Salı, Aralık 30, 2008

Blindness


Bir köşeye kıvırıp atması, Hollywood tüccarlarınca da aşağılanması pek kolay bir film Blindness. Amerika'nın en itibarlı film "yorumcu"larından Roger Ebert 1.5 yıldız verip, hayatımda izlediğim en absürd filmlerden biriydi derken, vazgeçemediğimizin "kültür"ünden neden tiksindiğimin de bir kanıtını daha sunuyor aslında...

Bir başyapıt olduğunu düşünmediğimi de ekleyerek devam edeyim o zaman...

Fernando Meirelles, José Saramago'nun romanını görselleştirmek için çıkmış yola. Bütün dünya, ilk hastadan başlayarak kör olmaya başlıyor ve salgın bütün dünyaya yayılıyor. Tek bir insan hariç. İlk hastalananların kapatıldığı bir karantina bölgesinde kocasının yanında kalmayı tercih ediyor bu kadın ve daha sonra da distopya dinamikleriyle sürüp gidiyor film.

Tahmin edeceğiniz gibi filmin bütün olayları, 1 kişi hariç kimsenin göremediği de göz önüne alınırsa düşünsel bir boyutta ilerliyor. Böyle bir romanı görselleştirmek de hakikaten * ister. Meirelles ve görüntü yönetmeni bunu başarabilmiş mi? Tam not vermek zor. Parlak beyazlar, devamlı odak değiştiren çekimler, elde taşınan kameralar, tutarsız renkler vs. filmin stilini düşüncesinin önüne koyuyor kimi zamanlarda. Bu da muhtemelen filmin en büyük eksisi. Ayrıca, birçok gereksiz sahnenin var olduğunu da düşünüyorum, hikayeye bir şey katmayan yani. Görmeyen insanların yaşamlarını devam ettirme yolları vs. de ayakları yere basmama sınırını biraz aşabiliyor kimi zamanlarda...

Ancak,

Blindness, görsel olarak haddini biraz fazla zorlamış, güzel bir düşünsel yolculuk bence. Dünya üzerindeki herkesin birden kör olduğunu düşünün, şu anda değer verdiğimiz şeylerden geriye ne kalır? Para? Mücevherler? Elektrik? Kıyafetlerimiz? Silahlar? Güzellik!? Sürünen insanlarını öylesine güzel bir pislik ortasına atıyor ki yönetmen, geniş açı şehir çekimlerinden dolayı da ayrıca tebrik etmek gerekli yapım ekibini.

Ayrıca, körler diyarında görebilen tek insanın kadın oluşu hikayeye tamamen farklı bir boyut katıyor (hiçbir eleştirmen bu konuda bir görüş ortaya atmamış olsa da). Erkek iktidarının paramparça oluşu, açlıktan ölme sınırında dolaşan bir grup insanın ahlak ve gurur anlayışlarının ulaştığı nokta, korkaklıkları, güçsüz ve zavallılıkları, din adamlarının toplumsal olarak gelinen durumda, eski düzeni tekrar kurmaya çalışmaları ve tabii ki hırs, aç gözlülük, güç ihtirası vs. vs. Hepsine ve daha fazlasına ayıracak yeterince zamanı var filmin.

Gören ve affeden tek kişi olarak, kadının mesihsel bir duruşu da yok değil. Ancak neyseki bu fikir de filmin ilerleyen bölümlerinde güzelce akıldan uzaklaştırılıyor. Gerek önce kendini doyuruşu, gerek sadece yanındaki birkaç kişiyi kurtarışı ve gerek sondaki şüphesi/korkusu...

Daha iyi görselleştirilebilir miymiş Blindness, belki de. Daha bariz olmadan ve bulanık da anlatılabilirmiş belki. Ancak bu haliyle bile, birçok izleyiciyi kaçıracak, korkutacak ve sıkıntıdan boğabilecek bir film bu ve Meirelles'in Hollywoodumsal yaklaşımını da unutmamak lazım. Ancak, üzerine bir şeyler yazdırabilecek oluşu bile yeterli bence. O güçsüzlüğü, zavallılığı, acizliği ve ihaneti görmek... Meirelles'in tablo güzelliğinde sahneleri yok belki ama, filminkini olmasa bile başka bir dünyayı (ya da kurulmuş yapay düzenimizi) düşünmeye sevketmek izleyeni. 2 saat alıp götürüp sonra aynı yere koymaktan daha iyi bir fikir sanki.

Hiç yorum yok: