Pazar, Eylül 20, 2009

Myspace ve Last.fm


Buyrun bir de kendi gözlerinizle görün!

Şu ülkede yaşamak için ailemiz ve 10-15 tane arkadaşımızdan başka hiçbir şeyimiz kalmayacak yakında. Tebrikler...

Çarşamba, Eylül 09, 2009

Facebook Status'leri

Yaa bu facebook'da status update etmek ne eğlenceli bir şeymiş :) Ama geçici oluyor ne yazıkki. Buraya yazıyim bari nispeten kalıcı olsun. ntvmsnbc sayfasina insanlar yorumlar yazmislar, içlerinde ilk defa hoşuma giden bir tane oldu:

"Pabucumun Kültür Başkenti"

Herhalde yazan kişi başka bir şey demek istiyordu da, ya terbiyesi el vermedi, ya da bu deyimi bilmiyordu. Olsun ben onun yerine söyliyeyim:

"Kıçımın Kültür Başkenti"

Ya daa, çok sevdiğim ingilizce bir terimi kullanabilirim bu söz yerine:

"Kültür Başkenti my ass"

:D kıh kıh

gecegece

Çok sevgili gecegece, uzun zamandır kapandıkları stüdyodan dışarı birkaç şarkı bölümü çıkarmış. Myspace'lerinde dinlerken, öyle bir hatırlatıyim dedim size de.

Albüm kapakları bile hazır, statüsleri de mastering olduğuna göre, galiba 1-2 ay içinde albümü alıp, dinlemeye başlayabiliriz gibi. Ancak, tabii nerdeyse en eski hallerine, yaklaşık 2 yıldır aşina olan bizler sanki bu yeniden kaydedilmiş ve düzenlenmiş hallerine zor alışabiliriz gibi. Bakalım...

Pazartesi, Eylül 07, 2009

True Blood

Daha önce burada bahsetmemiştim galiba. Lost'a ve Grey's'e olan ilgimi kaybedince ve bir de üstüne Çek Cumhuriyeti'ndeki nispeten boş günlerim gelince, yeni dizi arayışlarım True Blood'la sonuçlanmıştı.

Güneyli bir Vampir hikayesi kısaca True Blood. Vampirlerle kısıtlı değil tabii sadece, mitolojiden bilindik efsanelere kadar birçok insanüstü canlı bir arada, gerek aşk, şehvet, nefret, gerekse uyum içinde takılıyorlar.

Alt metinde ayrımcılığa dem vuran dizi, bariz miktarda cinsel şehvetini kullanarak da insanı kendine bağlıyor kabul etmek lazım. Malum dizinin yaratıcısı Alan Ball yani Six Feet Under'ın arkasındaki isim. Başrol Anna Paquin'le Stephen Moyer arasında öyle bir elektrik var ki, gerçekten etkileyici.

Ama dizinin bu cinsel gerilimden çok daha fazlası var. Galiba en çok hoşuma giden şey, karakterlerin ve olayların ve karakterlerin bu olaylara tepkilerinin saçmalığı. Ne bileyim, baş karakterin bölüm sonu canavarını avlamaya giderken, kolundan çantasını eksik etmeyişi ya da kafasına dal tutturup dünyaya inen tanrı taklidi yaparak kötüleri kandırmaya çalışmalar filan... Bilemiyorum, ilk başlarda 1 saat olduğu için süresi biraz canımı sıkmıyor değildi ama artık kabul etmiş durumdayım, müptelasıyım.

Son bir ek, dizinin açılış jeneriğinin de True Blood'a bağlanmama büyük katkısı oldu. Mükemmel bir tasarım, kolaj, çarpıklık ve düzensizlikte... Helal olsun :) İşte bu da dizinin ana şarkısının, diziden görüntüler ve jenerikten birkaç alıntıyla oluşturulmuş klibi. Sonundaki fox reklamından dolayı çok sinirliyim :D Bu arada dizinin izleyici sayısını 1.4 milyondan 5.3 milyona çıkarmış olduğunu da ekleyeyim.

I Wanna Do Bad Things With You!

Yahşi Batıymış

Evde fazla boş oturmaya başladım. Tezim için çalışmak isterken hep başka hep başka bir şeyler çıkıyor ne yazıkki...

Yahşi Batı setinden şöyle bir şey yaptım ortaya karışık :) Ömer Faruk Sorak abimiz ve eşine bir Yahşi Batı hatırası. Ne güzel şey şu photoshop, insan hiçbir şey bilmese de internette 2-3 aramayla şöylemesine de olsa bir şeyler yapabiliyor :) O ortadaki alanın kenarlarının sertliğini de bir türlü alamadım yaa sinir oldum :)

Vodka del Platov

Pisek'teki günlerimizin son ikisinde çekmiştik bunu. Hem Riccardo bir şeyler yapmış olsun diye, hem de eğlence için. Buyrun efendim, Vefik Bey'in ikinci görüntü yönetmenliği denemesi :)

Aslında arka planı bu kadar kaybetmemiştim normalde, ancak sandalyede oturan oyuncumuz 2 günde farklı olunca ve 2 günde farklı renkte pantolonlar giyince en kolay yol, siyah beyaza dönmek gibi göründü. Sonuçta da, yandan yemiş Rembdrandt tipmeleli tek kaynak bir ışıkla, böyle cücük gibi kaldı. Olsun, önemli olan tecrübe :D

A video exercise shot at the very last day of school by IFS students in Pisek.

Set on the road to shoot a commercial, then decided to do something to mock the general way they go and ended up with 3 minutes of meaningless fun :) The "making of" video (which doesn't exist) is much more fun anyway, just like 90 percent of all the comedy films available.

Special thanks to our cinematography tutor Antonio Riestra and of course to our actors who were still drunk during the second day of shooting after the finishing party of the previous night. Also many thanks to Film Academy Of Miroslav Ondricek in Pisek.

Be responsible while consuming and "Don't hurt your mouth!" :D

Cumartesi, Eylül 05, 2009

Türkçe Eğitim

Kürtçe eğitim filan tartışıyoruz ne güzel de, ben 16 yıldır Türkçe eğitim görmedim ki, anlamadım bu işi... Bence Tayyip'in açılımından eğitim dili heryerde İngilizce olsun fikri filan çıkacak!

Bir de eğitim dili konusunda facebook'ta filan başlayan tartışmaların Malazgirt Savaşı nasıl kazanıldı bir bak bakalım diye devam etmesine bayılıyorum. Türk Kürt farketmez abi, galiba bu topraklarda bir bokluk var, belli bir süreden fazla ikamet etmek zihniyet özrü yaratıyor!

Pazartesi, Ağustos 17, 2009

Diablo Swing Orchestra

Türkiye'ye benim getirdiğim gruplardan biridir Diablo Swing Orchestra :) Fazla abartılı konuştum, Türkiye'ye getirememiş olabilirim ama Ankara'ya getirmiş olmam muhtemel.

Myspace'ten tanıdığım, rica ettiğim bütün albümlerini wav olarak bana sunan gruba, vefa borcum sonsuz. Yeni albümlerini merak etmek içinse bir borca filan gerek yok. İyi müzik yapan adam, takip edilir. Buyrun çok yakında çıkacak albümün, "sempatik" kapağı! :D

Çarşamba, Ağustos 12, 2009

Black & Blue


Olay budur, bir aycik bir sey kaldi... Hadi sabir!

Pazar, Ağustos 09, 2009

Last updated on July, 3rd

Evvet ve hayır.

Vefik ölmedi ve Vefik yaşamıyor.

Vefik film çekiyor, kimsenin umrunda olmadan, sadece yüzbin euroluk malzeme taşıyarak, sonuca hiçbir etki etmeyerek.

Vefik para kazanıyor, harcamıyor, para bitiyor, eve gelip ikinci işler yapıyor, didiniyor.

Vefik 27 yaşında, evden çıkıp bir bira içecek, sahilde yürüyecek gücü kendinde bulamıyor.

Vefik İstanbul'un en tatlı yerlerinden birinde yaşıyor, etrafına bakmıyor, İstanbul'dan nefret ediyor.

Evet ve hayır...

Cuma, Temmuz 03, 2009

Anouk: Bu Kadını Neden Sevdiğimi Hatırladım!


Myspace status'ü aynen şöyleydi bugün:

"Anouk just gave her man a blowjob hahahaha!!" Status: Azmış!! :D


Kıh kıh kıh Dürüst insan! :)

Salı, Haziran 23, 2009

Ah şu Çekler...

Çek Cumhuriyeti'nde, okulda tanıştığım danışmanlarımdan biri, 30. doğum gününü kutladı geçenlerde. Bir tebrik mesajı göndermiştim, aldığım cevap neden orada yaşamak istediğimi bir kez daha hatırlattı bana :)

Arkadaşımın 6-7 aylık kızı, 8-9 aylık bir oğlanla tanışmış (Yeni erkek arkadaşı diye dalga geçiyordu). Parti boyunca birlikte oynamışlar ve en çok oynadıkları oyuncaklar da boş bira ve şarap şişeleriymiş...

Sadece boş şişelerden öte, ne bileyim yaklaşım, tavır, vs. vs. Sevdim bir kere Çekleri :)

Cumartesi, Haziran 13, 2009

Altın Kelebek'te Rezalet

En İyi Kadın Haber Spikeri ödülünü bilin kim almış! Tabii ki torpilli Banu Güven. Bir insan ancak bu kadar haber sunamayarak bu ödülü alabilir herhalde...

Kimler, nerde, neler yapıyor...

Sihirli Deynek

Sabah sabah Sky Turk'te "Sokağa sorduk" tiplemeli bir programa denk geldik. Sihirli bir deyneğiniz olsa ne yapardınızdı soru. Cevaplara toptan bayıldım ama aklımda kalan an şu:

"Ben inşaatçıyım hemşerim anlamam ben değnekten meğnekten!"

Perşembe, Haziran 11, 2009

Metropolis demiş miydim?

Yeni albümünden bahsetmiştim galiba Metropolis'in, ama hala çok da sıklıkla ilk albümü dinlediğimi ve hayran hayran bu adamlar ülkem için zamanının çok ötesindeymiş dediğimi belirtmek isterim. "Firtinali Sarki", "Bekle", "Gel Gor Beni" su andaki favorilerim. Yürü Metropolis kim tutar seni...

Çarşamba, Haziran 10, 2009

Een Ti Vi Spor

Dün NTV Spor kanalında bir programa denk geldik. Programın hali zaten bir bombaydi o ayrı konu ama, sunucu kadın kanalın adını soylerken, Eeen TV diyip durdu. buradaki "e"leri ağzınızı en geniş açıklığa getirerek söylemeye gayret edin ve normalde nasıl "en iyi" diyorsanızki gibi değil tam zıttı açıklıkta söyleyin :))

Yani heralde anlatabildim. İnsanlar kanallarında program sunacak insanlara hiç olmazsa kanalın adını bir kere bile söyletmiyorlar mı acaba? Ne insanlar nerelerde neler yaparken, ben niye burada bunu filan falan...

Pazartesi, Haziran 01, 2009

Yine yaptın Radyo ODTÜ!

Gecenin 2 buçuğunda, radyo dinlemekten yatamıyorum. Yine yaptın Radyo ODTÜ!

Forget Her + Time + bluesy bir Cinderella ballad'ı :)

Borç işleri...

Bizimkilerle konuşurken şimdi aklıma geldi :)

Vardir ya hani, küçük yaşlardaki arkadaşlıklar, ilerleyen zamanlarda işin içine para da girince bozulur. Filmlerde filan da çok geçer, para ister arkadaş, öbürü vardır da veremez, kıyamaz, güvenemez vs. vs.

Benim hiç öyle bir durumum olmayacak gibi :) Şahane bir insan olduğumdan değil de, hiç param olmadığından :D kıh kıh kıh yok ki abi derim, hakkaten de olmamış ve yakın zamanda da olmayacaktır :)

Cumartesi, Mayıs 30, 2009

Forward mailliyorum :)

Davutçum sağolsun akşam akşam eğlendirdi beni. Gülerek yerlerde sürünmek üzereydim en son. Buyrun:

http://urun.gittigidiyor.com/BALKONDAN-DUSEN-PC-MI-SATIYORUM-SADECE-KASA_W0QQidZZ17933327

Cuma, Mayıs 29, 2009

Dans La Tete :)

Bir süredir evde film izleyemez hale geldim. Onun yeriniyse, kısa filmlerle ve özellikle de yıllardım hayalim olup da bir türlü içine giremediğim animasyon dünyasıyla doldurmaya çalışıyorum. Daha önce buraya çok fazla kısa film koymamıştım ama, bunu paylaşmadan yapamıyorum.

Bu arada birkaç zamandır izlediğim Fransız kısa animasyonları, uzunların yanında, adamların bu konuda ne kadar sıkı çalıştıklarını ve iyi olduklarını gösteriyor. Helal olsun :)

Pazartesi, Mayıs 25, 2009

cicibebe

İyi haber mi kötü haber mi emin olamadım...

Radyo ODTÜ Sahne Arkası günlerinde tanıştığımız, çok sevdiğimiz, güzel müzik yapan, kafası bizim gibi (yani en azından bir miktar :D) iyi insanların grubu: cicibebe.

Uzun süredir albüm çalışmaları yapıyoruz, devam ediyor, kayıtlar şahane gitti, az kaldı demişlerdi. Sonunda bitmiş gibi kayıtlar, hatta ilk klibi de izleyebilirsiniz sayfadan ama küsmüşler de biraz haklı olarak... Bile bile böyle bir yola koyuldukları için, sağolsunlar hiç olmazsa şarkıları sunacaklar bize... Buyrun ana sayfalarına, klibi izleyin, sonra takip edip ilerde şarkılarını da indirin efendim.

www.cicibebe.org

Cuma, Mayıs 22, 2009

Yeni Rakı - Yeni Seri

Ordinaryus sertifikamı da aldım efendim :) Bir boş olsak da evde, rakıları yuvarlasak...

yeniseri.com

Ghostbusters 3!!

Çocukluğumun en güzel anılarından biridir Hayalet Avcıları filmleri. İsmin haklarının 5'te 1'ine sahip olan Bill Murray ilk başta biraz mırın kırın etmiş, hatta Dan Aykroyd'un senaryosunun 3. sürümünü okumayı reddetmiş ama sonunda o da ikna olmuş. Esas güzel haberse, orjinal kadronun tamamının filmde oynamayı kabul etmiş olması!

Bakalım Ivan Reitman ya da Harold Ramis yönetmeyi kabul edecek mi ve çekimlerinin kışa başlaması planlanan film, eskisi gibi tat verecek mi...

Perşembe, Mayıs 21, 2009

Become A Fan: Prague!

Facebook'un anlamsız fan sayfaları, kendini bu pislikten uzak tutmuş bir takım ayrıcalıklı (ve aynı zamanda belki de uzak kalarak farklı olduğunu düşünüp, öylece bir yükseklik ayrıcalıklılığı taslayanlar mı acaba) kişiler hariç malum hepimizin hayatında. Birçok "şey"in fan'ı oldum ben şahsen bugüne kadar, neyin olduğumu hatırlamayacak kadar. Ancak galiba az önce, böyle o kadar içten hissederek tıkladım ki o become a fan düğmesine...

You're a fan: Prague.

Sanki memleketimmiş gibi, oraya gidenler sevmeyince onlara suç buluyorum, çok da hoşlaşmadığım birilerinin tanıdığım sokaklarda resimlerini görünce içim acıyor, kıskançlıktan çatlıyorum resmen.

Hiç yaşadığınız şehirleri kişiliklere büründürmeye çalışır mısınız bilmem. Hani Ankara bir insan olsa, karşınıza alsanız mal mal bakar, ne söyleseniz haaaa aaaa daaa der ya; İstanbul, 10 kişilikli bir akıl hastası, gösteriş meraklısı ukala bir imajın altında ezilmiş can çekişen ve ona acı çektirenleri umursamayan yaşlı mı yaşlı aksi bir anneannedir ya sanki... Prag, en yakın arkadaşım gibi gelir bana. Çok mu yaşadın sanki len diyebilirsiniz. Ama, hani arada sırada karşılaşırsınız ya öyle insanlarla, 1 saat yeter, sanki yıllardır tanımış gibi hissedersiniz kendinizi. Yeni gizemlerini keşfetseniz de hergün, kendinizi sınırsız teslim edebilir, anlatabilirsiniz her şeyinizi... Öyle gelir Prag bana, bütün sevdiklerimle paylaşmak ister ama onun gözündeki özel yerimi kaybetmekten korkarım.

Nerden şimdi gece gece... Pis Coleman, hala orada ve bütün ailesiyle, kız arkadaşıyla keyfini çıkardığı için, biraz canım sıkıldı galiba :) hihi

Salı, Mayıs 19, 2009

8mm ve Straight 8

8mm kameramla ilk çekimleri tamamladım. Bir önceki hafta sonu, kamera asistanlığı yaptığım kısa filmde, Vision 3 500T'lerin 8mm filmlerini kullandık kamera arkası tiplemeli bir şey için. 2 rulo ve önceden aldığım reversal siyah-beyaz'ı da Amerika'ya gönderdik bir gidenle.

Film çok yeni, kamera çok eski olduğu için, kameranın pozometresi işe yaramadı. Her dakika da Emre'nin pozometresine el uzatamadığımdan, esas çekimler için kullandığımız kameranın ölçümünü kendime uyarlamaya çalıştım. Söylenene göre telecine'de 4stop'a kadar kaldırırmış Vision 3, bakalım ben neler yaptım, beni kaldırabilecek mi :)) Heyecanla sonuçları bekliyoruz...

Bu arada, 8mm'yle ilgili her gün yeni şeyler keşfediyorum. Sadece 8mm'ye ayrılmış festivaller, buluşmalar olduğunu biliyordum ancak bahsedeceğim çok tatlı projeden habersizdim. Buyrun efendim, straight8. Size verilen 1 rulo 8mm filmle, baştan sona bir film oluşturmaca yarışması. Çektiğiniz filmi, direk adamlara geri gönderiyorsunuz, onlar yıkayıp telecine yapıyor ve siz de filminizi ilk defa bütün dünyayla birlikte görüyorsunuz. Tekrar çekme, kurgulama fırsatı olmadığı için de, amatörlüğün ve aynı zamanda iyi planlama ve yeteneğin de üst sınırını zorluyor proje.

Sayfada, seçilen birkaç filmi izleyebilirsiniz. Alışkanlıkların dışında, deneysele de ucundan uzanan kısa filmler ortaya çıkmış yöntem farklı olunca. Enteresan bir tat efendim, tavsiye ederim. Seneye ben de girerim bu arada :D Kazananlar Cannes'da gösteriliyormuş!!! nooohaha :)

Pazar, Mayıs 17, 2009

Coraline

http://coraline.com/

Öncelikle bu sayfaya girmeli ve flash sayfaların başında görmeye alıştığımız yükleniyor uyarılarının en kendine güvenli ve azıcık da ukala olanını görmelisiniz!

Nightmare Before Christmas insanı Henry Selick'in yeni filmi, bol övgülü - hiç ödülsüz Coraline sonunda gösterime girdi. İstanbul'a geldiğimden beri, 11 Şubat'tan bu yana yani, galiba 4. kez sinemaya gittim (evet ironi diye buna denir :D). Çocuklarla dolu bir salonda, burnunuzu ağrıtan ağır bir 3 boyutlu gözlükle ve Türkçe dublajlı izlemek zorunda olmanıza rağmen, kesinlikle ayırdığınız zamana değecek, psikopat/tatlı, ürpertici /çekici, derin/sade ne bileyim işte uyuşmayan yönleriyle bir bütün, hoş bir animasyon bu film. Ve özetle, Pan'ın Labirenti ne kadar çocuk filmiyse, bu da o kadar çocuk filmi aslında...

3 yılda tamamlanan ve yeni kurulan LEIKA isimli şirketin ilk uzun filmi olan Coraline, muhtemelen son filmleri olmaz ve ilerlediğini zanneden, altı boşalan sinema dünyasına, klasik anlatıyla da olsa, ağızda hala tatlı bir hatıra bırakan sinema filmleri yapılabileceğini göstermeye devam edebilirler bu yetenek bombası insanlar...

Cuma, Mayıs 15, 2009

Perşembe, Nisan 30, 2009

Negatife Karşı Dijital

İstanbul'da setlerde geçen günlerimin en çok yapılan tartışmalarından biri tabii ki bu. Negatifçiler kendilerine çok güvenli, dijitalciler 10 yıl sonra dijital bilmeyenin sektörde yaşayamayacağını söylüyor vs. Ama en güzelini taraflardan biri olan Kodak söylüyor. Hastasıyım :D

"Why try to emulate film when you can have the real thing?"

kıh kıh

Salı, Nisan 21, 2009

Saraylarda Yaşamaca :)

Ülker'den rezil bir reklam kampanyası! :)

Anne seni saraylarda yaşatacağım diyen, annesini çok seven çocuklara yönelik. Tipik, anneni ne kadar sevdiğini şunu bunu yaparak göster, en iyi gösteren kazanacak kampanyalarından.

Bir de internet sayfası kurmuşlar, son yılların en uzun internet adresi sanırım :) Reklamlarda dinlediğim anda firefox'a yazarken unutuyordum az kalsın :D

www.senisaraylardayasatacagim.com kıh kıh kıh

Daha uzun isim bulana açığız hocam, Muzo'dan güzel bir adres bekliyorum :D

Çarşamba, Nisan 15, 2009

2009 Blog Ödülleri

Radyodan kardeş programımız Alt Sokak, blog sayfasıyla 2009 Blog Ödülleri'nde Efes Pilsen Kültür-Sanat kategorisinin adayları arasına girdi.

http://2009.blogodulleri.com/anasayfa

Bu sayfadan önce kayıt olup sonra mail adresinize gelen linkten onay kodunu girip, sonra da yine aynı sayfadan kategoriler bölümüne ya da direk Alt Sokak bloguna girerek oy kullanabilirsiniz.

Ayrıca yine aynı oylamada, kişisel blog kategorisinde de Muzocan'ı oylarınızla destekleyebilirsiniz.

A.I.C. geri döndü demiş miydim?

"So clear a slot in your CD shelf and schedule maternity leave from work in September, because the long drought will be over soon..."

Metrobüs Ancak Türkiye'de Böyle Olur

Metrobüs denen, tek hat üzerinde ve tek şeritte debelenen o manyak alet var ya, fantastik bir olaya denk geldim o alet sayesinde geçen gün.

Karşıdan eve doğru gelen Metrobüs, sınırları kalkıp köprüye girince bir gazlandı. Kısacık köprü mesafesi boyunca, önümüzde giden diğer bir Metrobüs'ü solladı!!!!

Öyle şaşırmamış gibi yapmayın. Bildiğin tramvay önündeki tramvayı solladı gibi bir haber bu. Gerçek ve tamamen bize has.

Pazartesi, Nisan 13, 2009

Life On Mars!

Birçok yönüyle farklı bir gezegende yaşar gibiyi(z)m İstanbul'da. Hani, aldırmayıp, göz yumup burası böyle bir şehir işte, şurası burası güzel, şöyle yaşaması tatlı ama şu şusu da epey zorlu denebilecek. Ama değil... Life On Mars dizisinin Amerikan versiyonundan bir alıntı yakışır tam da şimdi:

"The men and women of New York are a special breed, capable of surviving the urban jungle, but at what price. We've grown accustumed to live in violence, squalor and most of all the acts of depravity both large and small that robs us all of our humanity."

Metropolis

Türk rock camiasının bence en sıkı albümleri arasına girmiş olması gerekmiş albümlerinden biriydi "Makine". Ama olmamış, yine yazık olmuştu bir grup yetenekli müzisyene. Hikayelerini bilmem, aradım da bulamadım o yüzden neden dağıldılar konusuna girmeyelim ama, geri döneceklerini yakın arkadaşlarından bir süredir duymuştum. Gel gör ki, aradan aylar geçmesine rağmen hala bir sesleri çıkmamıştı.

Bugün bir de baktım, yeni şarkılar var myspace'te, hatta epeydir orada muhtemelen ki 1000 küsur kere de dinlenmiş. Vah vah dedim. Bu çağda, hala istediğim bilgiye adam gibi ulaşamıyorum...

Neyse, esas demek istediğim, "Gel Gör Beni"lerinin "Makine"lerinin hastası olduğum Metropolis, yeni solistleriyle, yeni 2 şarkı yayınlamış myspace sayfalarında bir süre önce. Siz de ıskaladıysanız beni, buyrun daha fazla gecikmeyin...

http://www.myspace.com/metropolismetropolis

Pazartesi, Nisan 06, 2009

Metrobüs beni nasıl yuttu...

İstanbul'u bilmeyen bir insan için bir Metrobüs yolculuğu nasıl kabus olur, bunu da yaşamış oldum bugün. Zeytinburnu'ndan, hangi yöne (Aksaray mı Zincirlikuyu mu) gittiği belli olmayan otobüslerden birine binip, neyseki tavanında duraklar yazdığı için 2 durak içinde yanlış yöne gittiğimi anladım. Ama, durakların isimlerini (duraklarda) öyle abuziddin yerlere yazmışki Topbaş, otobüsün içinden bazı duraklarda görünüyor, bazılarında görünmüyor.

Bir de doğru yöne giden otobüse geçince bir baktım ki onda duraklar da yazmıyor. Ben nerden bileyim, sonraki durak ne, bu otobüs nereye gider.

Toplu taşımacılığın, hele hele metro zihniyetli sağa sola sapılmayan tek hatlı sistemlerin ana kuralı değil midir, gelen metronun/metrobüsün üzerinde, gideceği son durak yazar. Yani Avcılar ya da Zincirlikuyu. Ama bize gelen ve Avcılar'a giden metrobüsün üzerinde Avcılar-Zincirlikuyu yazıyor. Sanki Zincirlikuyu'ya gidiyormuş gibi bir de!

Bir de yani, elalem sıradan şehir içinde dolaşan otobüslerde, bir sonraki durağın ismini otobüs içinde elektronik tabelada gösterirken, bizim metrobüsün gösterememesi de kazmalığımızın, baştan sağmalığımızın, buldun da *** istiyorsunculuğumuzun en güzel örneği değil midir...

Bu kadar dellenmemin bir başka nedeni de ipod'umun şarjının bitmiş olması ve yanımda okuyacak hiçbir şeyimin olmayışı da önemli bir etkendir. Bir de tabii koca İstanbul'da kendini cücük gibi hissetme halimin devamlı bana hatırlatılışı. O konuya daha müsait bir zamanımda gireceğim efendim, şimdilik deneyimlerimi biriktiriyorum.

Beykoz Devlet Hastanesi

İnsanların İstanbul'da yaşayabilmesini sağlayan tek şey şu şahane deniz bence. Ayrıntısına ve İstanbul'da yaşama konusuna çok yakın bir zamanda zaten detaylıca bir girmek istiyorum ama, işte bu hoyrat şehrin, Beykoz'da Paşabahçe'ye gelmeden konumlandırılmışş bir devlet hastanesi... Burası, hastanenin girişi. Üst katlardaki hasta odalarını siz düşünün... Hey be!

Çarşamba, Nisan 01, 2009

Benim Cam Kırıklarım var...

Dün gece 1:30 civarı eve dönerken haftalardır evin önünde duran arabama bir baktım, sol arka camını kırmışlar (kelebek miydi ne o kucuk olani değil). Eski bujilerin arkasıyla vuruyorlarmış, böyle cam tuz gibi oluyor ama tam da kırılmıyor (Kinyas bilir). O kalın camı, böyle çarşafmışçasına alabiliyorlar.

Guzelce bagajimi karistirmislar. Cam silme bezlerimden birini yere dusurmusler, bir de 2 yil once gobegim icin cektirdigim ultrason'un sonuclarini gorup almamayi tercih etmisler.

155'le gorusup ekip istedim olay yerine. 45 dakika sonra tekrar aradim, aa gelmediler mi diyerek Goztepe karakolunun telefonunu verdiler. Aradim ki, e siz gelsenize diye sevgiyle karsiladilar beni. Sagolsun bir memur abla, cik cik yazik filan diyerek tutanak tuttu. (O sirada evinden kacmis bir kiz da kayip ihbarina istinaden, ben kayip degilim, evden kactim ifadesi veriyordu, onu bir ara ayrica anlatirim). Sonra da kucuk arabacigimi Caddebostan Otopark'ina (8 saati 10 milyon!!!! yuh) cekerekten gece saat 4'te yatagima ulasabildim.

Sonucta olan benim geceme, uykuma ve kaskoma oldu ama saglik olsun. Hic bilmedigim daracik Goztepe sokaklarinda dolastim, polis beklerken sokaktan gecip kirik cami goren birkac amcayla sohbet ettim, birlikte kufurler savurduk, koymadigimiz **** kalmadi :)

Sevgili Istanbul 1 ay bile sabredemedi.

Çarşamba, Mart 25, 2009

"Dahi" anlamındaki Ceza ayrı yazılır

...müzik marketlerden, televizyon kanallarından, festivallerden çıkarsanız da, hayatın, müzik dünyasının anlamı hiiiç mi hiç değişmez...

Pazartesi, Mart 23, 2009

Çarşamba, Mart 18, 2009

Disneyland!

Normalde akıl sağlığımı koruyabilmek için, politika tabanlı birçok tartışmadan uzak durmaya, daha doğrusu televizyonlarda vs. çok fazla izlememeye çalışıyorum. Apolitizelikle, duyarsızlıkla vs. alakalı değil durum. Olabilir de yani ama, o kadar umudumu kaybetmişim ki parlak bir "gelecek"ten. Sadece sinirlenip, sonra da hiçbir şey yapamamaktan, sade vatandaş olarak elimizdeki tek güç seçimlerin de güvenilirliği azaltılarak elimizden alınmasıyla, bitmişiz yani resmen. Teslimiyetin son noktası olduğunun farkındayım ama, olmuyor işte. Bir adam çıkıp da farklı bir şey söyleyip ya da bir şekilde başkalarını da inandırıp ...

Bugün NTV'de Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adaylarından 3 iddialı olanın konuşmalarını izledik Davutla. Böyle, Karayalçın ve Yavaş'ın konuşmaları sırasında, o şeffaflık, kültürel merkezler/planlar vs. dinlerken, bir nefeslik bir süre için, gözümü açıp kapayana kadar, Kızılay'ı arabasız, merkezleri yayaya açık, metroları akıllıca işletilen, bütçeleri halka açık, gülümseyen insanlarla dolu bir şehir canlandı gözümde. Böyle Amerikan filmlerindeki gibi "over-exposed" bir fotoğraf. Sonrasında da, hiçbir şekilde gerçekleşemeyeceğinin bilinciyle muhteşem bir hayalkırıklığı.

Ne yapabilirim ki?

Kafası olan, o adama oy vermez ama... Kimi bir geceliğe, kimi birkaç kilo kömüre, kimi de Disneyland'a gitme umuduna herhalde...

itunes'a alternatif program

Oh çok şükürler olsun! :) Biraz uzun sürdü tarihin en salak programının yerine kullanabileceğim başka bir şey bulmak ama sonunda oldu. Birkaç haftadır, buraya yazmadan önce test etme amaçlı kullanıyordum. Şu ana kadar hiçbir sıkıntısını görmedim ve artık rahatlıkla tavsiye edebilirim.

floola

İndirmek ve ayrıntıları okuyup kendiniz karar vermek için buyrun.

Ipod'unuza şarkı atıp, Ipod'dan hard-disk'e şarkı kaydedebilen ne azı ne fazlası olan eli yüzü düzgün zahmetsiz bir program. Podcast, fotoğraf, last.fm güncelleme, album kapakları vs. vs. gibi ipod'a ait nerdeyse bütün özellikleri de destekliyor (Ben çoğunu kullanmasam da).

Tabii ki asla kullanamadığımız alış-veriş özelliği yok ve bilin bakalım başka ne yok! "Determining Gapless Playback Information!" olalalala Ayrıca, itunes helper, ipod zakzuk, idevice central cak cuk vb. apple'a ait ama hiçbir işe yaramayan, arka planda çalışarak bilgisayarın hafızasından yiyen programlar da.

Bir hata aldığımız ve neyseki -en azından benimki- şimdilik sorunsuz çalışan (ve beni de şaşırtan) ipod'umu artık özgürce kullanabiliyorum! :))) Yüzümü kara çıkarmaz inşallah program, bakalım testlere devam...

Pazar, Mart 15, 2009

Bilgisayarı karıştırırken...

Ankara'daki bilgisayarımda artık çok az vakit geçirir hale geldiğim için, her karıştırmamda enteresan şeyler keşfediyorum, tatlı anılar canlandırıyorum (Bu aralar yine Proust okuyorum, ondan da olabilir :D).

Mesela Çek Cumhuriyeti'nde, Pisek denen bir şehirde 3 koca ay geçirmiştim, o aklıma geldi yine. Ne garipti, ne zorluydu kimi zaman ve bu fotoğrafların olduğu günde mesela ne kadar eğlenceli ve benzersizdi...

Sonra mesela bu fotoğrafı görünce işte yönetmen olarak imajımı bulmuşum ne güzel dedim :D


Bir de "Escape"in provalarından sonra yediğimiz yemekte gelen hesap varmış! Bu bir tesadüf olamaz değil mi :D


Aaay ay. Mutsuz değilim şu anki hengamemden ve işsiz oturuşlarımdan ama, Pisek'te olmak da fena olmazdı hani...

Perşembe, Mart 12, 2009

Alice In Chains dönüyor!

Çocukluğumda metal yolculuğum kuzen Tuna sayesinde başlamıştı. Çok iyi hatırlarım, diğer kuzenler ya da abiler nasıl olur bu konuda bilmem ama, bizim kuzen al bu eski kasetleri dinle demezdi. Yurtdışından gelirken (Burası bambaşka bir hikaye, geçiyorum) getirdiği 100lük 200lük cd kaplarını açardı masanın üzerine, renkli renkli orjinal cdler ve kitapçıkları arasından, bir dj edasıyla aklına gelen birini seçer, müzik setine takar ve dikkatle dinlemem gereken bölümlerini dinletirdi bana bangır bangır.

İlk To Bid You Farewell'imi de böyle dinledim, ilk Empty Words'ümü de ya da şu anda ne adını ne nasıl olduğunu hatırlayabildiğim Kreator, Kyuss vb. grupların şarkılarını. Bazen, sadece küçük bir gitar pasajıydı kuzenimin ilgisini çeken, bazen -To Bid You'daki gibi- baştan sona, hatta defalarca, bütün şarkı.

Kimi zaman sıkılırdım bu eğitim saatlerinden, çünkü öncelikle o cd kılıfları içindeki cd'ler asla bitmeyecek ve içerdeki odaya geçip bilgisayarda uçaklar uçuramadan akşam olup yemek saati gelecek diye korkardım. Sonra, onca cd içinden kuzenimin aklına devamlı bir şey geldiği için, şarkıların büyük bölümünü ileri sarma opsiyonuyla dinlerdik, koca bir cd'den toplamda sadece 1 dakika anladığım olmuştur mesela. Ayrıca, bunca bilgi ve müzik yüklemesi bazen de çok gelirdi küçük beynime. Daha bir çocuk sayılırdım ve şimdi olsa iştahla hepsini içime çekeceğim koca bir arşivi birkaç saat içinde hazmetmeye çalışıyorduk. Ne olursa olsun, geleceğim ve müzik bakışım için mükemmel bir şey yaptığımızın farkındaydım, ona şüphe yok ve hayran hayran izlerdim kuzenimi, bunca ismi nasıl aklında tutuyor, bütün gitaristlerin davulcuların hikayelerini nasıl oluyor da biliyor diye. Ben de ilk olarak gidip Maiden'ın ve Queen'in grup üyelerinin adlarını ezberlemiştim sonra...

Aradan yıllar geçti tabii sonra, biz kuzenimle senede 1 hatta 2 senede bir görüştüğümüz için, onun zaten aşmış müzik bilgisi görece çok fazla ilerlemezken, minik benim ufak kafam, her sene bir öncekine oranla 2 kat daha çok bilgi alıyor, hevesle ne bulsam saldırıyor, kuzenim gelip bir şey dinlettiğinde ben onu zaten biliyorum diyebileceğim günlerin hayalini kuruyordum. Pek öyle olmuyordu ama yine de ilerleme kaydettiğim kesindi.

Orta okulda, belki de lisede metal dinleyenler bilirler, belki de herkeste aynı olmuyordur bu süreç ama, ben sert bir şey dinledikçe daha fazlasını arıyor, Bruce'un solo albümlerinden, Overkill'e, Megadeth'e (asla Metallica'ya değil! :D), ordan Slayer'a Death'e gittikçe sınırlarımı zorluyordum. İşte öyle sertlik iştahıyla dolduğum yılların birinde, bir yaz kuzenin evinde buluştuk yine. Ben ona ağzım sulanarak öğrendiklerimi anlatıyor, cd kılıflarındaki adını duymadığım ama aşırı oldukları belli grupların albümlerine ne zaman sıra gelecek diye bekliyordum. Oysa kuzen - benim de sonradan farklı bir şekilde yaşayacağım - müzikte olgunlaşma evresi denebilecek bir dönemece girmişti. Önce iştahımı biraz Death'le doyurmuş, sonra da bak bu adamlara, sert değiller o kadar ama, acı, duygu, umutsuzluk aynı çoğu zaman demişti.

İlk dinlediğim Alice In Chains şarkısını hatırlamıyorum, ama sanırım Them Bones ya da Rooster olabilir (Kuzenim bayılırdı Rooster'a). Sonra bir tutkudur başladı bende de. Soundgarden'a da ordan geçtim, diğer birçok 90'lar grubuna da. Ama AIC'nin yeri hep ayrı kaldı. O andan sonra çıkacak bütün albümlere saldırdım ama, bir gün acı haber geldi. Layne Staley Cobain'le aynı ayın aynı günü, farklı bir yılda evinde ölü bulunmuştu. Yaşadığım ilk ünlü-ölümü-sarsıntısı bu değildi ama en çok üzüldüklerimden biri olduğu kesin. Ardından yıllarca Cantrell'in solo albümlerinde o AIC tadını bulmaya, MTV Unplugged'daki hüzne bir karşılık bulmaya çalıştım. Devamlı sayfalarını ziyaret edip, yeni bir haber var mı diye meraktan çatladım...

ve sonunda, birkaç konser sonrasında, AIC, yeni albümünü kaydetmeye başladı. Aslında niye bu kadar çok bekledim bu konuda yazmayı bilmiyorum, 2008'in sonunda başladılar çünkü kayıtlara, belki bitirmeyeceklerinden, vazgeçeceklerinden korktum. Ama sonunda, bu Avustralya konserinin küçük videosunu görünce ve dinleyince içim rahata erdi. Evet, artık kesin bu: Alice In Chains geri dönüyor. Orjinal kadro, William Duvall'la ses bularak... Kutlayabiliriz!

AIC Australia Recap

Çarşamba, Mart 11, 2009

Sömürü

"Sinema ve televizyon, ..., insanın görme organlarının yetersizliğini sömürmektedir."
Sokolov

"and the ball was square..."

Mükemmel bir slogan. 60'larin sonundan bu yana dünyayı çeşitli boyutlarda meşgul eden pong oyunu için tabii ki.

http://www.pongmuseum.com/ sayfasını ziyaret ederseniz, 40. yılını kutlayan oyunun tarihinde ilginç bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Muhtemelen biriyle olmasa bile bilgisayara karşı bu oyunu oynamayan yoktur herhalde...

Özellikle ana sayfadaki, 1969 yılından gelme video izlenmeli!

Salı, Mart 10, 2009

Kurgu

Yaa ne kadar az şey biliyormuşum kurguyla ilgili. Uyduruk 6 dakikalık filmimin başına bir oturdum, ne yapmam gerektiğine dair hiçbir fikrim yok. Bugüne kadar gördüklerim, duyduklarım, izleyerek bilinçaltıma işlenmiştir dediğim her şey hiçbir şeymiş meğer.

Hemen sarıldım en yakınımdaki kitaba, Pudovkin, Kuleşov, Sokurov ve ov'la biten bir sürü isim daha bir arada. Bu da fazla teorik oldu galiba ama, bakalım sonuç bir şeye benzeyecek mi...

Pazartesi, Mart 09, 2009

Satılık EMG-85 Aktif Manyetik (2. el)

Daha önce de söylemiştim sanırsam. İki EMG-85 manyetiğimi de satıyordum, biri gitti geriye ikincisi kaldı. Alışveriş ve ayrıntılı bilgi için sahibinden.com satış sayfasını ziyaret edebilirsiniz:

http://www.sahibinden.com/emg_85_aktif_gitar_manyetik_2_el_-78WQQaXQQ12947581WQQpXQQdisplayitem

Montaj için bütün gerekli malzemelerle birlikte postalanıyor ürün, ilginizi çekerse, tanıdığınız birileri sever derseniz kaçırmayın. Fiyatı: 100 TL, vallahi yeni almaya kalksanız 120 dolar'dan başlar :D

Pazar, Mart 08, 2009

Braun Macro MZ 864


Tadaaa!!!

Yeni ve ilk 8mm kamerama kavuştum: Braun Macro MZ 864. Kamera yeni değil tabii ki de :) 1974 yılından kalma, sahibinden.com sayesinde oldukça uygun bir fiyata edindim bu kamerayi ve kucuk bir el isigini ve bir 8mm oynatici projeksiyon aletini.

Pilleri takıldığında en azından motor bölümü düzgün çalışıyor görünüyor ancak sonuçta filmlerin pozlanışı nasıl çıkacak bekleyip göreceğiz. Türkiye'de 8mm, filmler, banyo ve telesine işlemleriyle ilgili yakında daha çok yazacağım ancak şimdilik bu kameraya sahip olan başka birisi daha olacaksı yardımcı olmak adına, teknik özelliklere geçelim.

silent super 8 cartridge

lens: Braun Macro Super Stellar Zoom f: 1.7 \ F: 8-64 mm

focusing: manual, microprism

macro focusing: yes

zooming: auto with 2 speeds and manual

filter size: 62 mm

viewfinder: single-lens reflex with adjustable eyepiece

exposure: auto and manual exposure control; TTL EE, CdS photocell

exposure compensation: +/- 2 f/stops

backlight control: + 1 f/stop

aperture scale: f/1.7 to f/22

CCA filter: built-in 85A filter, with filter switch

filming speed: 18, 24 fps, slow motion (40 fps), single frame

shutter opening angle: 180 degrees

fading: auto fade-in/fade-out

sound: double-system, recording with synchronized tape-recorder

remote control socket: yes

2 cable release sockets: single frame and continuous running

movie light socket: screw type

synchronized flash socket: yes

handle: fixed pistol grip, chamber for penlite batteries

battery checker: yes

power source: 4 x AA bateries \ 2 x PX625 button cells for light meter

external power jack: 6 V DC

weight: 850 g

dimensions: 60 x 195 x 235 mm

tripod socket: 1/4"

made in Japan by Cosina

-----------------
Bu bilgi http://www.super8data.com/ sayfasından alınmıştır...

Cuma, Mart 06, 2009

Terminator Salvation Trailer!

Hihi

5 Haziran'da gösterime girecekmiş yeni Terminatör filmi. Bu fragman pek havalı olmuş. Adamların özel efektlerle, bilgisayarlarla yapabildiklerinin sınırları genişlemeye devam ettikçe, ortaya çıkan işler de bizi havalara uçurmaya devam edecek gibi. Küçücük bilgisayar monitörümden izlerken bile, devasa bir gökdelene bakarkenki heyecanı hissettim içimde :) Ha, efektleri koyarken, efendim konuyu önemsemiyorlar bölümüne hiç girmiyorum, Hollywood zaten ne beklersiniz :p Buyrun siz de izleyin...

Cumartesi, Şubat 28, 2009

Where Did I Lose Your Love?

Bir Journey şarkısı. 2008 tarihli Revelation albümünün de bilmem kaçıncı single'ı. Radyoda dinlerken böyle bir içim şey olmuştu, bu şarkı için bir şeyler söylemek isterim ulan diye düşünmüştüm ki, Hisseli İstek'te Alicim haftanın en çok istek alan şarkısı diyerek patlattı. Bir de dedi ki "ne varsa eskilerde var".

Aramızda küçümsense de Journey, 2008'in, en çok satan 8. turne grubuymuş. Bu albüm de aradan geçen yıllara ve değişen solistlere rağmen platinyum satmayı başarmış Kuzey Amerika'da. Valla helal olsun. Ne kadar sıradan, bilindik, tahmin edilebilir olsa da, insanın içini titretebiliyor, kalbini hızlandırabiliyor.

Sonra dedim ki içimden, böyle şarkıların kıymetini bilecek, ne kadar geyik olursa olsun 40 Haramiler'e alacak kaç insan kaldı radyomda? Sorun radyoda değil de işte, dönemde galiba. Ne bileyim...

Salı, Şubat 24, 2009

Fenercell!!

haha

Şuraya Fenerbahçe ya da futbolla ilgili en ufak bir şey yazacağım aklıma gelmezdi, ama kader işte :))

Gittiğim ilk reklam setinin sonuçları yayınlanmaya başladı, bugün gördük televizyonda. İşte böyle bir şey olmuş. Çekilenin, yapılanın 100'de 1'i olduğunu ve toplamda 2 saniye kullanılan yandan geniş maç çekimi için, 1.5 saat harcadıklarını da not olarak ekleyeyim. aah ah bu reklamcılar...

Pazartesi, Şubat 23, 2009

Çevirenleriniz Bol Olsun

İstanbul delirmiş. Gecenin 3 buçuğunda Taksim'den, hepsi içip eğlenmiş insanlarla birlikte dönerken 2 çevirmeden geçtik. Biri Şükrü Saracoğlu'nun orada, diğeri de sahil yolunda Çiftehavuzlar'a doğru. Küçük aralarla olması ayrı bir konu tabii ama en bombası 2. çevirmede sarı dolmuşumuzu da bir kenara çekip, içerdeki herkesin kimliklerini toplamaları oldu.

Yeni bir oyuncak bulmuş polis, herkesin TC kimlik numaralarını telefonlarından bir sayfaya giriyorlar, sonra heralde aranıyor mu vs. onu görüyorlar. Neyseki henüz bir vakam çıkmadı ama bir yanlışlık olsa, çıksa, adam orda beni alıkoymak istese, gece gece o saatte ne bok yerim, hiç bilemiyorum.

Bu arada istisnasız, gece 2'den sonra eve dönmeye çalşıtığım her anda çevirmeye girdim ama öncesinde bir şey olmadı. Belki de belli bir saatten sonra çıkıyorlar ya da ben şanslıyım! Yani neymiş, İstanbul'da alkollü araba kullanmak ya ... ister ya da ara yolları çok iyi bilmek. Ben getiririm arabayı, eve yakın bulduğu ilk park yerine de koyarım abicim. Gerisine karışmam :)

Perşembe, Şubat 19, 2009

İstanbul'da Metro

Canım bu İstanbullular henüz Metro adabını edinememiş. Sarı çizgiyi geçmeden duramıyorlar, ama bizim Ankara'daki zihniyetle değil. Bilinçsiz olarak, bilmediklerinden geçiyorlar. breh breh Kendimi acaip üstün hissettim :))

Pazar, Şubat 15, 2009

"Q" Sırası

İstanbul'da olmanın artılarından faydalanayım diyerek, uyumaktan ve dolanmaktan arta kalan zamanımı, 8. !F İstanbul FF'ne ayırdım. Dün 1, bugün 2 film izledim.

The Burning Plain
, çok oturaklı yazılmış, harika oynanmış ve bir araya getirilmiş, güzel kurgulanmış akıllı bir dramdı. Meksikalıların yükselen sinemasına güzel bir örnek. Charlize Theron'sa sadece yüzüne makyaj yapıldığı için Oscar kazanmadığını kanıtlar gibi parlıyordu.

Sonra, The Pleasure Of Being Robbed, bağımsız filmler dünyasının çok konuşulanlarından biri olduğu için dikkatimi çekti. Ama pek de değmezmiş. Birkaç arkadaşın, dijital bir kamerayla, çok düşük bütçeyle çektikleri, minnacık bir filmdi. Kötü denemez belki ama, kopardığı tantanaya da değmeyeceği kesin.

Ve son olarak, The Infinite Playlist Of Nick and Norah. Juno'nun açtığı yoldan, akabinde biraz daha para kazanır mıyız gazıyla çekilmiş, sıradan ve uydurma bir gençlik filmi. Bazı izleyenler çok eğlendi, sonunda kendilerine güzel filozofik sonuçlar çıkardı, güzel epey fazla anı olduğunu da yalanlamasam da, 90 dakikaya değmeyecek, Juno'daki hamilelik-annelik-yaşlı adam/genç kız gerginliğinden arındırılmış, çok sıradan bir gençlik aşk filmi diye özetleyebilirim. Gitmeyin.

Esas konuya gelecek olursak, ilk defa dikkatimi çekti, belki daha önce hiç denk gelmediğim için, belki de bende bir terslik olduğu için bilemiyorum ama, AFM Fitaş Beyoğlu sinemalarında aldığım bilet "Q" sırasındaydı. O ne demek abi? Öyle bir harf yok bu ülkenin alfabesinde. Bir de salonun en arkasında olunca o sıra ve arkaya doğru "O"dan sonra 2 sıranın üzerinde harfler yazmayınca, P mi önce gelirdi Q mu diye düşünmek zorunda bile kaldım. Hay anasını satıyim özentiliğimizin...

Pazartesi, Şubat 09, 2009

IWhyShy? Sahnede!

IWhyShy? çok sevdi sahneyi. 2 hafta arka arkaya çalınca, özellikle bir de ikinci hafta, Radyo kitlesi dinliyor uleeyn baskısı olmayınca üstümüzde, bir de üstüne üstlük, her çaldığımızı bilen, Yavuz Çetin'e eşlik eden, deliler gibi eğlenen bir Mantar kitlesi de olunca karşımızda, başka bir tadı oldu IF'in bence.

Dediğim gibi, çok sevdim(k) sahneyi, devam eder, arayı soğutmadan yine bir araya geliriz umarım. Fotoğrafların devamı için "buraya" buyrun.

Pazar, Şubat 08, 2009

Milk - ek!

Tam Milk demişken bir şey gördüm az önce, paylaşmadan edemiyorum. Frost/Nixon, The Reader ve Milk, en iyi film Oscar adayı olmalarına rağmen çok az seyirciyle buluşabilmiş. Öyleki, son 10 yılın, en az izlenen "En İyi Film Adayları" listesinde de ilk 10'a girivermişler.

En az izlenen, en iyi film adayıysa, "Letters From Iwo Jima". Listenin devamı için buyrun.

Milk


"California's first openly gay elected official"

Harvey Milk'in 40. doğum gününden yola koyulan bir film Milk, eğer hala duymadıysanız. Gus Van Sant'ın "Mala Noche" ile başlayan sinema kariyerinde, kenara itilmiş, görmezden gelinmeye çalışılmış ama ister kişisel, ister düşünsel, isterse toplumsal düzeyde geri savaşmış insanlar yer almaya devam ediyor filmlerinde.

Amerikalı birçok eleştirmen, sinema yazarı vs., bu filmi 2008'in en iyileri arasında göstermiş. Amerikan izleyicisinin karşısına 28 Ekim 2008'de çıkmış bu film. Kiliselerine bağlı Amerikan halkı ne demiştir bu filme, genelde nasıl bir tepki almıştır bilemiyorum ama ülkemde gösterime girer mi, girerse kimse gider mi, yoksa göz ardı etmeyi tercih mi ederler... cevapları nispeten biliyoruz. Beni direk etkilemiyorsa (ki direk etkilese de sessiziz o ayrı), rahatımı belli bir sınırdan fazla zorlamıyorsa, kapa gözlerini diyen Türk insanı, belki de gidip breh breh nasıl da vurmuşlar adamı göz göre göre diye olayın sonuna hayıflanır...

Güzel film, şahane bir oyunculuk (Sean Penn), Slumdog gibi allı pullu olmasa da, etkileyici bir kurgu. Diğer adaylar arasında En İyi Film Oscar'ını alması pek muhtemel değil heralde ama alırsa da şaşırmamalı.

Cuma, Şubat 06, 2009

Varan Bolu Dağı Tesisleri

Kısa tarihimde geçmişe doğru küçük bir yolculuk yaptım bugün, İstanbul-Ankara yolunda verdiğimiz bir molayla. Varan'ın Bolu Dağı Dinlenme Tesisleri, girişindeki tabelada da yazdığı gibi, "Hizmete Devam Etmekte"ydi. 8-9 yaşımdan itibaren İstanbul-Ankara arasında ailecek dokuduğumuz mekiğin en önemli bölümlerinden birini oluştururdu bu tesis. Bugünlerdeyse, yeni "geçit"in açılmasıyla üzerine adeta ölü toprağı serilmiş engebeli, virajlı, dar dağ yolunun hayaletlerinden biri haline gelmişti, tabela her ne kadar aksini iddia etse de.

Hep o 9 yaşındaki gözlerimle hatırlayacağım bina ve çevresi nerdeyse hiç değişmemişti. Yemeğinizi almak için girdiğiniz bölüm, tuvaletlerin yeri, masaların dizilişi... Ferahlatıcı dağ kokusu taşıyan köpüklü ayran dışında eski havası yoktu ama yemeklerin. Sanki onlar da yarım saatlik bir fark için vazgeçilen doğa güzelliğinden, arkasına bakmadan var gücüyle kaçan insanlığa gücenmişti. Belki de ben küçük yaşımda, dağ yolunun saldığı korkuyla acıkan minik miğdemi doldururken fazla büyütmüştüm bu yemekleri gözümde ama yine de hafif çaptan düşmüş olsalar da bolca peynir rendelenmiş domates çorbası ve pilav üstüne serpilmiş döner parçaları dostça birer edayla selamladılar beni. Ablamın çorbasını iştahla içişi, her tesise adım attığımızda yüreğimde yükselen acaba döner kalmış mıdır heyecanını hatırlattılar bana. Tek sıkıntı, belki diğer firmalarla yarışabilmek için düşen otobüs fiyatlarıyla birlikte darbe yiyen elit imajı korumak için belki de günlük misafir sayısı 10'da 1'ine düşen tesisin masraflarını çırakabilmek için, Varan'ın fiyatları fahiş boyutta sunmasıydı.

Yemek sonrası, alışılmış tuvalet ziyareti de, nerdeyse tamamen anılara kilitlenmek üzere terkedilen bu tesisin o eski filmlerin eski görünmesi gibi, bakımlı olsa da köhnelikten kurtulamadığını kanıtlıyordu. Binadan sıyrılıp birkaç dakikalığına da olsa kendinizi Bolu Dağı ile yalnız bırakmak istediğinizdeyse, uçsuz bucaksız dağ sıralarının ve ağaçların arasında yutulmuş küçük köy evleri yerine, devasa ve ürpertici bir otoyol ve üzerinde süzülen irili ufaklı böcekler dikkat çekiyordu artık. Suyun şorul şorul aktığı, sırf o sudan birkaç gün daha içebilmek için arabada koca koca damacanalarla dolaştığımız günlerden geriyeyse, ince bir parmak kalınlığını geçmeyen bir sızıntı ve zamanında bizim yaptığımız gibi o berrak buz gibi suya akın etmektense, telefonlarıyla beyinlerini zehirlemeye çalışan insanların tamamen ihmal ettiği, görmezden geldiği çıplak bir çeşme kalmıştı geriye.

Kaç defa daha gitsem, hep 9 yaşındaki gözlerimin gördüğü şekliyle hatırlayacağım Varan Bolu Dağı Tesisleri'ni ve Varan molalı İstanbul-Ankara seferlerinde buraya uğramaktan vazgeçmese de, soran olursa eğer, bir hatırlayan, herhalde kapanmıştır yeni geçit açıldıktan sonra diyeceğim, girişteki tabelaya inat. Gülümseyerek koştuğum bir anı olsun orası, kimse elleyemesin, yemekler de eskisi gibi değil yahu diyemesin diye...

Salı, Şubat 03, 2009

Brit Awards!

Haha, Iron Maiden myspace sayfasından böyle bir mesaj atmış, aynen buraya da yazıyorum.

"Unless you think Coldplay, Elbow, The Verve or Scouting For Girls are better than Maiden live. In which case, may we suggest seeking help..."

http://www.brits.co.uk/vote/

Brit Ödülleri'nin En İyi Canlı Performans ödülüne aday olmuş sevgili Maiden, desteklemek şarttır. Adınızı soyadınızı yazıp bir de mail adresi girerek hemen oy kullanabilirsiniz. Acaba single'ı kim kazanacak... Leona Lewis mi??

Pazartesi, Ocak 12, 2009

Bakış

Benim de böyle, her fotoğrafta aynı çıkan, bana özel bir bakışım var mı??

Çene hafif aşağı, gözler azcık yukarı doğru, hafiften de kafayı yana kaykırtmalı filan mesela...

Cumartesi, Ocak 10, 2009

The Wrestler ve Aronofsky'nin sonu...

Darren Aronofsky, sonunda "normal" bir filmle ve bu sefer bütün dünyayı sallamacayla karşımızda. Özellikle son üçte birlik bölüme kadar, mükemmel anlatılmış, şahane oynanmış, güzelce ayrıntılandırılmış harika bir deneyim. Evde, kendi kendime filmin karakterleriyle konuştuğum az olmuştur bugüne kadar...

Ancak, son bölümde, geleneksel anlatıya o kadar birebir tutunuyor ki, "anti" tarafından diyelim ya da, biraz canımı sıkmadı değil. Evet tamam, yine çok güzel, çok dokunaklı, ama sanki Hollywood'a uygun olsun denerekten kotarılmış bütün film. Senaryoyu Aronofsky'nin yazmayışından da belli aslında. Bir de insanları arkalarından takip eden kamera, sanki bir bilgisayar oyunu tadında, bir süre sonra can sıkabiliyor ve ben anlatıya belirgin bir katkısını bulamadım ne yalan söyliyeyim.

Şimdi de imdb'ye bir baktım, Aronofsky bundan sonra ne yapıyor diye, canım sıkıldı. Micky Ward'un hayatını anlatan bir boks filmi var önce 2009'da, ardındansa Robocop tekrar çevrimi!!

Pi'nin, Requiem For A Dream'in, Fountain'ın asi yönetmeni, yola gelmiş sanki. Herkesi kendilerine uyduruyorlar demekki onlar bir şekilde. Ya da yaşlanmaya başladı belki "yaratıcı" yönetmenimiz.

Canım sıkıldı bak şimdi...

Neyse konuya dönersek, The Wrestler güzel hatırlanacak kesinlikle ve Mickey Rourke başta olmak üzere birilerine Oscar da getirebilir. Ama filmin en güzel yanı, 80'lerin hair metal'iyle süslenmiş olması. Ve o kadar güzel bir sahneye o kadar güzel bir diyalog yerleştirmiş ki yazar ya da yönetmen:

"80s were the best shit ever man! Then that Cobain pussy had to come around and ruin it all!"

Hell yeah!! hahaha

Pazartesi, Ocak 05, 2009

Siz de girin...

RTE bir basın açıklaması sırasında CHP'ye laf sokacağım diye, youtube'a atıfta bulunmuş. Bir gazeteci de youtube'a girilmiyor diye hatırlatmış, bizimki de "Ben giriyorum, siz de girin" demiş.

Sağda solda gezmekten Türkiye'deki gerçekleri unuttu heralde. Bir basbakan halkıyla böyle de dalga geçmez ki...

Cuma, Ocak 02, 2009

Aday

Bu halk bu adamı bir kere daha seçerse pes doğrusu!

Her şeyi geçtim, en basitinden hadi, şehri günlerce haftalarca susuz bırakmış, sonra çıkıp bir de dalga geçmiş şu adamı, yalancı olduğu televizyonda kanıtlanmış yüzsüz adamı... pes yani...

Vallahi yine seçecekler...

ks!!!

Perşembe, Ocak 01, 2009

Issız Adam

Voilaaa!!! Sonunda gördüm Çağan Irmağımızın bu filmini de :) Popüler sinemamızın, "içi dolu" yönetmeni gibi bir izlenim var hala benim içimde, galiba genel çevreden öyle bir dolduruşa geliyorum ama sebebini de anlamıyorum bir türlü. Hayır, Ulak'ı sevmem, Babam ve Oğlum'u sevmem, e Mustafa Hakkında Her Şey'i sevmem, o zaman neden bu sempati?? Eli yüzü düzgünlüğe olan açlığımızdan olsa gerek herhalde...

Gitmeyen son 2 kişi olduğumuza inanarak salona girdik bugün İpek'le. Çantamda tuvalet kağıdı bile hazırdı foşur foşur ağlarsak diye!! ekşisözlük alıntısıyla, inanılmaz detaylarıyla koltuğuma mıhlanırım diye bekledim durdum devamlı, ama olmadı.

Sinema öğrencilerine dış sesin kötü kullanımı için örnek olarak gösterilmeli bence bu film. Ya da yönetmen adaylarına, kendi zevklerinizden bahsedecekseniz, nasıl yapmamalısınız derken bir hoca bu filme atıfta bulunabilir. Dijitalle çekseniz daha kolay olmaaa mı ehuhuehuehee diye kalırsınız yoksa öyle ortalıkta, oyuncunuzu da rezil edersiniz filan denebilir mesela. Sonraa sonra sonra, klişeler?? Evveet, klişeler...

Neyse, sonuçta birçok güzel anı da yok değildi. Ölesiye nefret etme durumu yok yani, ama koparılan kıyamete değer mi, bu filmi izledim de bir şey kazandım mı gibi soruların cevapları malum ne yazıkki. Bir tek, neden sevgilimin yüzüne bakıp bir hikaye yazamıyorum anasını satiyim, yamukluk bende mi acaba diye bir duygusuzluk, kendinden tiksinme oluştu. Yazarken ne güzel oluyor di mi, sonra çekince bir garip duruyor... tüh

Nasıl başlamıştık bu yazıya, evet, iki sevgili arası diyalog yazma dersi için çok uzaklara değil, Amerika'ya bakınız, buyrunuz Linklater abimiz ve "Before Sunrise / Before Sunset".