Salı, Aralık 25, 2007

Iron Maiden İstanbul'a gelse?

Mesela yani...

Bu yaz mesela...

Şöyle Ağustos gibi örneğin :)

Güzel olmaz mı?

Perşembe, Aralık 20, 2007

Lacie 320

:) Bir external hard-disk'ten daha güzel elektronik alet yok şu an benim için :)

Filmleri sınıfla, altyazı bul, DVD'lere bas, düzgün basmış mı kontrol et, üzerine isimleri yaz, numara ver, database'e gir cart curt. Oh be neymiş o işkence, bitsin DVD dönemi, açılsın hard-disk devri :))

Kazandığım bütün parayı harcamayı ne kadar da çok seviyorum :D

Pazar, Aralık 09, 2007

Sağlık...

Çok önemli...

Göbek? O da çok önemli... :)

Perşembe, Kasım 29, 2007

"House M.D." sezon 4

Ağzım açık izliyorum her bölümü!

4. sezona çok zor bir işle başladılar, ilk 3 sezondaki muhteşem üçlüyü dağıtıp yerlerine yeni adamlar koymaları gerekiyordu ve tam da House'a uygun bir şekilde, 20-30 kişiden 3 kişiye düşürme oyunu başladı.

İlk bölümlerde eski 3'lü geri dönsün lütfen diyordum, aradan 8 bölüm geçti ve artık o ilk 3'lü keşke hiç görünmese diyorum... Bu nedir?

İletişimin ikna gücü! :)) hahaha

Siyah-beyaz bölümüyle insanı çıldırtan, dahiyane bir dizi House M.D. Çok izlemem tv filan ama tarihin en önemli televizyonculuk olaylarından biri olduğu kesin... Tavsiyemdir...

Cuma, Kasım 09, 2007

Söylemiş miydim?

Nefret ediyorum Ankara'dan, söylemiş miydim? Her şeyinden, beni böyle yapışından...

Pazartesi, Kasım 05, 2007

Boşa Korna Çalma!


Ey bu blog'u okuyan medeni insanlar :) Medeni olmayanları ötekileştiren bu söylemin devamında önereceğim sayfa önemli bence.

Boşa Korma Çalma sayfası

Terör, türban, Amerika vs. yüzbin tane sorun varken bir bu mu kaldi diyenlerden olmadığınıza emin olarak, bu sayfaya girmenizi ve adınızı kaydettirmenizi öneririm. O ışık kırmızıdan turuncaya döndüğü anda korna yememek için hemen kalkıp, bir de üzerine yine korna ya da selektör yiyerek delirenlerdenseniz de oluuur; tunalı / kızılay farketmez, yaya ağırlıklı bölgelerde yürürken araba kornalarından arkadaşınızla konuşamayanlardansanız da...

Haydi bir de video o zaman size...

Perşembe, Kasım 01, 2007

Pes '08

Bilene de bilmeyene de anlamlı bir başlık oldu bu; pes edişlerim ve kendime "pes yani" diyişlerimin hayatımın 26. yılına tıpkı öncekiler gibi taşınacak olmasının yanında, esas bir de kendime küsmemi sağlayan bilgisayar oyununu da simgeliyor PES '08.

Yaklaşık 2 haftalık bir süre içinde, derslerimden biri için bir program fikri, diğeri içinse bir araştırma konusu ya da başka bir deyişle sosyal bilimler çatısı altında araştırılabilecek bir soru bulmam ve bunların ikisi için de başlangıç araştırması yapılmış, sayfa altına küçük puntolarla dipnotları belirtilmiş 3-4 sayfalık yazılar hazırlamam gerekiyordu. Son 3 gündeyim. Ne o var elimde ne öbürü, ama şansıma ne buldum? PES '08. Sabaha karşı 04.30'da bilgisayara bakıp, gerizekalı birkaç programcının yazdığı, esasında arka arkaya hesaplamalardan mevcut bir sarmalın içinde, parmaklarım acıyana kadar karşı kalenin filelerini havalandırmaya çalışırken buldum bir an kendimi geçen gün. Hastir napıyorum ben derken, dur bari yuvarlak olsun tam 5'te yatıyim diye bir maç daha yapmayı da ihmal etmedim...

Ey gidi salak Vefik; beyinsiz, tembel, şapşo Vefik...

Cuma, Ekim 26, 2007




Sırasıyla AKM, Sophie Marceu & Christophe Lambert, Francis Ford Coppola & Onur Ödülü...

Yaşanılması gereken bir tecrübeymiş, Altın Portakal...

Pazartesi, Ekim 22, 2007

Antalya'dan ilk izlenimler;

Altta soldaki resim, Anıl'ların evinin balkondan bir manzara, sağdaki resimse Sheraton Otel, internet sağlayıcımız yani :D


Sonuç, bedava internet, mükemmel manzara, kalorifer peteksiz ısıtma gerektirmeyen evler...

Burada yaşanır :D Tabii sokaklara çıkıp hanzo miktarını henüz görmedim ama sanki Ankara'dan ya da Eskişehir'den daha çok olacak değil ya...

Altta "Bazıları Festival Sever" için canla başla çalışan Anıl ve yanında da evini, Antalyasını seven Anıl olmak üzere iki tipleme çalışmam. Portfolyo olarak Prag'daki okula göndermeyi planlıyorum :p



Altın Portakal heyecanı şimdi başlıyor. Birazdan çıkıyoruz evden, biletler alınıyor, yabancı basınla bağlantıya geçiliyor, halkın içine giriliyor ve son olarak da Tony Ayres'le bir röportaj bir terslik olmazsa. Gün, umuyorum ki Michael Winterbottom'ın son filmiyle bitecek...

Pazar, Ekim 21, 2007

Kendinimi hiç bu kadar zavallı hissetmemiştim...

Evet, referandum...

Versen bir türlü, vermesen bir türlü...

Herkes haklı, herkes haksız...

Perşembe, Ekim 11, 2007

House delirdi!

Tuylerim diken diken hala!

Hic oyle cilgin bir televizyon ya da dizi izleyicisi filan degilimdir, kesin konusamam tabii ki ama, House M.D., gordugum duydugum en sapikca televizyon olayi! Kanalin en havali saatinde yayinlanan, 3. sezonunun sonuna gelmis bir dizide zaten oylesine buyuk ve koklu bir degisiklige gitmeye baska hicbir ekip cesaret edemezdi. 4. sezonun ilk bolumunun sonunda attiklari yemi de (House'un gozdesi olucakmis gibi gorunen sevimli kizcagiz) ikinci bolumun basinda cart diye siliverdiler filan. Durmuyorlar da orda ve sasirtmaya devam ediyorlar hep...

3 sezondur hep ayni formulu uygulayan bir diziyi (yani hasta belirtiler gosterir, hastaneye gelir, teshis-yanlis-teshis-yanlis-teshis-yanlis-teshis-dogru omurgasi) bu kadar siradisi yapabilmek, inanılmaz.

Sonunda bir süredir uzak durdukları olum temasina da geri donduler. Bu sefer olumden de ote, direk, hic acimadan, olum-sonrasi-yasam (afterlife ya anlayin iste :D) diye carptilar tokadi. Kimilerini cok etkilememis olabilir ama buyuk cesaret ister bence, hele bir de sonraki bolumun reklamini da izledikten sonra uyumamın imkani yok artik benim :D Amerikali olsam kesin izlemeyi bırakirdim House'u, aksam aksam niye bozayim canim sinirlerimi diyerekten...

Çarşamba, Ekim 03, 2007

I Robot, Powerslave, Gökçek

Eskişehir'den arabayla dönerken 2 albüm uyumamı engelledi :)

Alan Parsons Project - I Robot, ki bundan muhtemelen daha önce bahsetmiş olabilirim, 80'lerde yapılmış en iyi 10 albüm arasına girebileceğine inanıyorum. "I Wouldn't Wanna Be Like You" dinlerken biraz hop hop dansediyodum arabada, yandan geçen bir kadınla oğlan güldüler bana :D

Iron Maiden - Powerslave, bu albümün ne kadar bomba olduğunu unutmuşum. Epeydir dinlemiyordum valla ayıp etmişim, baştan sona fırtına gibi...

Ankara'da sular kesilmeye devam ediyor. Deposu olanlar farketmiyordur belki ama, her akşam saat 8 civarı kesiyor başkanım, gece 12'den sonra bir ara veriyor. Bizi kandırıyor galiba, açıklama filan yok tabii ki...

Pazar, Eylül 23, 2007

Toshiba, çatlak ve otogarlara dair...

İşte hocam Toshiba denen şey böyle bir şey... Fotoğrafını çekince pek havalı görünmedi ama yanına beni daha gibi biçimsiz Dell'i koysaymışım daha iyi anlaşılabilirmiş zerafet farkı :)



Neyse efendim, uzun zamandır gündemde olan bir "çatlak" sorununu buraya hiç geçirmediğimi farkettim. Bundan birkaç yıl önce, odamın duvarında küçük bir çatlak oluşmuştu. Çok ince ve daha çok bir boya çatlağı gibi görünüyordu bu çatlak, gel gör ki aradan yıllar geçti bir şey olmadı bu şeye... Sonra bu yaz -- kontrole gelen mühendislerin söylediğine göre kuraklığın da etkisiyle -- bu çatlak oldu dana gibi bir yarık. Fotoğrafları görünce, evde oturmaya neden korktuğuma anlam vereceksiniz... Bu arada bu ev, Emek'in sessiz sakin sokaklarından birinde yer alan, yaklaşık 45 yıllık cici bir bina yani...


Dramatik olsun diye ilkini de siyah-beyaz çektim :D

Diyeceksiniz otogar ne alaka...

Annem dönüyordu bugün İstanbul'dan, onu karşılamaya gittim. Bir yarım saat erken gitmişim, kulağımda ipod'um (hahahaaa muzo'dan öğrendim bunu da :D), öyle gelen geçeni izledim. Sonra farkettim ki hastasıyım bu otogar olayının. Sadece bekliyorsun ve hiçbir şey yapmıyorsun ve otobüsün gelişine dair hiçbir şeyi etkileyemiyorsun ya, sadece kulağındaki şarkıya ya da kafandaki düşünceye konsantre oluyorsun... Mükemmel bir durum. Size oldu mu bilmem ama ben bazen içimden, ah şu otobüs bir 15 dakika daha geç gelse dediğim bile oldu benim :D

Tabii 2 adım ötemde durup bön bön suratıma bakan amcalar teyzeler ayrı bir neşe kaynağı...

Perşembe, Eylül 13, 2007

Rock 'n Coke '07


Çok şeyler yazanlar, şöyle coşkulu böyle şahane geçti diyenler oldu gazetelerde, ben de 1-2 ekleme yapmadan geçemeyeceğim...

Yalan!

Pek de coşkulu değildi Rock 'n Coke. Özellikle gündüzleri bu sefer nerdeyse kimse yoktu festival alanında. Önceki senelere göre ıssızdı bile denebilir. Rahatlıkla oturacak yer bulmak, bira ya da CardRock sırasında beklememek gibi güzel özellikler de zaten az kişinin gelmesiyle sağlandı.

Ha, coşkusuzdu diye kötü müydü festival? Hayır. Organizasyon yine tıkır tıkır işliyordu. Konserler geç kalmadı. Yiyecekler, tuvaletler, duyduğuma göre kamp alanı her şey güzel ve yerindeydi. Grupların biraz vasat olduğu bir gerçekti. Özellikle gündüz çıkan isimler biraz hayal kırıklığıydı ama Within Temptation, Badly Drawn Boy (sevenine), Manic Street Preachers ve Chris Cornell gerçekten mükemmeldi.

Smashing Pumpkins rezaletti, öldürdü herkesi. Franz Ferdinand'ın headliner olması büyük ayıptı. Eğlendirmiş olsalar da insanları, 2 albüm, kirli bir tonla nereye kadar bilinmez... ve festivalin en büyük fiyaskosu, Teoman Rashit birleşimiydi. Geber Teoman diye bağırdık ama duymadı herhalde...

Burada özellikle dikkat çekilmesi gereken 2 konser var.

Her ne kadar son albümünü hiç sevmemiş olsam da Manics gerçekten çok başarılıydı. Sıkı bir rock grubu gibi cazur cuzur ve gümbür gümbür çaldı adamlar, helal olsun... Muhtemelen, Türkiye'de sadece 300 tane albüm satmalarına rağmen binlerce kişinin şarkılarına eşlik etmelerine de şaşırmış olsalar gerek...


Bütün festivalin en önemli bombası, verilen 100-120 milyonun tamamını hakeden isimse Chris Cornell'di. Son albümünü (çoğunlukla) beğenmemiş olmam kapsamında, "No Such Thing"le başlayan konsere, arka sıralardaki izleyiciler olarak başladık. İpek'in arkadaşı Graspop'da izlemiş rezaletti demişti. Internet'ten kayıtlarını bulmuş, süper detone hallerine üzülmüştük. Zannetmiştim ki, koskoca Chris Cornell yine söyleyemeyecek şarkıları, rezil olacak...

Güzel başladı konser, grup kıpır kıpır canlı gençlerden oluşuyor. Keyifli vakit geçirilecek bir konser olacak demiştim içimden. Taa ki ikinci şarkı başlayana kadar. Kafadan, Outshined'a girmez mi Cornell!!

Beynimden vurulmuşa döndüm. Soundgarden günlerinin en özel şarkılarından biri bence. Ve herif çatır çutur çalıp söylüyor... Kameralarla oynayan, izleyiciyle süper sempatik bir ilişki kuran, sahnenin hiç gidilmemiş köşelerinden gülücükler dağıtan Chris Cornell tam anlamıyla kalbimizi kazandı ve arkasından gelecek Smashing Pumpkins'i sildi sahneden.

"if you know this song sing it with me, if you don't know the song.. sing something." demiştir sahneden, You Know My Name'e "What's my name" sorusu ve binlerin "Chris Cornellll" çığlıklarıyla girmiştir. En bombasıysa son şarkıdır. "If you want Spoonman make some noise!!!" ve yaptık da galiba yeterince.

Spoonman'le bitti konser, gitarist 100 tane pena dağıttı, saçtı adeta. Penaları bitince, ekipten birileri yandan pena fırlattı, bizimki çalarken havada tuttu, bize pasladı... İnanılmazdı...

Doesn't Remind Me, Black Hole Sun, Show Me How To Live, Billie Jean, Arms Around Your Love ve bir sürü bir sürü çaldı... 1 saatlik konser 1 hafta sürdü sanki :)

Ben hayatımda böyle bir coşkuyu, çok az konserde yaşadım. Paris'teki Iron Maiden deneyimime bile yakındı diyebilirim...

Chris Cornell, İstanbul'daki o bir grup insana, neden 90'ların ve günümüzün en önemli seslerinden biri olduğunu kanıtladı. Neden görüldüğü anda önünde çömelip "We're not worthy" denmeli kanıtladı. Yaşayan bir efsane olduğunu kanıtladı...

Çok büyüksün Chris Cornell, artık 2 hafta öncesine göre daha mutlu ölebiliriz...

Çarşamba, Eylül 12, 2007

ODTÜ'lü olmak...

ODTÜ'lü olmaktan gurur duyan var mı aranızda?

Bir daha düşünün...

Radyo ODTÜ'de, "Hayatın Renkleri" isimli, eşcinsellerin toplumun her alanında karşılaştığı ayrımcılık özelinde, temelde ülkemizde insan haklarının "durumu" üzerine bir program yayınlanmaya başladı 2 hafta önce. ODTÜ Endüstri Mühendisleri'nin üye olduğu bir mail-list'te dönen maillerden seçkiler...

------------------
"Bu hafta gazetede Radyo ODTU de Pazar gunleri escinsellerin yayın yapacagi bir zaman dilimi olacagina dair yaziyi okudum. Parasi olanlarin cogu cocugunu Bilkent'e ,Sabanci' ya, Koc'a, Bogazici' ne gondermeye; ODTU'yu tercih etmemeye basladi. Bahsi gecen yayin baslar birde populer olursa, parasi olmayanlarda ''ibne okuluna cocukmu gonderilirmis'' deyip cocugu ODTU haric ilk universiteye sag salim ulastirmanin mutlulugunu yasarlar. ....."

K. T. ' 81

--------------
"Biraz daha anlatayim. Ben bu isin veba veya kolera benzeri bir hastalik olarak nitelendirilmesinin uygun olacagini dusunuyorum. Kimsenin tercihi beni ilgilendirmiyor.Fakat bu tercihin reklaminin yapilmasina ve bunun siradan birsey gibi yutturulmasina karsiyim.
...
Bunlara bol reklam, ol kahraman muamelesi cekilmemeli. Alemin marifeti kendine, sayet ODTU radyo rektorlugun bunyesinde ise bu isin reklamini yapmak ODTU radyonun neyine."

K. T. ' 81

--------------
"K. Bey, goruslerinizde haklisiniz. Ama bence veba ya da kolera fazla olmus, ben sadece ozurlu muamelesi yapilmasini uygun buluyorum.
...

Y. '78

-------------

Hayır! Yanlış okumuyorsunuz... Bunları söyleyip, çeşitli temellere dayandırp, savunmaya da devam ediyorlar "fikir"lerini!

Olayı açmak hiç istemiyorum. Programı dinlememiş olduklarını söylemeye gerek bile yok. "Programda gay'lik harika bir şeydir, karşı cinste bulamadığım mutluluğu hem cinsimde buldum, herkese tavsiye ederim" denmediğini de heralde tahmin ediyorsunuzdur. 6 aylık bir anket çalışması sonrası, toplanan verilerle yola çıkılıp, yazarlar, gazeteciler, sanatçılar, profesörler vs. birçok önemli isimle yapılan röportajlarla, aylar süren bir çalışma sonucunda hazırlanan bir programa dair görüşlerine bak insan"sı"ların...

Yorum yok, "Allah" beyin vermeyince vermiyor...

Pazar, Eylül 09, 2007

Aşure '07

3. defa okulumuzun Aşure toplaşmasında yer aldık bugün... Daha genç bir ekip vardı galiba, bana öyle geldi en azından. Biz de bütün gençliğimizle oradaydık, Vefik '00 yerine Vefik '06 yazsak kesin yerdi bence :))

Hehe, artık yaşımızı da gençleştirmeye çalışıyoruz ya, helal olsun :)

Buraya tıklayarak (Flickr) bakabilirsiniz fotoğrafların tümüne, amaa birkaç örnek...




Toshiba bilgisayar...

Annem döndü Amerika'dan, deneyimlerinden hikayelerinden ayrıca bahsederim ama bir Toshiba bilgisayar almış gelirken :) Aman allaaaaam :D

Siyah bir inci yani adeta :) Tasarım harikası! Haaa içine Vista kurmuşlar, bir sürü de yardımcı programlar kurmuşlar mıçmışlar ama aletin tümü bir harika... Anıl Doğan görse valla Mac almaktan vazgeçerdi :p

Çok yaşa TOSHIBA!!!

Cumartesi, Ağustos 11, 2007

Ipod ve Kur'an


Vatan Gazetesi'nden alıntıdır! (http://www.haber3.com/haber.php?haber_id=268454)

--------------------

Prof. Süleyman Ateş, Kuran-ı Kerim yüklenen iPod’ların kullanımına ilişkin tavsiyelerde bulundu.

Ateş “Eğer o iPod’da klasik Türk musikisi ve tasavvuf müziği varsa aynı alete Kuran-ı Kerim’in eklenmesinin bir sakıncası yok. Ama insanları şehvete kışkırtan, dine aykırı müzikler varsa aynı cihaza Kuran-ı Kerim’i yüklemeyi doğru bulmam. Çünkü Kuran’a saygısızlık olur. Biri şehvete diğeri ruhaniyete sevk ediyor. Cihaz bozulduğunda ise bir yere gömmek ya da yakmak gerekir. Çünkü Hz. Ömer zamanında da yıpranmış mushaflar (Kuran’ın kopyaları) yakılmış. Bu nedenle çöpe atılmamalı, saygı gereği yakılmalı. Kuran’a saygı bunu gerektirir.”

---------------------

Yorumsuz :)

Cuma, Ağustos 10, 2007

6. Gün, World Health Organization

Yaşasın sular geldi akşama doğruu!! En büyük Gökçek!! Suların geleceğini söylemişti, yalan söylememiş!! olaaa :D

Neyse, o zaman okuduklarımızla yetinmiyoruuuz ve ODTÜ'de öğrendiğimiz bilgiyi arama yeteneğimizi kullanıyoruz: google!

World Healt Organization'ın içme suyu değerlerine göz atmaya karar verdim, bugün Gökçek bu değerlere atıfta bulunuyordu, acaba tamamen atıyor mu diye merak ettim. Birkaç rakam da var aşağıdaki bölümde ama, Kızılırmak suyu bize geldiği şekliyle, sadece içindeki çözünmüş kimyasal maddelerin oranına bakarak, içildiği takdirde zararsız bir su. Ancak, içmek için de büyük cesaret gerektirecek. Çünkü içindeki maddeler, hem suyun tadını hem de kokusunu fazlasıyla bozacak. Ancak bu maddeler insan sağlığını bozacak seviyede değil... Ha tabii biyolojik değerleri, bakteri vs. oranını tabii ki bilemiyoruz...

KMO'nın değerlerinin hepsini araştırdım, sadece bu üçü hakkında genel bilgiler bulunuyor.

--------------
Sulfate (Kızılırmak'ta: 337 mg/litre)

The presence of sulfate in drinking-water can cause noticeable taste, and very high levels might cause a laxative effect in unaccustomed consumers. Taste impairment varies with the nature of the associated cation; taste thresholds have been found to range from 250mg/litre for sodium sulfate to 1000 mg/litre for calcium sulfate. It is generally considered that taste impairment is minimal at levels below 250 mg/litre. No health-based guideline value has been derived for sulfate. Studies show, a laxative effect (ishal yapıcı) at concentrations of 1000–1200 mg/litre but no increase in diarrhoea, dehydration or weight loss.

Chloride (Kızılırmak'ta: 239 mg/litre)

No health-based guideline value is proposed for chloride in drinking-water. However, chloride concentrations in excess of about 250 mg/litre can give rise to detectable taste in water.

Sodium (Kızılırmak'ta: 157 mg/litre)

No firm conclusions can be drawn concerning the possible association between sodium in drinking-water and the occurrence of hypertension. Therefore, no healthbased guideline value is proposed. However, concentrations in excess of 200 mg/litre may give rise to unacceptable taste.

Kimya Mühendisleri Odası'nın açıklaması...

Çok uzun olduğunun farkındayım, ancak tamamen meraklısına... www.kmo.org.tr adresinden ilk linke tıklayıp basın açıklamasını okuyabilirsiniz... Ben o sayfadan kopyala/yapıştır tekniğiyle 1-2 alıntı yapacağım sadece...

----------

Son söylenecek sözü, DSİ tarafından 2005 yılında hazırlanan bir rapordan kelimesini değiştirmeden aktararak en baştan söylemek yerinde olacak:

“Kızılırmak Nehrinin doğal yapısı itibariyle klorür, sülfat ve sertlik değerleri çok yüksektir. Bu parametreler içme ve kullanma açısından çok önemlidir ve ileri arıtma teknikleri kullanmadan düşürmek mümkün değildir...

Mikrobiyolojik ölçüm sonuçları da Hirfanlı ve Kesikköprü Barajları sularının bakteriyolojik açıdan kıta içi II. sınıf su kalitesinde olduğu ve içme suyu olarak kullanılamayacağını göstermektedir.

Ankara için içme, kullanma suyu planlamalarında bu durumlar göz önüne alınarak varsa Kızılırmak dışındaki seçeneklerin tekrar değerlendirilmesinin yararlı olacağı sonucuna varılmıştır.”


... Su sertliğini belirleyen ve içme, kullanma sularının bu bakımdan kalitesi hakkında önemli birer gösterge olan anyon ve katyon ölçümleri aşağıda gösterilmektedir. Örneğin Kesikköprü suyundaki klorür miktarı, Ankara şebekesine şu anda verilmekte olan sudan 40 kat fazladır. Sülfat miktarı 22 kat, kalsiyum miktarı 5 kat daha fazladır.

Parametre (mg/L)

İvedik Giriş (ASKİ web sayfası)

İvedik Çıkış (ASKİ web sayfası)

Kesikköprü

Klorür (Cl-)

6

8

239

Sülfat (SO4=)

15

20

337

Bikarbonat (HCO3-)

104

89

138

Sodyum (Na+)

7,5

8,3

157

Potasyum (K+)

3,1

3,3

6

Kalsiyum (Ca++)

22,8

24

109

Magnezyum (Mg++)

6,32

5,83

44

...Bu iyonların arıtılması için yüksek yatırım ve işletme maliyetleriyle anyon ve katyon değiştiricilerin kurulması gerekmektedir. Nitekim, Kızılırmak üzerinde Kesikköprü Barajından sonra yer alan Kapulukaya Barajından su alan Kırıkkale’nin mevcut arıtma tesisinde, İvedik tesislerinde halen uygulanmayan aktif karbon dozajlaması yapılmasına rağmen, elde edilen su yeterli kaliteyi sağlayamamaktadır. Bu nedenle Kırıkkale Belediyesi yeni yatırım yaparak ileri teknoloji arıtma tesisi kurma kararı almıştır.

Bu suyun kullanımında ısrar edilmesi durumunda ya Ankara Belediyesi yeni bir yatırımla ve elbette gecikmeli olarak bu tesisleri kuracak ve bunun maliyetini Türkiye'nin şimdiden en pahalı suyunu kullanan Ankara halkının faturalarına yansıtacaktır ya da Ankaralılardan ekonomik durumu elverenler içme suyu olarak ambalajlı su satın alacak, çamaşır ve bulaşık makinelerinde katkı maddeleri kullanacak veya evlerine bireysel arıtma üniteleri kuracaktır....


... dezenfektan olarak kullanılan klor, su içindeki organik bileşiklerle kanserojen nitelikte kompleksler oluşturduğu için batı ülkelerinde klorlama yönteminden ozonlama veya ultraviyole ışınla dezenfeksiyon gibi yöntemlere geçilmektedir. Bu teknolojiler de İvedik tesislerinde yoktur ve yeni yatırımla kurulması gerekmektedir. Yoksa, Ankara Belediyesi insanları ya kısa vadede bakteriyel enfeksiyon ya da uzun vadede kanser olma riskiyle karşı karşıya bırakmak zorunda kalacaktır ...


... Gerede Sisteminin maliyeti yaklaşık 240 milyon dolardır. 03.07.1968 tarihli ve 1053 sayılı
Ankara, İstanbul ve Nüfusu Yüz Binden Yukarı Olan Şehirlerde İçme, Kullanma ve Endüstri Suyu Temini Hakkındaki Yasa ile bu şehirlerin içme suyu projeleri ve inşaatlarını yapma yetkisi DSİ Genel Müdürlüğüne verilmiştir. DSİ Genel Müdürlüğünün bu yetkiyi kullanabilmesi için o ilin Belediye Meclisinden karar çıkartılması gereklidir. Ankara Büyükşehir Belediyesi Gerede sisteminin ihale edilip yapılabilmesi için bu kararı şimdiye kadar çıkartmamıştır ...

... Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile DSİ Genel Müdürlüğünün bu konudaki yaklaşımı da şüphe uyandırmaktadır. Bu iki kurum durumu bilmesine rağmen gerçeği halktan gizleyerek suç işlemişlerdir. DSİ Genel Müdürlüğünün kendi yürüttüğü çalışmanın aksi yöndeki sonucuna rağmen basın toplantısında kullanılmak üzere Sn. Gökçek’e “Kızılırmak suyunun kullanılmasında herhangi bir sakınca olmadığına dair” yazılı belge vermişlerdir ...

Yaşanan bu gelişmeler sonucunda Ankara Büyükşehir Belediyesi Ankara İçme ve Kullanma Suyu Master Planında 2037 yılından sonrası için düşünülen kaynaklardan birisi olan, diğer kaynaklara göre sıralamadaki yeri neredeyse tercih sırasına göre en sonda bulunan Kızılırmak suyunu devreye sokmuştur ... Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, planlamanın en sonundaki uygulamayı şimdiden gerçekleştirmeyi önemli bir başarı gibi yansıtmaktadır.

Kimya Mühendisleri Odası

Yönetim Kurulu

Perşembe, Ağustos 09, 2007

5. Gün

Sabah planı, yarım saatlik kaymayla gerçekleştiği için çok mutluydum bugün genel hatlarıyla. Belediye 153'ü de öyle bir neşeyle aradım. Sinirlerimiz bozuluyor, foşur foşur sulamayın şu parkları bize getirin dedim, adamcağız da yazık, onlar pis su filan diye anlattı bir sürü. İyi siz bilirsiniz, hadi kolay gelsin filan diye de kapattık sonra, yanımda olsa sarılıp öperdim heralde...

Küvet tamamen boş, sarı sularımız da bitmiş. Neyseki bugün ızdırap çekmektense eve geç gelme yöntemine başvurdum. Yemek zaten yok...

Gökçek TGRT haberde, sunucular da ne meymenetsiz tipliymiş, Gökçek parlıyor resmen! haha

Su kesintisinin belediyeyle alakası olmadığını açıklayacağım reklamlardan sonra diye reklam yapıyordu ama can sıkıntısından kapattım dayanamadım. Zaman kaybı...

Gerçi 10 dakika izledim ama, o arada da 5 defa "Allah" 3 defa "Cenab-ı Allah" 2 defa da "Yarab" kelimelerini kullandı. Aaa esas bomba, bir de "Allah su vermezse biz n'apalım diyince, gülüyorlar bana" dedi. Güldüm ben de bir kez daha...

Yazdıklarıma ve yazmak istediklerime bakıyorum da, anlaşılan bugün bir vatandaş olarak üstüme düşen görevi yerine getirmişim. Tıpkı, büyük birader'i sevdiğini kabullenmek gibi. Bugün mutluydum resmen. Susuz "5 (beş)" günü tamamlamıştım evde ama mutluydum işte. Yayında da söyledim hatta, meğer uyguluyormuşum, "Alışmışım" bu haline de şehrimin, nefret ettiğim boktan Ankara'mın... Hem Gökçek ne yapsın canım, bir sürü alt geçit yapıverdi, bu kargaşa niye ki, ameliyat yapılamamışsa onun suçu mu, Allah yaşatacağı varsa yaşatır ameliyat olsun olmasın... Adamcağızın da boşuna günahını aldık, bak anlatıyor, meğer susuzlukla mücadele için hayvan gibi çalışmış...

Sen büyüksün, cezasını sen ver artık, biz yüzünün kızarmasını, özür dilemesini bile sağlatamadık...

Çarşamba, Ağustos 08, 2007

4. Gün

ODTÜ'de de su kesintileri başladı. Artık 9.30 - 12.30 ve 13.30 - 17.30 arasında radyoda da suyumuz yok. Yani yüzünü yıkamak isteyen saat 7'de kalkar durumu başladı!

Küvetteki su tamamen bitti denebilir. Sadece küçük bir tuvalet tasının yarısından daha azını doldurabiliyoruz. Bu suyun da yarısıyla ellerimi yıkamayı başardım bugün. Demekki normalde ne kadar israf ediyormuşuz suları, görmüş oldum. Daha 1 hafta önce o tasın tamamını kullanıyordum ellerimi yıkamak için.

Suyumuz yoka yakın olduğu için, eve gelince ayak yıkama, yüz yıkama gibi adetler tamamen ortadan kalktı. Bildiğin pislik içindeyiz.

Annem, bugün bir arkadaşından su almaya gitti. Depolarındaki son su damlalarını da bizim kovaya almış muhtemelen. Su sarı! İnsan elini soksa eriyebilir. Sadece tuvalete dökebileceğiz bu suyu ama çiş mi daha kötü kokar bu su mu bilemiyorum...

Bugün, yıllardır birlikte yaşadığım anneannemin ağzından ilk defa "kıç" kelimesinin çıktığını duydum. Annem ve benim öfkemle şu Gökçek'i nasıl öldürebiliriz planları yaparken, halk bugün neler yaptı ne protestolar ama anca kıçına konuşabiliyorsun adamın dedi :) Canım, o da sinirlendi, bütün gün evde tabi kolay değil...

Bugün akşam yemeğinde, kahvaltı tabağı var. Yemek yapamıyoruz, yapınca çünkü tencere filan da kirleniyor malum, onu yıkamaya da harcayacak suyumuz yok. Kaldırıp suların gelmesini bekleyeceğimiz bir yer, hiç yok.

Bugün akşam 20.30 gibi işten dönerken, yüzüncı yılın sikik parkını sulayan bir tanker gördüm. Bütün gecemin içine edecek bu görüntü eminim, ama neden durup iki küfretmedim bilmiyorum. Sanırım yarın akşam, Ankara çevresinde çim sulayan tanker avına çıkıcaz elimizde damacanalarla ve adamların çimlere akıttığı suları, popomuzu yıkayabilmek için çalmaya çalışıcaz.

Sinir denen şey işte böyle, üst üste katlanıyor.

Yarının planını yaptım, açıklıyorum :)

7.00 = uyanış
7.30 = ODTÜ Stadyumu
7.30 - 8.30 = sinirleri boşaltmak için koşu vs.
8.35 - 8.38 = ODTÜ Baraka Spor Salonu'nda soğuk duş
9.00 = Radyoya varış
9.00 - 9.30 = 153 Alo Belediye'ye çeşitli küfürlerle güne hazırlık

Perşembe 22'de, Melih Gökçek TGRT Haber'e çıkıp susuzluk konusunda konuşacakmış. Beni duyabilirsiniz o programda Gökçek'e küfrederken.

Birlik olup bir şeyler yapmalıyız, ama ne?

Salı, Ağustos 07, 2007

Patlamaların sebebi...

Bu arada patlamaların sebebi konuşuluyor tabii ki, işte ASKİ'den açıklama (Hürriyet'in haberinden alıntı):

Su verildiğinde borunun içindeki hava suyun önünden ilerler gider, bu havayı dışarı atmamız gerekiyor. Onu da bundan sonra emniyetli biçimde yapacağımızı tahmin ediyorum” diye konuştu.

...yapacağımızı "tahmin" ediyorum. "..."

Tam emin olmamakla birlikte, bu bahsedilen konunun ve boru patlama sebebinin adı İngilizce'de "water hammer" olarak geçiyor (sanırım Türkçesi "su koçu"). Meraklısına, wikipedia linki...

Kısaca, suyu çok ani ve hızlı açar ya da kaparsanız, suda şok dalgaları oluşur ve bu dalgalar borular ya da vanalar vs. üzerine basınç (tersi durumda vakum da olabilir bu) uygular. Bu basınç yer altındaki beton boruları ister 25 yıllık ister 2 yıllık olsun patlatabilir (tersi durumda implode). Aslında, temel olarak bu şok dalgaları, ne kadar yavaş kapatırsanız kapatın yine de oluşur, ama yavaş kapama durumunda oluşacak basınç farkı çok daha az olacağı için hata zarar vermez.

Bir vananın hangi hızla açılıp kapanması gerektiği, Makine Mühendisliği okuyan her öğrenciye, akışkanlar dersinde gösterilir ve hatta bir ara-sınavda bir de finalde sorusu çıkar. Bu denklemler zorlansa elle çözülebildiği gibi (bazı varsayımlarla tabii ki), sadece bu iş için yazılmış bilgisayar programları vardır (water hammer software tadında). Bunu kurarsın ana istasyonlardaki bir bilgisayara (ya da standartta zaten ne hızla açman/kapaman gerektiği talimatlarla belirtilmiştir) ve suyu o hızla açar/kaparsın. Ama cahilsen, bilgisizsen, lönk diye çevirirsin vanayı, ve 2 günde 3 boru patlatırsın.

Helal olsun Melih Gökçek, amcanın oğlu olsun, karının yeğeni olsun da, bilgisiz olsun önemli değil di mi? Mühendise ne gerek var... Evinde 2 gün yetecek su deposu olduğunu söylemiştin, acaba 3. günde bir tanker gelecek mi sizin sokağa şans eseri?

3. Gün

Bakalım 28 Gün Sonra gibi bir felaket hikayesine mi dönüşecek bu denemem...
---------
Emek'te, Ankara'nın en eski ve bir zamanların en seçkin mahallelerinden birinde, susuz 3. gün. En eski mahallenin 35 yıllık binasında tabii ki su deposu yok, macera da burada başlıyor zaten...

Cumartesi gece yarısı kesildi sular, bütün pazar, bütün pazartesi ve şimdi de bütün salı susuzuz. Bir önceki deneyimimizde, su geldiğinde kuvetteki suyun bir bölümünü boşaltmak zorunda kaldığımız için bu sefer akıllılık yapıp daha az su sakladık.

Küvetteki su rezervimiz iyice azaldı. Artık, tuvalete su dökmek için kullandığımız 5 kiloluk yoğurt kabının sadece yarısına geliyor ve o kabı tamamen suyla dolduramıyoruz. Tuvaletin çiş kokmaması için, 2 defa bu tası doldurup boşaltmak gerekiyor. O da tam işe yaramıyor tabii ki.

Anneannem suların gelmeyeceğini duyunca yemek yapmayı bıraktı. Daha doğrusu eldeki şeyleri kullanabiliyoruz ancak. Pazara gidip alış-veriş yapmamış bugün, canım :) Sebze, meyve yıkayamıyoruz çünkü.

İtiraf ediyorum, duş almak zorundaydım ve bugün ODTÜ'nün spor salonundaki duşu sadece bu iş için kullandım. Daha önce, pis diye gitmediğimiz yer, cennet gibi görünmedi gözüme ama 3-4 dakika da olsa, kendimi hafiflemiş hissettim. Ama tabii ıslak ıslak torbalara tıkmam gereken havlum ve terliklerim iğrenç kokuyor şu anda. Astım havalansınlar diye, umarım yarın da kullanılabilir halde olurlar.

Sabah 153 Alo Belediye'yi aradım. Suyumuz yok dedim, boru patladı diyip kapattılar telefonu. Tekrar aradım, havuzlarınızı, fıskiyelerinizi kapatın siniri bozuluyor insanlar dedim, bizim fıskiyemiz mi dediler, ben de sizden başka fıskiye yapan yok heralde dedim, tamam iletiriz dediler. Tavsiye ederim, sabah güne başlamak için süper bir deşarj yöntemi.

Evde su tüketmemek için, bütün ihtiyaçlarımızı ev dışında görmeye çalışıyoruz. Radyodan çıkarken, dur hadi diyip son bir kez tuvalete girip, ellerimi ve yüzümü yıkıyorum. Sabah ağzımı yıkamak ve dişlerimi fırçalamak işlerini radyoya bırakıyorum.

Duyduğumuza göre, 3 gün daha su yok. Bu, 6 ya da 7 gün edecek toplam susuz. Başkanımız bizden tatile gitmemizi istedi ama paramız yok ve işimizi şu anda bırakamıyoruz, o zaman kendimize iyi bakmamızı ve sağlımıza dikkat etmemizi söyledi. Bakalım, elimizden geleni yapacağız... Yeterki başkanım, siz görevinizden istifa etmeyin, su bekleyen Ankara'ya köprü yapmaya, şehri mahvetmeye, televizyona çıkıp sırıtmaya devam edebilin... Biz bakarız kendimize, hasta olmayız, salgın hastalığa filan yakalanmayız, 2-3 gün de pis dolaşıveririz canım 50 yıl önce su mu vardı böyle...

Pazar, Ağustos 05, 2007

Yeni (Eski) Fotoğraflaar...

Ceyda'nin dogum gunundeki cilgin fotograflarimizi yahoo seysine upload ettim.

http://www.flickr.com/gp/8382802@N08/0h3U35

Bu adresten bakabilirsiniz, buraya teker teker seyettirmeye usendim. Bir yandan da neden Yahoo'yu kullandim da Google'in fotograf seysini kullanmadim bilemiyorum... Neyse :D

Ornek isteyenlere,,,

Cuma, Ağustos 03, 2007

Esas şakayı unuttum!

Esas şaka belediye başkanının "Su tasarrufu için Ankaralılar tatile gitsin, akrabalarını ziyaret etsin" demesidir.

Buna karşılık Ankara sakini, 3. günde de suyu ip gibi akan ve kesinlikle yıkanması imkansıza yakın olan insan, "Sen ananı da al git önce" der içtenlikle. Nasıl olsa, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı söylemiştir bunu alenen, herhalde kimse bunu hakaret olarak algılayacak değildir. Hatta insanın bundan bir şarkı yapası bile gelir. Protesliğe daha uygun diye rapçi olunur hemen. "Ananı ananı ana-ana-nı-nı-nı-nınanı-na-ana-an an an an ananı" filan diye...

ııhghghghghhhh!!!

Perşembe, Ağustos 02, 2007

Göz göre göre... mi?

Ankara'da su kesintilerinin başlamasıyla birlikte, gazeteler ve televizyonlarda türlü haberler daha doğrusu "Dedikodular" dolaşmaya başladı.

En son bomba suların ikişer gün değil dörder gün kesileceği söylentisi. Gökçek bunu en son bugünki basın toplantısında yalanladı ama güven olmaz, hiiiç de belli olmaz...

Sonracığıma, bir başka söylenti, Kızılırmak üzerindeki Kesikköprü Barajı'ndan su getirme projesinin yetişmeyeceği. ASKİ yöneticileri diyorki, "13 Eylül'de okullar açılacak, hastaneler var, bu suyu getirmeye mahkumuz!". ee pes yani, bir de sonunda kendilerini kahraman ilan edecekler...

Kızılırmak suyu denince baş söylentiyse, bu suyun atıklarla dolu olduğu ve zehirli olduğu, kullanılamayacağı. Kendi aramızda konuşurken hep derdik ki, "e heralde bir şekilde arıtırlar canım, adamlar deniz suyunu içme suyu yapıyor". Ama başkanın cevabı çok daha bomba,

"İçme suyu olarak kullanılamaz diyor Kimya Mühendisleri odası. Laf onların ki. Belgeleri yok. Kızılırmak suyu temiz. İşte bu DSİ'nin 2006 Aralık ayında Kızılırmak ve Hirfanlı Barajlarının suyu ile ilgili raporu. Raporda suyun birinci derecede içme suyu olduğu belirtiliyor. Bazı yerlerde sülfat oranını çok olduğu belirtiliyor. Bunun içinde mevcut su ile taşıyacağımız suyu karıştıracağız. Sülfatın da halk sağlığına herhangi olumsuz etkisi yok, suyun tadının daha güzel olması için sülfat oranı azaltılacak. Ayrıca Kırıkkale ili 20 yıldır Kızılırmak'dan gelen suyu kullanıyor. Kırıkkale il Sağlık Müdürünü, Hastane Başhekimlerini aradım hiçbiri vatandaşlarda sudan kaynaklı sorun olduğunu söylemedi. Bu tür açıklamalar ideolojiktir. Bu örgütleri çok da fazla dinlemeyin."

Bir de Japonların Gerede Projesi var. Onu da başkanımız pahalı bulmuş, daha ucuza yapmanın yolunu bulmuş ve şöyle diyor, "Japonların teklif ettiği projenin hiçbir mantığı yok". Kim Türk'ün aklından daha üstün olabilir ki...

Esas sonucunu merakla beklediğim söylentiyse, DSİ'nin Gökçek'i 5 yıl önce uyardığı ama Gökçek'in bunlara kulak asmadığı. Buna bizim başkan ipe sapa gelmez saçma sapan sözler diyerek karşılık veriyor (zaten ağzından düzgün 1 adet cümlenin çıktığı da henüz duyulmadı). Ama DSİ'den de ahanda sana gönderdiğim resmi belge diye bir açıklama çıkmıyor... İster Gökçek olsun, ister DSİ, bu memleketin hiçbir kurumunun düzgün çalışmadığına inananlardan olduğum için, hangi tarafın daha suçlu olduğu çok da önemli değil ama yine de merak ettim ve yasal bilgi edinme hakkımı kullanarak DSİ'ye bir soru gönderdim. Aynen aşağıdaki gibi, bakalım cevabı gelecek mi...
-----------
Merhaba,

Ankara'da 5 ay surecegi soylenen bir su kesintisi takvimi belirlendi. Belediye Baskani Gokcek, bu kesintinin sebebinin Allah oldugunu ve daha onceden tahmin etmenin imkansiz oldugunu soyledi. Merak ettigim ve ogrenmek istedigim konu: Devlet Su Isleri, Ankara'da su kitligi yasanacagini daha onceden gozlemlemis miydi? Bunun giderilmesi icin Ankara Belediyesi'ne herhangi bir oneri yapılmis miydi? Turkiye'nin baskentinin pislik icinde dolasmasini engellemek icin projeler planlanmis miydi?

Cevaplayacaginizi umuyorum, tesekkurler, saygilar...

-----------

Lafı biraz uzattım ama o kadar sinirliyim ki, bu öfkemi dindiren başkanımızın bir temennisiyle bitirelim bu günü,

"Cenabı Allah'ın bu kadar susuzluğu getireceğini kim önceden düşünebilirdi. Bizim zekamız buna yetmedi. Bunu düşünen üstün zekalılar varsa gelsin söylesin"

Yürü beee, kim tutar seni ve sana oy veren milyonlarca "..."!

Pazar, Temmuz 29, 2007

Garip bir an!

Öyle abuk bir an yaşadım ki, çok saçma bir hisse kapıldım...

İşte odamda duran dandirik teyp. Sadece radyo dinleme amaçlı... Düğmesinden kapatmaktansa daha kolay geldiğinden midir nedir, hep fişinden çekip kapatıyorum aleti...

Bugün çektim fişini, her zamanki gibi 1.5 saniye daha çalıp öyle sustu alet. O 1.5 saniye boyunca, zavallı teybim çalmaya devam edeceğini zannediyordu, bense sesinin kesileceğini çoktan biliyordum...

İşte böyle bir şey: Bu kadar net ve basit ve kesin... Kesinkes kesin ama yani başka yolu yok! Böyle bir duygu işte, nasıl anlatılır bilemedim :D

Ondan politikacı oluyorsa!

Benden de olur kardeşim!!!




Gerçi fotoğrafı evde çektirdik ve üzerimizde bilmem kaç bin dolarlık saat yok ama... ıgh... galiba kravat da liseden kalma! :D

Neyse, esas konu bu değildi :) Hatırladığım -ablamı saymazsak tabii- en cici düğünlerden birinden geliyorum. Peek çok sevgili Ceremcim evlendi... Onlarla çektirdiğimiz fotoğrafları sonra alabilecekmişiz, ama hiç yoktan şöyle bir ortamı koklamak adına buyrun sizeee,


Mekan Atlı Spor'du, çok ciciydi her şey, bütün ortam eflatun tonlarındaydı, grup fena değildi, coşturdu elinden geldiğince, mistekler halaylar, olması gereken her şey yerindeydi... Galiba, Evrencim'le Cey Cey'in düğününde başıma neler geleceğini de görmüş oldum biraz :D

Mutluluklar Ceren ve İlkay, süperdi her şey, süperdiniz...

.

Salı, Temmuz 24, 2007

New Shoes!

Paolo Nutini gibi oldum bugün! :D Sabah bir kalktım, gözlerimden uyku akıyor, evden çıkmak istemiyorum, işe gitmek angarya gibi, ama sonra bir giyiyorum yeni ayakkabılarımı veeee sanki bütün dünya gülümsüyor bana :D

Sonra da, yolda bir dolmuş üstüme çıkıyordu, gördüm dünyanın kaç bucak olduğunu :)

Yani neymiş, insan en mutlu ve heyecanlı olduğu anlarda yaparmış en büyük hatalarını :) Dikkatsizlik ve trafik hatalarını en azından...

Yani neymiş, 90'la giden araba dank diye duramazmış, bir de ABS güzel bir şeymiş...

Geçmiş olsun diyelim Vefik'e ve Eskişehir yolunda sağ şeridi park yeri olarak kullanan geri zekalılara...

Pazartesi, Temmuz 09, 2007

tesadüf :)

Şööyle güzel bir an yakaladık geçen gün Pikoyla :) Gerçekten beklemedik, öyleydi birden öyle oldu yani...


Böyle anlarda "Acaba sevgilim beni düşünüyor muu?" dışında neler denirdi bak hiç aklıma gelmedi şimdi. Yardımcı olacak varsa, buyursun...

.

Plant gerçeği...

Üzerinden biraz zaman geçti ama ancak şimdi fırsat bulabiliyorum yazmaya...

4 Temmuz günü, İstanbul'da Robert Plant konserindeydik İpekos'la. İnanılmazdı, muhteşemdi, harikaydı! Yolda Ankara'ya dönerken, gece yatmadan önce filan, bana sorsalar nasıldı diye neler anlatacağımı, buraya neler yazacağımı planlamış, düşünmüştüm ama bu sayfadan önce bir yazı okudum ki, gözlerim yaşardı... İşte, Radikal'deki yazı....

Söylenecek başka bir şey bulamıyorum üzerine. Ben rockçıyım diyenin orda olması gerekirdi (gittim ya altım kuru :D)...

ve Gamzo, mükemmel yerimiz için çok çok teşekkürler...

Cuma, Haziran 29, 2007

Tony Martin, benimle röportaja gelmişti bir gün...

Bu da onların fotoğrafları, Rock Station'ın fotoğraf editörü sevgili Tolga Abi çekti sağolsun, ilk defa adam gibi çıkan röportaj fotoğraflarım oldu :)



Bilmeyenlere, kel olan Tony Martin (Eski Black Sabbath solisti), sarışın olan da Geoff Nicholls (Black Sabbath'ın eski klavyecisi). Tony Martin de işte oğlunu almış gruba gitar çalsın diye, geziyor öyle dünyayı. Ooooh :D


Bu gece uzun sürecek...

Buldukça buluyorum, birkaç komik anı böylece kayıtlara da geçmiş olsun o zaman...

İşte, hayatımın en maceralı ve abuk yılbaşısı :) Yer Berlin, Seçkin Kara'nın kafasındaki "V" harfiyse tamamen benden bağımsız, sıradan ve masum bir şekilde yerinde duran bir apartman penceresinin hediyesi bize :)


Evde, fotoğraflar, dil acısı ve dahası...

"Duvet" eşliğinde fotoğrafları karıştırıyorum... Birden esmedi hayır, her şey tesadüf eseri. Birincisi, fotoğraf karıştırmak için çok çok önemli bir sebebim ve amacım var, ama buraya yazamam. İkincisi ise "BoA" gerçeği. Fotoğraf cdlerimin arasından Muzocan'ın bana çektiği bir cd de çıktı. Parti fotoğrafları, ve birkaç albüm diye... İşte, BoA'dan ordan geldi... İkisi birleşti, beni mahvetti...

Anılar anılar içinde bu işlemi neden geciktirdiğimi birkez daha kabul ettirmiş oldum kendime. Neyse, bakın ne buldum. Dedeman'da arka arkaya 3 kere strike yapıp, beleşe bira kazandığım gün! İnanması zor ama gerçek!

"Vefik Karaege, her şeyde olduğu gibi, Bowling'de de bir yetenek manyağı" nohahahah :D

Pazartesi, Haziran 18, 2007

The Fountain

Binlerce film, çeşitli amaçlara hizmet eden, güldüren, düşündüren, üzen vs.

Çok nadir bir bölümü, derin bir "boşluk" bırakıyor içimde. Ne anlattığı değil, dokunuşu ve içtenliği önemli. Öyleki, hiçbir şey yapmamak, konuşmamak, dinlememek, uyumamak ve sadece o filmi aklınızda tekrar yaşamak istersiniz... Ama tekrar izlemeye asla cesaret edemezsiniz...

Aronofsky: The Fountain

Cuma, Haziran 15, 2007

Vefik cephesinden...

Maskeli Koyun diye bir youtube şaheseri bulmuşum kiiii, dillere destan! Böyle bir şey, ancak bir Türk'ün aklına gelir heralde :) zavallı koyuncuklar :D

Bu arada myspace'ten çok faydalı haberler öğrenebildiğimizi de keşfettim bugün. Wim Wenders yeni bir film çekiyormuş, çok sevindim! "Palermo Story" filmin adı, çekimler pazartesi başlıyormuş...

Bu arada, bu film denen şey, o kadar zor bir şey ki insan nasıl çeker ben anlamıyorum kardeşim :))

Neyse,

yatayım ben... iyi geceler...



Pazar, Haziran 10, 2007

Anki Rock Fest woaoaaaa! :D

Güzeeel Ankaramın açık hava rock festivalini ziyaret ettim bugün! Çok hastalıklıydı :) Neden?

1- Festival iptal oldu, yağmur yağıyor diye, e ulen bir rock festivali iptal olur mu yağmur yağdı diye, peeeeh :D

2- Tony Martin'le roportaja gittim, bir baktim yanindan bir de Geoff Nicholls cikti!! (sirasiyla Black Sabbath solist ve klavyecisi)

3- 3 tane cocuk soundcheck'te mikser basinda debelenin Tony Martin'e "klasik" gitar imzalattı!! (Gelecegin metalcileri işte! Resimde arka planda kalan kel kafa Tony Martin)



4 - Black Tooth konseri icin Istanbul'dan Harvey Davidson Club Türkiye insanları geldi, motorlarıyla... Dünyanın en havalı olayı! Bir Harley'iniz yoksa, hiçmişsiniz onu gördüm :D (bu kırmızı olan tamamen el yapımıymış, adam Atatürk resmi şeyettirmiş motora)



5 - Bir de tabii Black Tooth elemanlarının sarhoş olduktan sonra, Tony Martin'in kulise "heeey motherf***" diye giriş hikayeleri var önceki geceden kalma, onları yüz yüze anlatmak lazım :D


Black Tooth da ne?? Sahne Arkasi'na basvurmalariyla tanistigim, super insanlar grubu :D

Black Tooth Myspace

Salı, Haziran 05, 2007

Kedi düştüüüü!!!

Hahahahaha

Dün akşamki yazıda bahsi geçen kedi, bu sabah saatlerinde sonunda balkondan düştü :) Kaçmış herif, bizim bahçeye gelmiş. Arkasından da 2 tane çocuk koşuyor, şapşo kedi bizim apartmana girmeye çalışırken, zulümcü sahipleri tarafından yakalandı ve meşhuuur balkona geri götürüldü :)

Ulan salak,

Apartmandan düştün niye bir daha apartmana giriyosun. Kedi aklı işte :))

Yandaki adamın da balkondan düşmesini istesem çok mu ileri gitmiş olurum dersiniz??

yok yok istemiyorum :))

valla :D

Pazartesi, Haziran 04, 2007

Herif hala çitliyor yahu!

Aaaaa adam manyak beni delirtmek için gönderilmiş yan apartmana!

Tamam hoşgörü, rahat olmak, sinir yapmamak, gerginliği dağıtmak filan da, bir insan evladı da her akşam hiç durmadan 3-4 saat balkonda oturup çekirdek çitlemezki kardeşim! Bu nasıl boşa harcanan bir zamandır, bu ne biçim zulümdür anlamadım gitti...

Hayır karşı apartmanda kedi var bir tane, bütün gün-gece anırıyor adeta, ona lafım yok. Allahın kedisi ama yani bu adama bir akıl verilmiş...

Bir de amcanın dişler de pek sağlam anasını satiyim, haftalardır çekirdek çitliyor ben ön dişler dökülmeye başlar diye ümit etmiştim ama tık yok herifte, maşallahı var...

Yaa sabır :)

AAAA bu arada Eskişehir'de benim köyümde "ya kısmet" diye bir dükkan olduğunu söylemiş miydim?? :)

Yemin edebilirim, ilk taşındığımda amca kömür satıyordu, şimdi lastik satmaya başlamış. Ama kimseyi inandıramıyorum. Bir gün adamın kapısında, ya kısmet kömürleri yazıyordu, ertesi ya kısmet lastik :))

hahahahaha

Bak yaa, insan aklı ne isimler buluyor dükkanlarına. Sonra ingilizce isim koyanlara kızıyoruz, ingilizce koymasın da ya kısmet mi koysun yani :)) hihihihi

ben bir bira açıyim kendime :)

Cumartesi, Haziran 02, 2007

Taekwondoooo!!

Yaaa bunu ne zamandır koyucam fırsat bulamıyordum, inanılır gibi değil!! Kendi ellerimle çektim :)


Perşembe, Mayıs 31, 2007

Konserler yaklaşıyor!!!

Heyecan dorukta!

Brooklyn Funk Essentials'ı hakkatten çok merak ediyordum, youtube videolarına ek olarak artık canlı canlı izlicez amcaları... Hüsnü'cüm de sosyetik kimliğiyle muhtemelen güzel eklentiler yapacaktır :)

Sezen'eyse söyleyecek bir şey yok, yine 15 kişi girebilirsek eğer içeri, bizi tutabilene aşkolsun :))

Biletler biletix'te efendim, gitmek daha doğrusu gelmek isteyen olursa :D


Pazar, Mayıs 27, 2007

Vefik! Abi n'apıyorsun!!!

Hohohohoho!!!

Hayko Cepkin mi dinliyorum?

İlk tanışmamız bir Yüxexes programında olmuştu, sarı saçlı tek çizgili eşofmanlı bir kazma zart zurt şarkı söylüyordu.

Sonra, Backstage diye bir mekanın sahibiyle konuşurken, adamın canlı performansı inanılmaz, manyak bir enerjisi var dedi, hadi ordan demiştim...

ve şimdi 3. albümünü "Tanışma Bitti"yi dinliyorum...

Adam hiiiiç fena değil! Daha bu ilk dinleyişim, muhtemelen hastası da olmam ama, "kötü" değil. Farklı, kendi halinde ve ilgi çekici. Şaşkın durumdayım...

Ama liseli kızlar neden hastası işte onu hala çözemedim :)

Salı, Mayıs 22, 2007

Anadolu Rock!!!!

Geçen hafta sonunu ilk defa Eskişehir'de geçirdim veeee yepyeni bir Anadolu Rock grubu keşfettim!

Heeemmen fotoğraflarını koyuyorum buraya, menajerliklerini ben yapıcam, albüm isteyene gönderebilirim ;)



Cuma, Mayıs 18, 2007

Bahçede çekirdek çitlemek...

hahahaha :)

Hiç bu kadar rahatsız edici olabileceğini tahmin edememişim. Zor bir günden sonra eve gelmişsiniz, saat gece 11, şöyle bir oturmuşsunuz yatağınıza, yaslanmışsınız, elinize bir kitap almışsınız okumaya çalışırken...

kıtkıtkıtkıtkıtkıt, pü

kıtkıtktıktıtk pü

:)

Alttaki komşu bahçede çekirdek çitliyor. Dur diyemezsin ki adama, adamın bahçesi tabii ki çitlicek :) İşte toplu yaşamın zorluklarına yeni bir örnek :)

Yok yok, ben galiba asosyallik yolunda hızla ilerliyorum. Ya da yaşlanıyorum, ya da sadece bu haftaya özel :D

Perşembe, Mayıs 10, 2007

Dinginliğin altında yatan hırçınlık...

Eskişehir'de, evinde tek başına oturmuş, E.S.T. dinleyip bira içen bir Vefik...

"Tek başına içki içmeye de başladın mııı alkoliksin demektir olm!" demişti bir arkadaşım. "Yalnızsın" deseymiş daha doğruymuş, kendimi alkolikten çok yalnız hissediyorum ben...

Yalnız denince, lütfen sevgili dostlar, pek cici İpekçik, ailecim yanlış anlamayın... Bu şehir yalnız, ülke ve bu dünya yalnız... İnsanın kendiyle yalnız kalışıdır sanırım sorun, alkol bu yüzden gerekli o ana...

Anlamsız bir derin olma çabasına girecek bir gelişimden korktum ve duruyorum hemen burda (alkolün getirilerinden biri galiba bu :D). E.S.T. demiştim. Bir caz tutkunu olmadığım kesin, E.S.T. ile tanışalı 2 yıl daha yeni oluyor galiba, ama işte hastalarıyım... O kadar dingin şarkılarında, o kadar alttan hissedilen bir öfke var ki, bizi anlatıyor. Biz çaresiz hisseden ve bu yüzden ellerini kollarını kendileri bağlayanları...

Sağlığınıza içiyorum!

Perşembe, Mayıs 03, 2007

Kesinti...

İnanması zor...

Zavallı ben, bunca çabama ve her gelen faturayı ilk gününde ödememe rağmen, dün telefonum, bugün de doğalgazım kesildi...

Hayır hayır

Ben buralara uygun bir insan değilim, ama anasını satiim dağa kıra uygun bir insan da değilim...

Nasıl olucak bu işler?

Pekiii sistemin, bu benim ruhsal huzurumu ve anlamsız mutluluğumu çökertmeye yönelik baskını durdurmak için napıyorum?

Robin Trower dinliyorum :D Meşhuuuur Bridge Of Sighs albümü, iyi geldi valla...

Eskişehir'de şenlikler festivaller...

hohohoooo :)

Anadolu Üniversitesi Bahar Şenlikleri başlamıış :) Ne dünyadan bihaber bir insan oldum bee, okula gelince aydınlatma direklerine asılmış koca koca banner'lardan anladım başladığını da. Meğer burada durum biraz farklıymış. Şenlik 1 aya yakın sürüyormuş. Bütün Mayıs boyunca renkli renkli şeyler yapılıyormuş. ODTÜ şenliklerinden biraz farklı tabii ama yine standlar kurulmuş, yemekler dağıtılıyor insanlar çimlerde içiyormuş. Ama konserler, benim bölümün olduğu Yunus Emre'de değil İkiüylül Kampüsü'ndeymiş...

Bakalım bunların hepsi duyduğumuz haberler, gerçekleriyse birazdan göreceğiz :)

Bu arada, Film Festivali de 5-15 Mayıs'ta. Çok bomba değil program ama, Ankara'da izleyemediğim Sherrybaby ve Taxidermia'nın olması bile yeter...

Çarşamba, Nisan 25, 2007

İşte cici evim...

Epeydir evimden birkaç fotoğraf koyayım istiyordum, sonunda fırsatım oldu. Hiçbir şeye vaktim yetmiyor diyenlere bir tavsiye alkolü bırakın ya da haftada tek güne azaltın ;)

Neyse, küçük ve didaktik bir söylemden sonra, buyrun size evimin üzerinde bulunduğu sokak



İlk başta biraz korkutucu ama boğaz manzaram apayrı :)



Yaaa köyde oturuyorum dediğimde inanmayanların şüphesi kalmamıştır heralde. Burası Şirintepe. Anadolu Üniversitesi'nin Eczacılık kapısından çıktıktan sonra, şehre değil de diğer tarafa doğru döndüğünüzde biraz da aşağı doğru yürüdüğünüzde burayla karşılaşıyorsunuz. Yani okuldan aşağı bir sokak inerseniz 100. Yıl'ın işçi blokları, bir sokak daha aşağı inerseniz bu köy...

Benim ev, bu evlerin arasında baca dumanı yutan daha geçen sene yapılmış 1+1 apartlardan biri. İşte salonumuuuuz :)


İşte miniminnacık mutfağımız (Bu evlerde baya böyle çocuklu ailelerin oturduğunu düşünürsek, Eskişehir'in maddi durumunu da tekrar anlamış oluyoruz. Gerçi bu evlerin kirası şehirle karşılaştırıldığında hiiiç de ucuz değil. İlk günlerinde satın alınmış olabilir gerçi bilemiyorum.)


ve odamız, evimizin en önemli yeri :D Çift katlı yer yatağımız ve Tuçe'nin minderleriyle birleştirilerek oluşturulmuş oturma grubummm :))


Nerde olursa olsun, içi nasıl olursa olsun ev gibisi yok malum. Birey olmanın en büyük getirisi ve belki de götürüsü işte... Vefik'in ev hevesinde ulaşılan son nokta... Maaşının yarısına mal olan Eskişehir serüveni işte bu evde geçiyor :)

Cuma, Nisan 20, 2007

I'm So Tired Of America...

Ben demiyorum, Rufus Wainwright diyor :)) Dinleyin: Going To A Town

Çarşamba, Nisan 11, 2007

Tenis dersi isteyenler...


:))

Eskişehir'de kortların açılmasını bekliyoruz ama Ankara'da ders isteyenlere itinayla ders verilir :)

Çarşamba, Nisan 04, 2007

Alanis Morissette - My Humps

Hahahahaha

Hastasıyım :) Süper olmuş, şahane olmuş :))

Cumartesi, Mart 31, 2007

Paris, Je Taime

İçinde Paris ve aşk (sevgi) geçen 18 kısa filmin birleşiminden oluşuyor film, merak edip de gitmeyi düşünürseniz aklınızda olsun, bir tam film değil yani karşınızdaki...

En son Resfest ardından, oturup 2 saat kısa film izleme durumunun hastası olduğumu farkettim. Bu anlamda Paris, Je Taime de hiç dena değil. Bazı filmler çok sıradan olsalar da, Paris'i Fransızca'yı sevenler için birebir :)

En beğendiğim bölüm, farkında olmadan Alexander Payne'inki oldu. Ki, Payne Sideways'in yönetmeni olarak bir numaralı idolüm! :D

Payne'in filmi henüz yok Youtube'da ama ikinci ve üçüncü favorilerimin linkleri karşınızda...

Bu Tom Tykwer'ın filmi. Tam kendine uygun olmuş... Ne yazıkki oğlanın konuşmalarının bir bölümü Fransızca, ama çok da önemli değil ne dediği ;P böööö İngilizcesini bulursak değiştiririz canım aaa :)

Bu daaa Pandomim severlere...

Salı, Mart 27, 2007

Kamil Koç'ta reklamlar...

Hastası oldum! :)

Geçenlerde Kamil Koç'la Eskişehir yolculuklarımdan birinde, Kamil amca film gösterimi için başında reklamlar, fragman ve sonra da film giren bir paket hazırlamış, araya da kendi yolkart reklamını filan girmiş. Bizim muavin cd'yi koyup bu reklamları görünce, fir fir fir hepsini ileri sardi, sonra direk filmden başlattı :)

Aklınızda olsun, her ne kadar kurumsallaşmış olsalar da otobüs şirketlerine bu şekilde reklam verilmez daha :))

Pazartesi, Mart 26, 2007

Yeni Guns N' Roses...

Axl Rose'dan Slash'e yaptıklarından dolayı kesinlikle nefret ediyorum! İstanbul boğazı'nı nehir diye övmüş olması ayrı bir hıyarlıktır tabii ama yeni bir şarkının kayıtları dolaşıyor ya birkaç haftadır internet çevrelerinde,

!! Better !!

Hastasıyım, duygulu söylemiş hayvan, yakışır...

Pazar, Mart 25, 2007

... Bizim Hayatımız


Bizim hayatımız, bizim belirlemediğimiz sınırlarla, daracık kaldırımlarla, şerit şerit yollarla, parlak parlak metal üst geçitler, köprüler, duvarlarına mavi dandirik kuğu figürleri yapıştırılmış dangalak aydınlatmalı boktan alt geçitlerle bölünürken, adamlar yapıyor... Hem de öyle bir yapıyor ki, geriye sadece, sanki içerde bir bomba varmış gibi filmin son sahnesi daha kararmadan salondan kaçan "izleyiciler"in silüetlerine bakan bomboş gözler bırakıyor...

Das Leben Der Anderen...

inanılmaz...

Cumartesi, Mart 24, 2007

Resfest'ten seçmeler...

Geçen hafta içinde Anadolu Üniversitesi Sineması'nda Resfest'in 10.su vardı 3 gün boyunca. Ben ne yazıkki sadece 1 günün 1 seansına, By Design bölümüne katılabildim. Sanırım bu filmler DVD halinde ancak gelecek sene satışa sunuluyor, ama o zamana kadar bekleyemeyeceğim filmler vardı bu bölümde...

İşte onlardan bir miktar youtube seçmesi... Özellikle animasyona meraklıysanız mutlaka izleyin, fırsatınız olur da bir yerde görürseniz mutlaka dvd'sini alın, bulursanız bir de bana alın :D

Blissful
Grandaddy - Jed's Other Poem
90 Degrees
Post It
Bendito Machine
Park Foot Ball

Cuma, Mart 23, 2007

Alkollü Fotoğraflar...

En son yaptığımız sınıf yemeğinden hiç fotoğraf yüklemediğimi farkettim, 3 özel fotoğrafla koleksiyonlarımız şenlensin efenim... Delikanlı / sarhoş Vefik ve Evren, ışıklı / sarhoş Meltem veee bardağının dibindeki maydonozla dikkat çeken / sarhoş anıl :D

Dahası gelecek efendim, amaaa haydi yine rakı içelim... :D

Perşembe, Mart 22, 2007

Ankaramda wireless

Haha wireless'ta son nokta!

Ankara'nın her yeri wireless kaynarken bir benim evimin çevresinden yok diye dertleniyordum, Eskişehir'e gidiyordum. Öğleden sonranın ödevini yapayım diyerek, daha yolun hemen başında açtım "dizüstü bilgisayarımı" :) Yaklaşık olarak Koru Sitesi'nin oralardan geçiyorduk biraz daha ilerlemiştik ve bilgisayarım 5 tane wireless bağlantı buldu! Yuh dedim yani :)

Millet arabayla işe giderken bağlanacak internete nerdeyse, bizim de eve yakın bi tanecik wireless yok kardeşim bu ne biçim iş... :D

Pazar, Mart 18, 2007

Dal - Rüzgar ilişkisi...

2 hafta önceki Eskişehir badana gezimiz sırasında çektiğim fotoğraflara daldım anlamsız bir şekilde, sağolun! Ödeve yapmam gerekiyor ya oyalanıyorum işte...

Neyse,

bu fotoğrafı paylaşmadan yapamazdım. Dahi anlamındaki "de" ayrı yazılır, o başka bir konu tabii ki ama, bu çılgın arabayı, Türkçemize kazandırdığı "birkere" kelimesi, fiyakalı tema cümlesinin sağına ve soluna yapıştırdığı ne üdüğü belirsiz yıldızları ve tabii ki bagajı kapanmıyor olmasına rağmen sağına soluna taktırdığı kanat mıdır rüzgarlık mı denir her neyse o şeyler için tebrik ediyorum...


Uzun boyun eksilerine ek...

Belki dünyanın en uzun insanlarından biri değilim, ama kısa olduğum da söylenemez değil mi? Bu bağlamda en azından benim kadar uzun olan ve muhtemelen benden daha uzun bütün insanların yaşadığı önemli bir sorun dikkatimi çekti bugün:

"Yatağa oturup, sırtını duvara yaslayıp, ayaklarını uzatıp, kitap okuyamaya çalışınca boynun feci şekilde ağrıması!"

Belden yukarı kalan bölümde uzunluğum belli bir seviyenin üzerinde olduğu için, kafamı çok aşağı eğmeden en rahat bulunduğu şekliyle tutarsam eğer, kitabın görüş alanıma girebilmesi için kollarımı kaldırmam gerekiyor. Böyle bir durumda kollarım ağrıyor. Ancak, kollarımı göbeğimi, bacaklarıma vs. yasladığım durumda da boynum fazla aşağı eğildiği için bu sefer de omuzlarım ve boynum ağrıyor...

Çözümsüz bir ikilem, biraz o biraz ağrısın o zaman :)

Ben rahatsız pozisyonuma geri dönüyorum :))

Cuma, Mart 16, 2007

Ölüler de Konuşur...

İşte Eskişehir'e gelirken yolda okuduğum kitap :)

Peek tatlı İpekçiğin hediyesi olan dvd paketinin fazladan hediyesi olarak beleşe bu kitabı almıştım AE Yapımcılıktan. Merakla bir açıp ilk cümlelerini okumaya başladım ve okuduğuma inanamadım.

"Bir Adli Tıp Antropoloğunun hikayeleri" diye geçiyor kitap. Aslında esas amaç adamın hikayelerinden olası bir kısa film hikayesi çıkarmak ya da esinlenmekti. Ama, amca sıradan bir doktor olmasına rağmen inanılmaz akıcı bir dille ve oldukça edebi denebilecek benzetmelerle şahane yazmış...

Kendi hayatından bahsediyor, sonra iskelet parçalarından hikayelerine bağlantılar yapıyor, aralarda da ince esprilerle gülümsetiyor isanı. Okudukça okuyor ve duramıyorsunuz...

Küçük bir alıntı aktarmak isterim. Bundan 30-40 yıl önce tıp eğitimi için gerçek insan iskeleti bulmak çok kolay ve ucuzmuş. Hindistan benzeri ülkeler ölülerinin iskeletlerini satarlarmış, ve bunlar inanılmaz kalitede olurlarmış. Daha sonra bu ülkeler imajlarının zedelendiğini düşünerek iskelet ticaretini bırakmışlar ve sonuçta tıp öğrencileri çoğunlukla plastik iskeletlere kalmış. Bugünlerde gerçek insan iskeleti bulunursa 3000-5000 dolar arasındaki değişen bir fiyata sahipmiş. Amca da canınız sıkılır kendinizi kötü hissederseniz bunu hatırlayın, pahalı bir iskeletiniz var demiş :))

Şimdi böyle okuyunca çok komik olmadı galiba ama olsun, o kadar soğuk kanlı bir dille yazmışki yaptığı böyle iğrenç şakalar acaip sevimli duruyor aralarda... İsteyene getiririm kitabı eminim seversiniz :)

Salı, Mart 13, 2007

Kalabak Su'nun memleketi...

Her aranın bir sebebi vardır, Vefizoo Blog'daki bu boşluk ve zannedilen ilgisizliğin de farklı sebepleri var. Yazacak konu yoksunlugu değil, bunların bolluğu esas problem. Yok yok bunu değil de önce şu ana gelişmeleri yazayım derken bu hale geldi, aylar geçti her zamanki gibi...

Neyse, şu anda Eskişehir Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi labında oturduğuma göre, çok uzun yazamayacağım ama bu anda sonraki düşünce ve izlenim uçuşlarıma yol açmak adına küçük bir güncelleme sunmak isterim. Hem size hem kendime...

Eskişehir'de bir ev tuttum. Sevgili Murat sağolsun süper bir ev sahibi olmasına rağmen insanın kendi evi gibisi yok :) Bir de para harcamaya doyamayan bir kişilik olunca ve aile büyükleri de heves edince sonuç bu oluyor :)

Evim, okulun arka kapısına hızlı yürüyünce 4, yavaş yürünce 6 yani ortalama 5 dakika uzaklıkta. Evden çıkıp bölümüme ulaşmam yaklaşık 13 dakika sürüyor. 9.15 dersi için 8.45'te kalkmak yeterli yani :) Ankara'nın hiçbir köşesinde olmayan bir kolaylık...

Oturduğum yer, 100. Yıl'ın işçi blokları zihniyetiyle yapılmış bir bölümünden biraz daha içeride. İçeri girdikçe köyleşiyor burası. İnsanları çok sevimli, tabii ki aşırı meraklı ve yardımsever... Öğrencileri kazıklamak için yapılmış 1+1 apart'ların birinde en üst katta ve 9 numaradayım, Bahar Apartmanı :=) 2 haftadır, bizimkilerle birlikte evin boya ve temizliğiyle uğraşıyorduk, sonunda bitti. Dışardan bakıldığında, mavi görünen tek oda benim. Diğer evlerdeki öğrenciler hep beyaz :D

Yakında bakkalım, sabahları dolaşan taze köy sütçüm, 2 sokak ilerde çocuk parkım ve tabii ki bütün mahalleyi gün boyu talan eden ve 30 saniye aralıklarla meşhur sinyaliyle hayatı zehir edebilecek Kalabak Su kamyonum var. Sanırım yarın öbür gün belediyeye şikayet mektubu yazacağım :)

Telefon, doğal gaz, elektrik ve su hepsini bağlattım. Canım çıktı resmen, alışmamışım devlet dairelerine ya, neyseki Eskişehir küçük ve bütün işler çok çabuk halloluyor...

Maceralarımı yakında anlatırım, garip derslerim almam gereken bir sürü kitaplarım ve her hafta yapmam gereken en az 3 ödevim olduğu için biraz daha öğrenciye benzemeye başladım. ODTÜ Makina'da 5.5 senede sadece 2 kitap aldığım düşünülürse, birikimlerimi sinemaya akıtmaktan hiiiç mi hiç mutsuz değilim. O yüzden varsın para harcıyayım, önemli olan sonsuz iç huzur :))