kayınca, çok rahatsız olmadı umarız çocukcağız... Malum, aile içinde İngilizce zor. Kurt nasıl biri derseniiiz


Bir kuşumuz var artık!!!




:)

Ayla Teyzem'in camına konan bir muhabbet kuşu artık bizim evde yaşıyor :) Resimleri aşağıda zaten, canım pek şeker. Ne güzel sesi :D

Hakan'ın yorumuna göre, 2-3 yaşında olabilirmiş kuşumuz. Tabii ki erkek :D ve adını da Serdar koydum ben. Anneannem de Maviş diyo ama olsun, heralde alışır 2 isimli olmaya :)

Konuşabiliyomuş bu arada muhabbetler, bilmiyodum, "up the irons!" filan şöyle bir iki şey öğretiyim ben :D Bi de biraz metal dinletip, kafasını aydınlatıyim :)) adam gibi ötsün :p

Bakalım, başladı bir macera ne kadar sürecek... :d





Yeni Maiden Albümü!!!

Anlaması ya da anlatması çok zor.

Sene 1999. Açık ve güzel bir gün. Sanırım, henüz aylardan Mayıs. Okul çıkışı Emek taraflarında yürüyoruz. Belki de asmışız, hafıza böyle şeyleri pek tutmuyor işte :) O zamanların sıkı metalcileriyiz. MTV ve medya desteğinden dolayı Metallica'yı aşağılıyor, Cobain ölmese bi bok olmazdı diyerek Nirvana'dan nefret ediyoruz (insanlar pek değişmiyo di mi :D). Death, Opeth, Dio, Overkill, Slayer dinliyoruz. Henüz Dream Theater'ı anlıyamıyoruz ama biraz da özenenlerden dolayı sevmiyoruz. Yinede, Maiden'a olan saygılarından dolayı takdir ediyoruz onları. Savatage'la da henüz tanışmamışız, diğer yüzbinlerce grupla tanışmadığımız gibi. Anathema damarlarımızdaki kana yeni yeni karışmaya başlamış, ordan gazla Tiamat'a, Candlemass'e vs. bulaşmışız. O kadar açız ki müziğe, arkadaştan aldığımız kasedi bir çırpıda 5 defa dinleyip tüketip yenisine geçmek istiyoruz.

Ama...

Temelde bir gözdemiz var. Son albümlerini beğenmesek, eskileriyle yetinsek de Iron Maiden manyağıyız. Hatta ben olayı biraz ileri götürüp anneme Somewhere In Time albümünü sevdirmeye çalışyorum. Birkaç şarkıyla da olsa başarılıyım sanırım (Birkaç yıl sonra annemi Sentenced dinleyerek ev süpürürken buluyorum :D). Tek bir hayalimiz var, ne olur ki Bruce ve Adrian geri dönse Maiden'a. Hadi diyorum içimden, Adrian dönse Bruce hayatta. Onlar biraz sıkıntılı ayrılmadı mı? O zamanlar bilemiyorum yetişkinlerin dünyasının ayrıntılarını. Sonra o meşhur gün, bizim İso gelip bana "Bruce Maiden'a dönmüş olm" diyo. Hadi len diyorum, Emek'teyiz yolda yürüyoruz, olay yerinden ayrılmak için deliriyorum. Eve gitmeli, kendi gözlerimle görmeliyim... Bi yolunu bulup eve kaçıyorum, açıyorum bilgisayarı, ve...

www.ironmaiden.com Ana sayfa o zamanlar biraz dandik görünüyor (Ama o zamanlar zaten iyi tasarımlı sayfa sayısı çok az. Günlerimiz harcayıp bulduğumuz sayfaları birbirimizle palaşıp, dilimiz dışarda kendi geleceğimiz için hayaller kuruyoruz). Ortada bir grup fotoğrafı, 6 kişi var fotoğrafta, 2 kişi siyaha boyalı... Kim oldukları görünmüyor, ama anlaşılıyor. Birinin boyu biraz daha kısa diğerlerine göre. İçimden bir coşku patlaması hoparlörlere vuruyor, yoksa benim ellerim açmıyor sesi. "Tell me why i have to be your powerslaaveee!!!".

Ertesi sene Bruce ve Adrian'lı Maiden Brave New World, 2003'te Dance Of Death'i çıkarıyor. Kazandığım ilk parayı Fan Club'e yatırıyorum. Dergi ve kart gönderiyorlar, hastası oluyorum :) Sonra Steve Harris, artık yaşlandık, sadece albümler sonrası turneye çıkıp, büyük yaz festivallerinde boy göstericez diyor. Üzülüyorum. sanki yılda 150 konser verseler herhangi birine gidebiliyorum... Zaten, İstanbul'a geldiklerinde de kaçırmışım... Olsun, üzülüyorum yine de. Yaşlanmalarına üzülüyorum galiba. Ölücek onlar da bir gün. Her albüme heralde bu sondur diyerek bakıyorum artık. Ama sonra yaptığım röportajlar sayesinde de anlıyorum 50 yaşına ulaşmış sert adamlar, daha agresif ve daha istekli oluyor. Artık biliyorum ki, Iron Maiden kolay kolay bitmeyecek, daha 5 albüm daha çıkaracak devler...

Sonunda bir yeni albüm daha elimize geçecek Eylül'de: "A Matter Of Life And Death". İlk single'ı Son Durock'ta ilk ben çalıyorum: "The Reincarnation Of Benjamin Breeg" :D İşte insan böyle zamanlarda acaip ayrıcalıklı hissediyor kendini. Yayında şarkıya çok fazla birşey diyemiyorum. Ama zaten Iron Maiden'a genelde birşey diyemiyorum. Söyledim ya, anlaması anlatması çok zor. Benim için, Black Sabbath, Purple, Zeppelin vs. hepsini bir çırpıda silebilirim. Saygım sonsuz, Maiden'ın sebepleri onlar ama, hiç birini değişmen demir bakireme... Hastalık gibi birşey galiba, ya da kader ;)


Up The IRONS!

Cuma, Ağustos 11, 2006

Sinema'dan Soğutma Çalışmaları...

Kesinlikle eminim! Birileri benim gelecekte film izlememi istemiyor! Ne kadar, *oktan film varsa gösterime sokup bi de beni onlara gönderiyor :(

Kötü olacağı bilinciyle "See No Evil" izlemek durumunda kaldım. Yani insan utanmaz mı yahu? Nasıl çekersin böle bir film? Bi çekmeden önce sağındaki solundaki insanlara sormaz mısın bundan film olur mu diye? Hadi sen sormadın, bu yapımcılar, nasıl böle filmlere para verip de çektiriyolar? Sonra, bu yönetmen bir sonraki filmi için nerden para buluyor?

Yani öfkemi nefretimi anlatabileceğim bir yol yok :) Daha kötü bir film var tabi ki: D@bbe. Ama yani, See No Evil da hiç geri kalmıyor. Böle filmler olduğu sürece, ben bile bir gün Scary Movie çekmeye karar verebilirim... (burda yönetmen kişiliğimle konuştum galiba :D)

Uzak durun efendim...

Pazar, Ağustos 06, 2006

Son günlerde...

Selamlar,

İlerleyen günlerde olur ya bi yerlere giderim, tatilden acilen bişeyler yazmak 2 resim göndermek isterim diyerekten, burayı aktif kullanmaya karar vermiş bulunmaktayım :)

Şimdi Vefik Karaege'nin son günlerine göz atalım kısaca...

2 haftadır Tuna Kuzen'leydik, çok fazla dolaşıp dağıtamadık, ama amaç zaten tatil ve dinlence ve aileye ayrılmış bol bol zamandı.

İstanbul'a gittik hafta sonu, cuma günü yola çıktık. İlk defa, böceğimiz uzun yol gördü tabi ben de ilk defa otoban tecrübesi yaşamış oldum. Güzeldi, yorucuydu ama önemli olan akşamki Whitesnake konseriydi.

Vefik kendine yakışan bir şapşallık yaptı her zamanki gibi. Gamze'nin Dream'den asistan Melike'den alıcaktık davetiyelerimizi, telefon trafikleri sonrası 8'de konser alanında buluşmaya karar verdik. Köprü trafiği vs. derken ancak saat 20.45'te konser alanındaydık, ama yanlış alanda. Whitesnake'in Kuruçeşme sahnesine çıkacağına adım gibi emindim halbuki. Hatta kuzene, bir tarafı deniz bir tarafı dağ diye ballandıra ballandıra anlatmıştım, ama biir gitmişiz her yer bomboş doğal olarak. Neden? Çünkü konser Park Orman'da :)) Haldur huldur oraya gittik. Neyseki organizasyon dandik, konser yarım saat gecikicekmiş, canım Coverdale sanki beni beklemiş gibi gider gitmez çıkıverdi sahneye hiç bekletmedi bizi...

Burdan, Gamze'ye ve Melike'ye de çok çok teşekkürler :))

Bir de Beypazarı maceramız var ki, Beypazarına gitmeyenler mutlaka bir kere gitmeli. Böyle demek istiyorum aslında, çünkü kendilerini tanıtmak için inanılmaz mücadele ediyorlar ilçe olarak. Kültür sanat festivalleri, şiir yarışmaları, bir çok yerde bulunmayan bir turist bilgilendirme ofisi (büfesi de diyebiliriz) olabildiğince genişletilmeye çalışılmış bir müze vs. vs. Ancak, işin doğrusu, Beypazarı'nda görülecek pek de fazla birşey yok. Yöreye has evlerin bir bölümü güzel korunmuş, bir bölümü restore edilmiş ancak çok görkemli ve büyüleyici değiller. Gümüş işleme sanatları olan "telgari" gerçekten inanılmaz ve çok ucuz. İnanılmaz ince bir işçilik var görülmeden anlaşılmaz ve ben bunu yapsam 100 milyor isterim diyeceğiniz gerçek gümüş şeyleri sadece 10 milyor'a filan satıyorlar. Ancak tabi ki böyle alış-veriş'leri sevmeyen insanlardansanız (ör: ben) yörenin çekiciliği de azalıyor. Yemeklerin de tabi ki güzel olduğunu ekleyeyim, her ne kadar çok sıcak güzel olmaz diye garson bize 80 katlı ev baklavası vermemiş olsa da, serin bir vadide, lezzetli bir akşam yemeği için bir kere gidilebilir... İsteyenlere düğün hizmeti de var ki herhalde her gün biri evleniyor orda, masaları sandalyeleri ve düğün düzenini hiç kaldırmıyorlar sabahları...

Haftanın geri kalan bölümü kuzenle alış-veriş, "Amerikano" (heralde böyle yazsam yanlış olmaz) oyunları ve aile sohbetleriyle devam etti.. Resimler yakında burada...

Pazartesi, Nisan 17, 2006

Hosgeldiniz...




Vay efendim,

vef'in dunyasina hosgeldiniz :))) Bu blog'un sadece profile'a fotograf yuklemek icin yaratilmis oldugunu goz onunde bulundurursak, pek fazla guncelleme beklememek lazim, amaaa hiic de belli olmaz :)

kalin saglicakla...