Pazar, Mart 08, 2009

Braun Macro MZ 864


Tadaaa!!!

Yeni ve ilk 8mm kamerama kavuştum: Braun Macro MZ 864. Kamera yeni değil tabii ki de :) 1974 yılından kalma, sahibinden.com sayesinde oldukça uygun bir fiyata edindim bu kamerayi ve kucuk bir el isigini ve bir 8mm oynatici projeksiyon aletini.

Pilleri takıldığında en azından motor bölümü düzgün çalışıyor görünüyor ancak sonuçta filmlerin pozlanışı nasıl çıkacak bekleyip göreceğiz. Türkiye'de 8mm, filmler, banyo ve telesine işlemleriyle ilgili yakında daha çok yazacağım ancak şimdilik bu kameraya sahip olan başka birisi daha olacaksı yardımcı olmak adına, teknik özelliklere geçelim.

silent super 8 cartridge

lens: Braun Macro Super Stellar Zoom f: 1.7 \ F: 8-64 mm

focusing: manual, microprism

macro focusing: yes

zooming: auto with 2 speeds and manual

filter size: 62 mm

viewfinder: single-lens reflex with adjustable eyepiece

exposure: auto and manual exposure control; TTL EE, CdS photocell

exposure compensation: +/- 2 f/stops

backlight control: + 1 f/stop

aperture scale: f/1.7 to f/22

CCA filter: built-in 85A filter, with filter switch

filming speed: 18, 24 fps, slow motion (40 fps), single frame

shutter opening angle: 180 degrees

fading: auto fade-in/fade-out

sound: double-system, recording with synchronized tape-recorder

remote control socket: yes

2 cable release sockets: single frame and continuous running

movie light socket: screw type

synchronized flash socket: yes

handle: fixed pistol grip, chamber for penlite batteries

battery checker: yes

power source: 4 x AA bateries \ 2 x PX625 button cells for light meter

external power jack: 6 V DC

weight: 850 g

dimensions: 60 x 195 x 235 mm

tripod socket: 1/4"

made in Japan by Cosina

-----------------
Bu bilgi http://www.super8data.com/ sayfasından alınmıştır...

Cuma, Mart 06, 2009

Terminator Salvation Trailer!

Hihi

5 Haziran'da gösterime girecekmiş yeni Terminatör filmi. Bu fragman pek havalı olmuş. Adamların özel efektlerle, bilgisayarlarla yapabildiklerinin sınırları genişlemeye devam ettikçe, ortaya çıkan işler de bizi havalara uçurmaya devam edecek gibi. Küçücük bilgisayar monitörümden izlerken bile, devasa bir gökdelene bakarkenki heyecanı hissettim içimde :) Ha, efektleri koyarken, efendim konuyu önemsemiyorlar bölümüne hiç girmiyorum, Hollywood zaten ne beklersiniz :p Buyrun siz de izleyin...

Cumartesi, Şubat 28, 2009

Where Did I Lose Your Love?

Bir Journey şarkısı. 2008 tarihli Revelation albümünün de bilmem kaçıncı single'ı. Radyoda dinlerken böyle bir içim şey olmuştu, bu şarkı için bir şeyler söylemek isterim ulan diye düşünmüştüm ki, Hisseli İstek'te Alicim haftanın en çok istek alan şarkısı diyerek patlattı. Bir de dedi ki "ne varsa eskilerde var".

Aramızda küçümsense de Journey, 2008'in, en çok satan 8. turne grubuymuş. Bu albüm de aradan geçen yıllara ve değişen solistlere rağmen platinyum satmayı başarmış Kuzey Amerika'da. Valla helal olsun. Ne kadar sıradan, bilindik, tahmin edilebilir olsa da, insanın içini titretebiliyor, kalbini hızlandırabiliyor.

Sonra dedim ki içimden, böyle şarkıların kıymetini bilecek, ne kadar geyik olursa olsun 40 Haramiler'e alacak kaç insan kaldı radyomda? Sorun radyoda değil de işte, dönemde galiba. Ne bileyim...

Salı, Şubat 24, 2009

Fenercell!!

haha

Şuraya Fenerbahçe ya da futbolla ilgili en ufak bir şey yazacağım aklıma gelmezdi, ama kader işte :))

Gittiğim ilk reklam setinin sonuçları yayınlanmaya başladı, bugün gördük televizyonda. İşte böyle bir şey olmuş. Çekilenin, yapılanın 100'de 1'i olduğunu ve toplamda 2 saniye kullanılan yandan geniş maç çekimi için, 1.5 saat harcadıklarını da not olarak ekleyeyim. aah ah bu reklamcılar...

Pazartesi, Şubat 23, 2009

Çevirenleriniz Bol Olsun

İstanbul delirmiş. Gecenin 3 buçuğunda Taksim'den, hepsi içip eğlenmiş insanlarla birlikte dönerken 2 çevirmeden geçtik. Biri Şükrü Saracoğlu'nun orada, diğeri de sahil yolunda Çiftehavuzlar'a doğru. Küçük aralarla olması ayrı bir konu tabii ama en bombası 2. çevirmede sarı dolmuşumuzu da bir kenara çekip, içerdeki herkesin kimliklerini toplamaları oldu.

Yeni bir oyuncak bulmuş polis, herkesin TC kimlik numaralarını telefonlarından bir sayfaya giriyorlar, sonra heralde aranıyor mu vs. onu görüyorlar. Neyseki henüz bir vakam çıkmadı ama bir yanlışlık olsa, çıksa, adam orda beni alıkoymak istese, gece gece o saatte ne bok yerim, hiç bilemiyorum.

Bu arada istisnasız, gece 2'den sonra eve dönmeye çalşıtığım her anda çevirmeye girdim ama öncesinde bir şey olmadı. Belki de belli bir saatten sonra çıkıyorlar ya da ben şanslıyım! Yani neymiş, İstanbul'da alkollü araba kullanmak ya ... ister ya da ara yolları çok iyi bilmek. Ben getiririm arabayı, eve yakın bulduğu ilk park yerine de koyarım abicim. Gerisine karışmam :)

Perşembe, Şubat 19, 2009

İstanbul'da Metro

Canım bu İstanbullular henüz Metro adabını edinememiş. Sarı çizgiyi geçmeden duramıyorlar, ama bizim Ankara'daki zihniyetle değil. Bilinçsiz olarak, bilmediklerinden geçiyorlar. breh breh Kendimi acaip üstün hissettim :))

Pazar, Şubat 15, 2009

"Q" Sırası

İstanbul'da olmanın artılarından faydalanayım diyerek, uyumaktan ve dolanmaktan arta kalan zamanımı, 8. !F İstanbul FF'ne ayırdım. Dün 1, bugün 2 film izledim.

The Burning Plain
, çok oturaklı yazılmış, harika oynanmış ve bir araya getirilmiş, güzel kurgulanmış akıllı bir dramdı. Meksikalıların yükselen sinemasına güzel bir örnek. Charlize Theron'sa sadece yüzüne makyaj yapıldığı için Oscar kazanmadığını kanıtlar gibi parlıyordu.

Sonra, The Pleasure Of Being Robbed, bağımsız filmler dünyasının çok konuşulanlarından biri olduğu için dikkatimi çekti. Ama pek de değmezmiş. Birkaç arkadaşın, dijital bir kamerayla, çok düşük bütçeyle çektikleri, minnacık bir filmdi. Kötü denemez belki ama, kopardığı tantanaya da değmeyeceği kesin.

Ve son olarak, The Infinite Playlist Of Nick and Norah. Juno'nun açtığı yoldan, akabinde biraz daha para kazanır mıyız gazıyla çekilmiş, sıradan ve uydurma bir gençlik filmi. Bazı izleyenler çok eğlendi, sonunda kendilerine güzel filozofik sonuçlar çıkardı, güzel epey fazla anı olduğunu da yalanlamasam da, 90 dakikaya değmeyecek, Juno'daki hamilelik-annelik-yaşlı adam/genç kız gerginliğinden arındırılmış, çok sıradan bir gençlik aşk filmi diye özetleyebilirim. Gitmeyin.

Esas konuya gelecek olursak, ilk defa dikkatimi çekti, belki daha önce hiç denk gelmediğim için, belki de bende bir terslik olduğu için bilemiyorum ama, AFM Fitaş Beyoğlu sinemalarında aldığım bilet "Q" sırasındaydı. O ne demek abi? Öyle bir harf yok bu ülkenin alfabesinde. Bir de salonun en arkasında olunca o sıra ve arkaya doğru "O"dan sonra 2 sıranın üzerinde harfler yazmayınca, P mi önce gelirdi Q mu diye düşünmek zorunda bile kaldım. Hay anasını satıyim özentiliğimizin...

Pazartesi, Şubat 09, 2009

IWhyShy? Sahnede!

IWhyShy? çok sevdi sahneyi. 2 hafta arka arkaya çalınca, özellikle bir de ikinci hafta, Radyo kitlesi dinliyor uleeyn baskısı olmayınca üstümüzde, bir de üstüne üstlük, her çaldığımızı bilen, Yavuz Çetin'e eşlik eden, deliler gibi eğlenen bir Mantar kitlesi de olunca karşımızda, başka bir tadı oldu IF'in bence.

Dediğim gibi, çok sevdim(k) sahneyi, devam eder, arayı soğutmadan yine bir araya geliriz umarım. Fotoğrafların devamı için "buraya" buyrun.

Pazar, Şubat 08, 2009

Milk - ek!

Tam Milk demişken bir şey gördüm az önce, paylaşmadan edemiyorum. Frost/Nixon, The Reader ve Milk, en iyi film Oscar adayı olmalarına rağmen çok az seyirciyle buluşabilmiş. Öyleki, son 10 yılın, en az izlenen "En İyi Film Adayları" listesinde de ilk 10'a girivermişler.

En az izlenen, en iyi film adayıysa, "Letters From Iwo Jima". Listenin devamı için buyrun.

Milk


"California's first openly gay elected official"

Harvey Milk'in 40. doğum gününden yola koyulan bir film Milk, eğer hala duymadıysanız. Gus Van Sant'ın "Mala Noche" ile başlayan sinema kariyerinde, kenara itilmiş, görmezden gelinmeye çalışılmış ama ister kişisel, ister düşünsel, isterse toplumsal düzeyde geri savaşmış insanlar yer almaya devam ediyor filmlerinde.

Amerikalı birçok eleştirmen, sinema yazarı vs., bu filmi 2008'in en iyileri arasında göstermiş. Amerikan izleyicisinin karşısına 28 Ekim 2008'de çıkmış bu film. Kiliselerine bağlı Amerikan halkı ne demiştir bu filme, genelde nasıl bir tepki almıştır bilemiyorum ama ülkemde gösterime girer mi, girerse kimse gider mi, yoksa göz ardı etmeyi tercih mi ederler... cevapları nispeten biliyoruz. Beni direk etkilemiyorsa (ki direk etkilese de sessiziz o ayrı), rahatımı belli bir sınırdan fazla zorlamıyorsa, kapa gözlerini diyen Türk insanı, belki de gidip breh breh nasıl da vurmuşlar adamı göz göre göre diye olayın sonuna hayıflanır...

Güzel film, şahane bir oyunculuk (Sean Penn), Slumdog gibi allı pullu olmasa da, etkileyici bir kurgu. Diğer adaylar arasında En İyi Film Oscar'ını alması pek muhtemel değil heralde ama alırsa da şaşırmamalı.

Cuma, Şubat 06, 2009

Varan Bolu Dağı Tesisleri

Kısa tarihimde geçmişe doğru küçük bir yolculuk yaptım bugün, İstanbul-Ankara yolunda verdiğimiz bir molayla. Varan'ın Bolu Dağı Dinlenme Tesisleri, girişindeki tabelada da yazdığı gibi, "Hizmete Devam Etmekte"ydi. 8-9 yaşımdan itibaren İstanbul-Ankara arasında ailecek dokuduğumuz mekiğin en önemli bölümlerinden birini oluştururdu bu tesis. Bugünlerdeyse, yeni "geçit"in açılmasıyla üzerine adeta ölü toprağı serilmiş engebeli, virajlı, dar dağ yolunun hayaletlerinden biri haline gelmişti, tabela her ne kadar aksini iddia etse de.

Hep o 9 yaşındaki gözlerimle hatırlayacağım bina ve çevresi nerdeyse hiç değişmemişti. Yemeğinizi almak için girdiğiniz bölüm, tuvaletlerin yeri, masaların dizilişi... Ferahlatıcı dağ kokusu taşıyan köpüklü ayran dışında eski havası yoktu ama yemeklerin. Sanki onlar da yarım saatlik bir fark için vazgeçilen doğa güzelliğinden, arkasına bakmadan var gücüyle kaçan insanlığa gücenmişti. Belki de ben küçük yaşımda, dağ yolunun saldığı korkuyla acıkan minik miğdemi doldururken fazla büyütmüştüm bu yemekleri gözümde ama yine de hafif çaptan düşmüş olsalar da bolca peynir rendelenmiş domates çorbası ve pilav üstüne serpilmiş döner parçaları dostça birer edayla selamladılar beni. Ablamın çorbasını iştahla içişi, her tesise adım attığımızda yüreğimde yükselen acaba döner kalmış mıdır heyecanını hatırlattılar bana. Tek sıkıntı, belki diğer firmalarla yarışabilmek için düşen otobüs fiyatlarıyla birlikte darbe yiyen elit imajı korumak için belki de günlük misafir sayısı 10'da 1'ine düşen tesisin masraflarını çırakabilmek için, Varan'ın fiyatları fahiş boyutta sunmasıydı.

Yemek sonrası, alışılmış tuvalet ziyareti de, nerdeyse tamamen anılara kilitlenmek üzere terkedilen bu tesisin o eski filmlerin eski görünmesi gibi, bakımlı olsa da köhnelikten kurtulamadığını kanıtlıyordu. Binadan sıyrılıp birkaç dakikalığına da olsa kendinizi Bolu Dağı ile yalnız bırakmak istediğinizdeyse, uçsuz bucaksız dağ sıralarının ve ağaçların arasında yutulmuş küçük köy evleri yerine, devasa ve ürpertici bir otoyol ve üzerinde süzülen irili ufaklı böcekler dikkat çekiyordu artık. Suyun şorul şorul aktığı, sırf o sudan birkaç gün daha içebilmek için arabada koca koca damacanalarla dolaştığımız günlerden geriyeyse, ince bir parmak kalınlığını geçmeyen bir sızıntı ve zamanında bizim yaptığımız gibi o berrak buz gibi suya akın etmektense, telefonlarıyla beyinlerini zehirlemeye çalışan insanların tamamen ihmal ettiği, görmezden geldiği çıplak bir çeşme kalmıştı geriye.

Kaç defa daha gitsem, hep 9 yaşındaki gözlerimin gördüğü şekliyle hatırlayacağım Varan Bolu Dağı Tesisleri'ni ve Varan molalı İstanbul-Ankara seferlerinde buraya uğramaktan vazgeçmese de, soran olursa eğer, bir hatırlayan, herhalde kapanmıştır yeni geçit açıldıktan sonra diyeceğim, girişteki tabelaya inat. Gülümseyerek koştuğum bir anı olsun orası, kimse elleyemesin, yemekler de eskisi gibi değil yahu diyemesin diye...

Salı, Şubat 03, 2009

Brit Awards!

Haha, Iron Maiden myspace sayfasından böyle bir mesaj atmış, aynen buraya da yazıyorum.

"Unless you think Coldplay, Elbow, The Verve or Scouting For Girls are better than Maiden live. In which case, may we suggest seeking help..."

http://www.brits.co.uk/vote/

Brit Ödülleri'nin En İyi Canlı Performans ödülüne aday olmuş sevgili Maiden, desteklemek şarttır. Adınızı soyadınızı yazıp bir de mail adresi girerek hemen oy kullanabilirsiniz. Acaba single'ı kim kazanacak... Leona Lewis mi??

Pazartesi, Ocak 12, 2009

Bakış

Benim de böyle, her fotoğrafta aynı çıkan, bana özel bir bakışım var mı??

Çene hafif aşağı, gözler azcık yukarı doğru, hafiften de kafayı yana kaykırtmalı filan mesela...

Cumartesi, Ocak 10, 2009

The Wrestler ve Aronofsky'nin sonu...

Darren Aronofsky, sonunda "normal" bir filmle ve bu sefer bütün dünyayı sallamacayla karşımızda. Özellikle son üçte birlik bölüme kadar, mükemmel anlatılmış, şahane oynanmış, güzelce ayrıntılandırılmış harika bir deneyim. Evde, kendi kendime filmin karakterleriyle konuştuğum az olmuştur bugüne kadar...

Ancak, son bölümde, geleneksel anlatıya o kadar birebir tutunuyor ki, "anti" tarafından diyelim ya da, biraz canımı sıkmadı değil. Evet tamam, yine çok güzel, çok dokunaklı, ama sanki Hollywood'a uygun olsun denerekten kotarılmış bütün film. Senaryoyu Aronofsky'nin yazmayışından da belli aslında. Bir de insanları arkalarından takip eden kamera, sanki bir bilgisayar oyunu tadında, bir süre sonra can sıkabiliyor ve ben anlatıya belirgin bir katkısını bulamadım ne yalan söyliyeyim.

Şimdi de imdb'ye bir baktım, Aronofsky bundan sonra ne yapıyor diye, canım sıkıldı. Micky Ward'un hayatını anlatan bir boks filmi var önce 2009'da, ardındansa Robocop tekrar çevrimi!!

Pi'nin, Requiem For A Dream'in, Fountain'ın asi yönetmeni, yola gelmiş sanki. Herkesi kendilerine uyduruyorlar demekki onlar bir şekilde. Ya da yaşlanmaya başladı belki "yaratıcı" yönetmenimiz.

Canım sıkıldı bak şimdi...

Neyse konuya dönersek, The Wrestler güzel hatırlanacak kesinlikle ve Mickey Rourke başta olmak üzere birilerine Oscar da getirebilir. Ama filmin en güzel yanı, 80'lerin hair metal'iyle süslenmiş olması. Ve o kadar güzel bir sahneye o kadar güzel bir diyalog yerleştirmiş ki yazar ya da yönetmen:

"80s were the best shit ever man! Then that Cobain pussy had to come around and ruin it all!"

Hell yeah!! hahaha

Pazartesi, Ocak 05, 2009

Siz de girin...

RTE bir basın açıklaması sırasında CHP'ye laf sokacağım diye, youtube'a atıfta bulunmuş. Bir gazeteci de youtube'a girilmiyor diye hatırlatmış, bizimki de "Ben giriyorum, siz de girin" demiş.

Sağda solda gezmekten Türkiye'deki gerçekleri unuttu heralde. Bir basbakan halkıyla böyle de dalga geçmez ki...

Cuma, Ocak 02, 2009

Aday

Bu halk bu adamı bir kere daha seçerse pes doğrusu!

Her şeyi geçtim, en basitinden hadi, şehri günlerce haftalarca susuz bırakmış, sonra çıkıp bir de dalga geçmiş şu adamı, yalancı olduğu televizyonda kanıtlanmış yüzsüz adamı... pes yani...

Vallahi yine seçecekler...

ks!!!

Perşembe, Ocak 01, 2009

Issız Adam

Voilaaa!!! Sonunda gördüm Çağan Irmağımızın bu filmini de :) Popüler sinemamızın, "içi dolu" yönetmeni gibi bir izlenim var hala benim içimde, galiba genel çevreden öyle bir dolduruşa geliyorum ama sebebini de anlamıyorum bir türlü. Hayır, Ulak'ı sevmem, Babam ve Oğlum'u sevmem, e Mustafa Hakkında Her Şey'i sevmem, o zaman neden bu sempati?? Eli yüzü düzgünlüğe olan açlığımızdan olsa gerek herhalde...

Gitmeyen son 2 kişi olduğumuza inanarak salona girdik bugün İpek'le. Çantamda tuvalet kağıdı bile hazırdı foşur foşur ağlarsak diye!! ekşisözlük alıntısıyla, inanılmaz detaylarıyla koltuğuma mıhlanırım diye bekledim durdum devamlı, ama olmadı.

Sinema öğrencilerine dış sesin kötü kullanımı için örnek olarak gösterilmeli bence bu film. Ya da yönetmen adaylarına, kendi zevklerinizden bahsedecekseniz, nasıl yapmamalısınız derken bir hoca bu filme atıfta bulunabilir. Dijitalle çekseniz daha kolay olmaaa mı ehuhuehuehee diye kalırsınız yoksa öyle ortalıkta, oyuncunuzu da rezil edersiniz filan denebilir mesela. Sonraa sonra sonra, klişeler?? Evveet, klişeler...

Neyse, sonuçta birçok güzel anı da yok değildi. Ölesiye nefret etme durumu yok yani, ama koparılan kıyamete değer mi, bu filmi izledim de bir şey kazandım mı gibi soruların cevapları malum ne yazıkki. Bir tek, neden sevgilimin yüzüne bakıp bir hikaye yazamıyorum anasını satiyim, yamukluk bende mi acaba diye bir duygusuzluk, kendinden tiksinme oluştu. Yazarken ne güzel oluyor di mi, sonra çekince bir garip duruyor... tüh

Nasıl başlamıştık bu yazıya, evet, iki sevgili arası diyalog yazma dersi için çok uzaklara değil, Amerika'ya bakınız, buyrunuz Linklater abimiz ve "Before Sunrise / Before Sunset".

Çarşamba, Aralık 31, 2008

Dreaming Of You...

O zaman daa Pisek'te yaptığımız ilk şeyi görücüye çıkarma zamanıdır...

Bir cuma akşamı saat gece 9'da ortaya çıkmış bir fikir. Hafta sonu boyunca çekilmiş ve takip eden günler içinde de kurgulanmıştır.

Kamerayı kullanan ben bu işi ilk defa yaparken, bu versiyonda kurguyu yapan ben de yine ilk defa AVID kullanmışımdır. Hataları şimdiden görebilmekteyim (özellikle kurgudakileri) ancak düzeltmekle uğraşmaktansa daha güzellerini çekmeyi temenni ediyorum :D Color Correction'ınsa ne işe yaradığını yavaş yavaş uygulamaya geçirmeyi ümit ediyorum :)

Orjinal kurguyu Coleman yaptığı için hiçbir jenerik vs. koymadım sonuna ama merak edenler için,

Oyuncular:
Jeremy ....... Eirik
Maria .......... Yia-Wei

Ekip:
Yönetmen... Coleman
Senaryo....... Eirik
Hikaye......... IFS 2008 in Pisek
Görüntü Y.. Vefik
Ses............... Riccardo
Yön. Ass...... George

Teşekkürler
Jana Privetiva, Antonio Riestra ve tabii ki FAMO :))

Tam ekran yapmanızda fayda var efendim, iyi seyirler...



Coral - Dreaming Of You (by IFS in Pisek) from Vefik Karaege on Vimeo.

Güneşle aram yok...

Evde oturup film izlemeye çalışınca farkettim bunu, güneşle iyi geçinemiyoruz. Ne zaman açsam bilgisayarı, bir dvd filan koysam, ahanda diye güneş çıkıyor, tam gözümün içine doğru. Eeayh diyip kapatınca da güneş de gidiyor. İşaret mi acaba?

Salı, Aralık 30, 2008

Blindness


Bir köşeye kıvırıp atması, Hollywood tüccarlarınca da aşağılanması pek kolay bir film Blindness. Amerika'nın en itibarlı film "yorumcu"larından Roger Ebert 1.5 yıldız verip, hayatımda izlediğim en absürd filmlerden biriydi derken, vazgeçemediğimizin "kültür"ünden neden tiksindiğimin de bir kanıtını daha sunuyor aslında...

Bir başyapıt olduğunu düşünmediğimi de ekleyerek devam edeyim o zaman...

Fernando Meirelles, José Saramago'nun romanını görselleştirmek için çıkmış yola. Bütün dünya, ilk hastadan başlayarak kör olmaya başlıyor ve salgın bütün dünyaya yayılıyor. Tek bir insan hariç. İlk hastalananların kapatıldığı bir karantina bölgesinde kocasının yanında kalmayı tercih ediyor bu kadın ve daha sonra da distopya dinamikleriyle sürüp gidiyor film.

Tahmin edeceğiniz gibi filmin bütün olayları, 1 kişi hariç kimsenin göremediği de göz önüne alınırsa düşünsel bir boyutta ilerliyor. Böyle bir romanı görselleştirmek de hakikaten * ister. Meirelles ve görüntü yönetmeni bunu başarabilmiş mi? Tam not vermek zor. Parlak beyazlar, devamlı odak değiştiren çekimler, elde taşınan kameralar, tutarsız renkler vs. filmin stilini düşüncesinin önüne koyuyor kimi zamanlarda. Bu da muhtemelen filmin en büyük eksisi. Ayrıca, birçok gereksiz sahnenin var olduğunu da düşünüyorum, hikayeye bir şey katmayan yani. Görmeyen insanların yaşamlarını devam ettirme yolları vs. de ayakları yere basmama sınırını biraz aşabiliyor kimi zamanlarda...

Ancak,

Blindness, görsel olarak haddini biraz fazla zorlamış, güzel bir düşünsel yolculuk bence. Dünya üzerindeki herkesin birden kör olduğunu düşünün, şu anda değer verdiğimiz şeylerden geriye ne kalır? Para? Mücevherler? Elektrik? Kıyafetlerimiz? Silahlar? Güzellik!? Sürünen insanlarını öylesine güzel bir pislik ortasına atıyor ki yönetmen, geniş açı şehir çekimlerinden dolayı da ayrıca tebrik etmek gerekli yapım ekibini.

Ayrıca, körler diyarında görebilen tek insanın kadın oluşu hikayeye tamamen farklı bir boyut katıyor (hiçbir eleştirmen bu konuda bir görüş ortaya atmamış olsa da). Erkek iktidarının paramparça oluşu, açlıktan ölme sınırında dolaşan bir grup insanın ahlak ve gurur anlayışlarının ulaştığı nokta, korkaklıkları, güçsüz ve zavallılıkları, din adamlarının toplumsal olarak gelinen durumda, eski düzeni tekrar kurmaya çalışmaları ve tabii ki hırs, aç gözlülük, güç ihtirası vs. vs. Hepsine ve daha fazlasına ayıracak yeterince zamanı var filmin.

Gören ve affeden tek kişi olarak, kadının mesihsel bir duruşu da yok değil. Ancak neyseki bu fikir de filmin ilerleyen bölümlerinde güzelce akıldan uzaklaştırılıyor. Gerek önce kendini doyuruşu, gerek sadece yanındaki birkaç kişiyi kurtarışı ve gerek sondaki şüphesi/korkusu...

Daha iyi görselleştirilebilir miymiş Blindness, belki de. Daha bariz olmadan ve bulanık da anlatılabilirmiş belki. Ancak bu haliyle bile, birçok izleyiciyi kaçıracak, korkutacak ve sıkıntıdan boğabilecek bir film bu ve Meirelles'in Hollywoodumsal yaklaşımını da unutmamak lazım. Ancak, üzerine bir şeyler yazdırabilecek oluşu bile yeterli bence. O güçsüzlüğü, zavallılığı, acizliği ve ihaneti görmek... Meirelles'in tablo güzelliğinde sahneleri yok belki ama, filminkini olmasa bile başka bir dünyayı (ya da kurulmuş yapay düzenimizi) düşünmeye sevketmek izleyeni. 2 saat alıp götürüp sonra aynı yere koymaktan daha iyi bir fikir sanki.

Cuma, Aralık 26, 2008

Ev hali... Kanal

"Karanlıktaki Adam" misali (Hayır yanlış yazmadım, Issız Adam demek istemiyorum :D) evde oturup film izliyorum. Ne yazıkki o yoğunlukta ve entellektüel kapasitede değil tabii ki ama elimden geldiğince :)

Wajda'nın "Kanal" isimli filmini izledim mesela geçen gün. Polonyaca'nın Çekçe'ye yakın olduğunu söylerlerdi ama aradan birkaç da kelime kapınca olay iyice netleşti. Bir de dvd'nin ekler bölümünde bir röportaj vardı, çok anlamlı geldi bana.

Wajda'nın daha 2. filmi bu ve 2. Dünya Savaşı sonlarında yaşamaya çalışmış Varşova direniş hareketinin sona ermek üzere olduğu bir dönemi anlatıyor. Adından da anlaşılacağı gibi, kanallar ya da kanalizasyonlarda geçiyor büyük bölümü ve bir grup direnişçinin hikayesini parçalara bölünmüş bir yöntemle anlatıyor. Yani 3 ana karakter ya da 3 ana yol var filmde. Wajda da, yanına 2 tane genç yardımcı alıp (adına Assistant Director denen cinsten) çıkmış yola. Güzel ve anlamlı olan yanı, Wajda ben yönetmenim ben bilirim demeyip, bu 2 gençten yaratıcı fikirler istemiş devamlı ve 3 hikayeden 2'sini bu gencecik insanlara (yardımcılarına) bırakmış.

Amcayla yapılan röportaj 2003 yılından, tonton tonton "böylece onlar da bir şeyler öğrenip, ilerdeki yönetmenlik kariyerlerine güzel tecrübeler kattılar" diyor.

Az bulunur herhalde böyle yönetmen. Her şey garip bir iktidar mücadelesi içindeyken, adamın kendi gücünü paylaşması ve daha önemlisi öğretmek-eğitmek istemesi, epey az görülür herhalde...

Filmin çekil(ebil)me hikayesi de anlatmaya değer ama uzatmayayım, olağan rejimin çekilmesini istemediği filmlerden, bir şekilde kendini Cannes'da bulmuş ve Jüri Özel Ödülü'nü bir başka henüz yıldızı dünya çapında tam parlamamış yönetmenin filmiyle paylaşmış, "Yedinci Mühür"le. Ne günlermiş... Şimdi Cannes'a Scorsese filan gidiyor, peh peh...

Çarşamba, Aralık 24, 2008

Bu da benim yolculuğum...

Muzo'nun Türkiye'ye gelme hikayesinden sonra benimki biraz hafif kalıyor ama, hadi ben de anlatayım da tam olsun.

19 Aralık cuma, 07.00 - kalkılır.

Koca bavul ve bir yığın eşyayla yola 07.45'te Pisek'teki evden yola çıkılır. Erkenden varılır otobüs durağına ve güzelce 08.30 otobüsüne binilir. Saat, 10.00 civarı Prag. Ardından, 10.45 civarı Prag Havaalanı.

13.45'teki uçak için 3 saatlik bekleyiş başlar, üstüne THY 15 dakika gecikme anons eder ama 25 dakika geç kalır ve sonunda İstanbul'a yolculuk başlar.

Sonra 17.25 gibi İstanbul. 19'dadır THY Ankara uçağı ama saat 20.15'ken ancak uçaktaki yerler alınır. Bir de kalkış sırası beklenir uçaklara yetmeyen Atatürk Havalimanı'nda ve 20.25'te 1.5 saat gecikmeyle yola çıkılır. Yani bir 3 saat daha kaybolur. Yol yaklaşık 1 saat sürer. Yani, havaalanından bir araba kiralayıp, yola düşsem yaklaşık olarak yakın bir zamanda Ankara'ya ulaşabilirmişiz denir...

Türk Hava Yolları'na tekrar teşekkür edilir. Gelirken de giderken de hayal kırıklığına uğratmadığı ve her seferinde öyle ya da böyle rötarlar yaptığı için...

I Wish I Didn't Love You...


... or loved you much more.

L'eclisse'den minik bir alıntı.

Eski zamanlar borsasında geçirdiği 20 dakikaya yakın ara bölümüyle biraz dikkatimi dağıttı, yalan yok. Ama son 5 dakika...

Pisek'teki senaryo hocamız sevgili Jeremy anlatmıştı, Kubrick her filmin 3 kilit anı olduğunu söylemiş. Geçmişte izlediğiniz bir filmi düşündüğünüzde aklınıza gelen ilk sahne, onlardan biri olurmuş benzeri bir yaklaşım yani. İşte o 5 dakika, L'eclisse için kilit anlardan biri olarak kalacak bende...

Cuma, Aralık 19, 2008

First Day Of The Rest Of Your Life!

Tadında bir his içindeyim. Molko sesinin acılığında, ilk dinlediğimde olduğu gibi daha neye uğradığı bilmeyen saflıkta ve tabii ki müthiş bir coşkuyla...

Pazar, Aralık 14, 2008

Merak edene...

4-5 gündür dış dünyayla ilişkim kesilmişti. 1 aya yakın süren oyuncu arayışım sonuçsuz kalınca, bu hafta başında ölümcül soruyla karşı karşıya kaldım!! Filmi alakasız 2 oyuncuyla çekmeli miii çekmemeli mi...

Çarşamba gününe kadar bu soruyu erteleyip sonra da çekmeye karar verince de dünyam birbirine girdi doğal olarak.

Çekim mekanları, çekim senaryosu, çekimler için birçok şema hazırdı ama hala tüm olayın bütün cevaplarını bilmiyordum kafamda. Bilemedim de zaten sonradan :) Ama bir şekilde hey hay hüy diyip bu hafta sonu çektik bir şeyler. Başkalarına gösterebilecek kadar bile bir şey çıkmayabilir sonunda, bütün çekimleri izleyemedim ama, önemli tecrübeler edindim sonunda. Ufacık bir kısa film için bile olsa ve bütün ekip teknik olarak arkadaşlardan da oluşsa, küçük projelerdeki genel işleyişe dair birkaç bir şey edindiğimi söyleyebilirim sanırım.

Asla, hiçbir yapımı son dakikayı sıkıştırıp aceleye getirmemek lazımmış mesela. Özellikle kamera başındaki adamla her şey çekimlerden önce kesinleştirilmeli. Aptalca bir iktidar kavgası var çünkü bu iki insan arasında: yönetmen-görüntü yönetmeni. Bir şekilde onun dediği oluyormuş gibi yaparak, istediğim her şeyi edindim sonuçta ama, garip bir insan ilişkileri yumağı durumu söz konusuymuş onu öğrendim. Muutlaka filmin her bir karesi için ne istiyorsun onu bilmek gerekiyormuş ve de. Ben pek hazırlıklı olmadığım için, bazı bölümlere üstün körü dediğimiz yöntem hakim oldu mesela.

Doğal olarak yorulup aceleye getirme bölümü de var tabii. Hazırlanan takvime uymak gerekiyor yani. İnsanlar boşuna söylemiyor, günde 2.5 sayfadan sonrası aşar diye :) Sonlara doğru o kadar kötü aydınlatmalar yaptık ki. Görüntü yönetmeninin dahiyane fikriyle, kocaman bir ARRI'yi tavana tutup, üzerine mavi filtre geçirip, diyaframı da biraz kısınca gece oluyormuş gibi olmadı yani mesela.

Aslında bütün bunların toplamında, tamamen gönüllü bir kısa film çekimi için birinci şart, %100 gönüllü yani aklını bu işe vermiş bir ekip gerekiyormuş. Eğer ordaki insanlar, bitse de gitsek diyorsa ve bunu söylemiyor, bitirip de gidivermeye çalışıyorsa, işleri toparlamak hiç de kolay değilmiş.

ve tabi en önemlisi, o filmi çekmeyi o kadar çok istemeliymiş ki insan, karşısına çıkan bu ve benzeri 100 tane şeye göğüs gersin ve emaaaan demesin. Benim gibi yapmasın yani :)

Neyse, öğreniyoruz. Daha çok var öğreneceğimiz ama kitaplarda yazmıyor tabii ki hiçbiri. Yani yazsa da görmeden, denemeden, göt olmadan anlaşılmıyormuş. İyi oldu... Daha iyilerini yaparız inşallah ilerde :))

Perşembe, Aralık 11, 2008

Pinhani

Bunu söylemek için geç kaldığımın farkındayım ama Pinhani'nin 2. albümü Zaman Beklemez'in hastasıyım!

1. albümlerini o kadar seviyordum ki, 2. albüme alışmam belli bir süre aldı kabul, ama şimdi üflemeliler olmadan bir Pinhani düşünemiyorum. Ya da, "Ne Guzel Guldun Bana", "Sirasi Degil", "Yansin" olmadan bir Pinhani konseri...

Hey maşallah, bir döneyim Ankara'ya ilk iş bir Pinhani konseri bulacağım!

Çarşamba, Aralık 10, 2008

Çapkınlar nasıl yakalanır!!!

http://www.ntvmsnbc.com/news/468587.asp

Ntvmsnbc'de çıkan saçma haberlerin hastasıyım!! :D Neymiş efendim, görüntülü telefonlarda, uygulanacak yazılım sayesinde arka plana istenen resim konabilecekmiş, orada olmayan insanlar oradaymış gibi görünebilecekmiş karşı tarafın ekranında.

Olduu, karşı taraf da aptaldı çünkü :)

Eğer imac'lerin "efsane" programı photo booth mudur nedir ondaki gibiyse bu uygulama, süper sakil duracağı ortada. Arkaya hareket etmeyen insan fotoğrafları koyup, sevgilim, toplantıdayım baaak, diyince neler olacağınıysa bizzat görmek istiyorum :))

Ay allaaam, kesin Jobs'un fikridir bu!!! :p Programı satın almak için 50 dolar vermek gerekiyor ayrıca onu kurmak için de ek bir 50 dolar daha gerekiyordur kesin iphone'larda...

Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde...

Çok alakasız bir sözlük sayfasından gördüm de, bir gülümsedim kendi kendime. Türk siyasi tarihinin en çok kullanılan terimlerinden biri heralde :) Hiç de ihtiyacımız bitmiyor ya zaten...

Cuma, Aralık 05, 2008

Oyuncu macerası...

İşler pek yolunda gitmedi son 2 hafta içinde. Çekiyoruz ulen galiba diyerek gaza gelip, kamera-ses-produktor-asistan her seyi yoluna koydum bir oyuncular kaldi derken, bir de baktik ki oyuncu bulmak butun bu surecin en zor bolumuymus. Hele bir de orta okul/lise ogrencisi ariyorsaniz. Cek cocuklar o yaslarda pek az İngilizce konusuyor ve acaip de utangac oluyor. ve o yaslarin genel ozelligi midir bilinmez, acaip de guvenilmez oluyorlar. Gelirim diyip gelmiyorlar yani...

Neyse, geldiğimiz şu son noktada bütün ümitlerimizi burada kalacağım son hafta sonuna çevirmiş durumdayım. Elden bir şey gelmiyor. Bu haftanın da nasıl hızla aktığını anlatamam. Her günü mesai gibi geçirdik prodüktörümle :) Sabahtan bir umut birkaç yerle konuşup, sonra da fos çıkan hayaller... Her gün tekrar tekrar yok olmadı diyip, sonra dur yahu bir de şunu deneyelim diye gaza gelmeler...

Tabi işler sarpa sarmaya devam etmek zorunda olduğu için, oyuncu ararken kameramanı kaybettik, başka işi çıktı filaaaan falan...

Çarşamba, Kasım 26, 2008

Twitter'a kızdım, hasta oldum, müzik değiştirdim...

Bugün "Tuça sizi Twitter'dan izliyor" diye bir mail alınca hatırladım Twitter diye bir şeyin varlığını. Bir gireyim de şu hesabımı kapatayım dedim. Kullanıcı adımı hatırlayamadım. Sonra, neyse buldum, nerden sileceğimi öğrendim derken, tıkladım hesabımı kapat tuşuna, Twitter bana ne desin! Neymiş efendim twitter'a bir şey oluyormuş da bu özellik bir süreliğine kapatılmış. Hayvanlık, danalık, terbiyesizlik bu!

Neyse, esas konu bundan ayrı aslında. Çok az zamanım kaldığı için biraz canım sıkılıyor uydurmasyon kısa filmimin çekimlerine. Aradığım oyuncular liseli gençlik olduğu için telefonda konuşamıyoruz, mesaj atmam gerekiyor filan...

Bir de bunların üzerine hasta oldum cumartesi günü. Yani daha doğrusu hastalıkla sağlıklı olmak arasında gidip geliyorum. Savaşıyor vücudum maşallah ama o sırada olan kafama oluyor. Baş ağrılarım dinmiyor, ateşim hep belli bir seviyede dolanıyor (sanki).

Durumlar böyle olunca ben de ne yapayım, acıların müziği, blues dinlemeye başladım. Birkaç haftadır resmen ellerim kaşınıyordu zaten, şu itunes'a gireyim de biraz şarkı satın alayım diye!!! Öyle yani, aldım, devamlı mızıka çalıyormuşçasına dolaşıyorum ortalıkta :)) kıh kıh

Salı, Kasım 25, 2008

AVID kullandım!!!

Hafta sonu çekimleri beklediğimden daha az hummalı geçti. Cuma akşam 9'da oyuncumuzun satışı üzerine bütün hikayeyi (!) değiştirmek zorunda kaldık. Ertesi gün de hemen çekimlere geçmek zorunda olduğumuz için biraz sıkıştı tabii her şey. Dün kaseti bilgisayara aktardık ve senaryoyu yazacak insan da belirttiğimiz fikre sadık kalıp onu netleştirmek yerine, havalı birkaç numara yapmaya çalıştığı için, bir sürü bağlantısız parça geçti elimize. Bakalım kurgunun sonucunda nasıl bir şey çıkacak ortaya...

Dün hard-disk'e aktarma işlemlerini AVID'le yaptım. Okulun bir AVID Work Station'ı var (böyle mi deniyor bilmiyorum :D) Daha önce sadece 1 tam gün, aptal bir tutorial izlemiştim, ama basit anlamda bir şeyler yapılabiliyormuş bu kadar bilgiyle de... Bilgisayara geçirdikten sonra, kendimize kopyalamak için biraz beklemek zorunda kalınca, ben de küçük bir örnek kurgulamaya çalıştım, yani AVID kullandııım!! :D kıh kıh.


Amaan, bu Blogger video şeyi, 16:9 gösteremedi, uğraşamayacağım şimdi, ama anladınız siz normalde nasıl göründüğünü :D

Bu sahne bir barmışçasına geçiyor. 10 saniyelik bir bölüm kurguladım sadece ve nasıl bir şeye benziyor merak edenlere diyerek koyuyorum buraya. Mekanımız aslında bizim mutfağımız. Mutfağın normal hali de şöyle :) Işığın ve kameranın mucizesi işte...

Cuma, Kasım 21, 2008

Yeni oyuncak...

:))

Çek Cumhuriyeti'ne geldiğimden beri hayallerimi süsleyen olay sonunda gerçekleşti :) Görüntü Yönetmeni hocamız, pek takdir ettiğimiz Mr. Riestra, okuldaki koordinatörümüzü ikna ederek, bize güzel bir JVC kamera kopardı. Onunla birlikte, kasetler, mikrofon, boom, kablolar, filtreler vs. yani bir çekim için gereken önemli elemanları da toparladı. Işıklarımız yok belki ama, onlar için de evdeki bir takım kaynakları kullanıp bir şeyler yapmaya çalışacağız.

2 ayın sonunda ilk defa kamerayı elliyor olmak güzel bir duygu, ne çekeceğimize dair henüz net bir fikrimiz olmasa da :) İşte yeni oyuncak bulmuş bir çocuk olarak ilk fotoğraflarım :D Bakalım çektiğimiz şey sonunda birilerine göstermeye değer bir hale dönüşecek mi...

Salı, Kasım 18, 2008

RTE CERN'DE!

Büyük harfler pek yakıştı bu başlığa.

www.ntvmsnbc.com.tr'den alınmıştır aşağıda gördüğünüz fotoğraf (Kimin çektiği yazmıyor kusuruma bakmayın, AA diyelim). Çekenin eline sağlık :) İronik bir Türkiye anını daha ölümsüzleştirmiş...


Haberin devamı için, http://www.ntvmsnbc.com.tr/news/466220.asp

Cumartesi, Kasım 15, 2008

Yazarken dinlenen grubun/albümün, yazılan şeye etkisi

EST mi, Alter Bridge mi?

Kimbilir hangisi daha iyi fikirdi...

Çeklerin tren ağı

Çek Cumhuriyeti içinde aklınıza gelen nerdeyse her yere trenle gidebilirsiniz. Bazen birkaç aktarma birden yapmanız gerekebiliyor, ya da trenler çok eski olduğu için pek konforlu değil ama kesinlikle tahammül edilebilir ve kesinlikle tercih ediliyor...

Bizim tren ağımızla karşılaştırmak isteyenler için, şöyle bir haritalarını koysam yeterli olur sanırım...

Cuma, Kasım 14, 2008

Howard TV

Şöyle diyelim ki bir şekilde, Howard Stern TV izledim. AC/DC'yle ilgili bir şeyler bakınıyordum ve Angus'la Brian'ın konuk olduğu bir programa denk geldim. Daha önce bir Stern talk-show'u dinlememiş olduğu için utanmalı mıyım bilmiyorum ama adamı ilk görüşümdü bu ve programdan,

tiksindim...

Amerika'nın en pahalı radyo insanı olması ya da tarihin en önemli radyocuları arasında olması, programın rezalet olması gerçeğini değiştirmiyor ne yazıkki. O yardımcısı zenci kadının araya girmeye çalışıp beceremeyip nohaha diye kahkalar atışı, herkesin üst üste manyak gibi konuşması, Stern'ün konuklarını tokatlayan hızla konuları değiştirmesi, sansürsüz olacağız diye durup dururken günde kaç kere zitişiyorsun diye aptal sorular sorması... Bu zekice ya da dinamik filan değil, bariz boktan programcılık. Çok ünlü olduğu için kimse bir şey diyemiyor olabilir, fanatikleri filan da olabilir ama, benim izlediğim kadarıyla rezalet bir program sunuyor...

Bu neyi değiştirir, bundan size ne ya da ben niye yaziyorum buraya hiçbir fikrim yok :D

Çarşamba, Kasım 12, 2008

Winamp'in shuffle'ı

Hiç sevmem shuffle denen şeyi, bugün o kadar güzel dizdi ki şarkıları anlatamam. Ne zaman bir şarkı düşünsem, sıradaki şarkı o oldu, o derece...

Vallahi ellemiyorum :) itunes'un shuffle'ına 5 basar!! ;) hahahaha

Ne demişler, yalan dünyaya geldim diye, unuttum sanma düşleri de... :D Seviyoruz "gecegece"yi. Hadi aklıma gelmişken bir kez daha:

http://www.myspace.com/gecegece

Salı, Kasım 11, 2008

Krep, mısır...

İnsanın ne özleyeceği belli olmuyor ama pazar sabahlarımın alışkanlığı haline gelmiş krep olmadan yaşamayacağım belliydi :)

Aldığım tarifler doğrultusunda eksiltili olarak yani kabartma tozunu unutarak krep yaptım bugün hiç de fena olmadı. Hemen tarifini yazayım kısaca,

1 yumurta, 2 çorba kaşığı zeytin yağı, 1 bardak un, 1 bardak süt ve 1 çay kaşığı kabartma tozu...

Bu kadar basit, güzelce çırpılacak, sonra önceden kızdırılmış tavada pişirilecek.

ve ayrıca geçen gün Tesco'da dondurulmuş mısır buldum. Koçanıyla, tam mısır yani. Aaa diyip aldım, az önce de onu yedim ve inanılmazdı! Dondurulmuş ürünlerden hep nefret etmişimdir ama bu mısır, böyle yumuşacık ve bal gibi tatlıydı. Bizim mısırlar gibi, bittikten sonra koçanını fışp fuşp diye emecek kadar güzel değildi tabii ki ama yine de fena değildi...

ve dün 2. kestane denemem de fiyaskoyla sonuçlandı. Nasıl bir insan kestane pişirmeyi beceremez demeyin. Suda biraz çok bekletmişim galiba, fırında da biraz uzun süre unutunca bir açtım kapağı... Tostun arasından akan kaşarlar gibi, kestanelerin kenarlarına açtığım minik yarıklardan kestaneler akmış :D hihi yapış yapış rezil bir şey oldu, yarısını bile yiyemeden atmak zorunda kaldım bunları da...

Neyse, böyle yani işte Çek Cumhuriyeti'nde yemek durumları. Yazmamak için, oyalanıyorum da (yazarak!).

Pazar, Kasım 09, 2008

Evet, Mustafa

Şu dönemde Türkiye'de olamayışımdan ve Mustafa'yı izleyememekten o kadar muzdaribim ki anlatamam.

Babamın forward'ladığı mailden, okuduğum haberlere kadar, Can Dündar'ın -muhtemelen kendisi için kötü sonuçlanacak- bir olay yarattığı kesin.

Aslında tersi bir durum beklenemezdi. Büyütülüşümüz, ilk okuldan itibaren elimize tutuşturulan tarih kitapları vs. Beklenen ve bugune kadar 30 defa tekrarlanmış bir bakış açısından en ufak bir sapma bile, tepkiyle karşılaşmak zorunda...

Tekrar söyliyeyim, filmi izlemedim, bir yorumum yok bu konuda ancak bu denli Atatürkçü görünüp deliren insanlar, Can Dündar'ı dava edenler, mailler döşeyen, yazılar yazanlar, RTE esas Atatürkçü benim dediğinde, Atatürk'ün aşağılandığını düşünmüyor mu? Atatürk aşağılanıyor diye internet sayfaları kapanırken çağdaş medeniyetler seviyesine öyle gelinemeyeceğini kim söyleyecek birilerine? 1 tane bile (Sinan Çetin'in yamrusu hariç) film akademisi olmayan ülkemde, bir gazeteciden başka kimse gösterime girebilecek belgesel çekemezken, neden kimse "neden" diye sorgulamıyor?

Gece gece Pisek


Geceleri ve gündüz erken saatlerde bir sis bastırıyor Pisek'e. Çok daha anlamlı bir şehre dönüşüyor bu şekilde sanki...

Çarşamba, Kasım 05, 2008

Apple nefretim

Apple'dan nefret ettiğimi söylemiş miydim?

Bugun, Mac Book'unu alalı ilk yılı dolmadan pili bozuk çıkan (fişe takılı olmadan çalışmayan) 2. insanla karşılaştım. Egecim biraz hırçınlaşıp 2 günde çözmüştü olayı ama Avrupa'da işler öyle yürümüyordur eminim.

Ayrıca bir program ekleyeyim kaldırayım derken, Apple'ın Bonjour ve Mobile Device Support isimli programlarıyla karşılaştım. Hiç kullanmadığım, kurulum sırasında isteyip istemediğim sorulmayan programlar. Uninstall ettim ama kötü anılarım canlandı hemen.

Yaklaşık 1 ay önce, gerizekalı Bonjour'u Uninstall etmeme rağmen, sürekli çalışan bir dll dosyasını silemediğim için, registry'ye girmiş, ismi geçen bütün her şeyleri silmiştim. Sonra da bir daha açılmamıştı bilgisayarım :D Ben de malım kabul ediyorum ama, niye arkadaşım! Niye ben istemediğim halde yüklüyorsun o programları? Almayacağım baska icakcuk, niye çalışıyorsun arkada? Niye gapless playback diye kastırıyorsun beni?

Ayrıca niye başka bilgisayarlarda çalışmayacak codec'ler üretip, bunları video editleme programlarının standardı yapıyorsun?

Hepsinin cevabını biliyorum tabii ki. Microsoft'tan da nefret ediyorum. Sadece rengine şekline kanan sevgili insancıkların da gerçekleri kabullenip, Mac'lerinden en az benim kadar nefret etmesini istiyorum :D

aaa ve o açılış sesi. nııııı ıyyygh

ve tabii ipod'umun kapanmadigini soylemis miydim? Yani, kapatmak icin basili tutuyorum o play tusuna ve kapanmasi gereken saniye geldiginde, en ustteki baslik bolumu degisiyor sadece. 7. denememde de kapaniyor.

Bu sayfayı da pek sevdim:
http://www.brokenmacbook.com/

Cumartesi, Kasım 01, 2008

Queen + Paul Rodgers October 31, 2008 O2 Arena Prague Set-List

Here's the setlist for the tonight's show at the O2 arena in Prague. They seem to change it a little with every concert.

Hammer To Fall
Tie Your Mother Down
Fat Bottomed Girls
Another One Bites The Dust
I Want It All
I Want To Break Free
C-Lebrity
Surf's Up... School's Out
Seagull (Bad Company) - acoustic Rodgers
Love Of My Life - acoustic May
39 - acoustic May and the band
Upright bass solo
Drum solo (This part is amazing!!!)
I'm In Love With My Car
It's A Kind Of Magic (with extended guitar solo)
Say It's Not True
Bad Company
We Believe
Guitar solo
Bijou (feat. Freddie's vocals)
Radio Ga Ga (With Metropolis film on the background)
Crazy Little Thing Called Love
Show Must Go On
Bohemian Rhapsody (feat. Freddie's vocals)
------
Cosmos Rockin'
All Right Now
We Will Rock You
We Are The Champions
God Save The Queen

---------------------------

Overall the show was great but Paul Rodgers had some bad moments. May and Taylor were amazing. More to coome about the show, in Turkish :)

Pazartesi, Ekim 27, 2008

21.yy'da Turkiyem

Gelismis ulkeler seviyesine yukselmeyi kendine hedef koymus Turkiye, asagidaki ulkelerle benzer internet yasagi politikasi izliyor. (ntvmsnbc.com'dan alinti)

Video kaldırılana kadar yasak koyan ülkeler:
Brezilya
Fas
Tayland
Pakistan

Otomatik engelleme uygulaması koyan ülkeler:
Çin
İran
Ermenistan
Tunus
Endenozya
Suriye
Suudi Arabistan


www.sansuresansur.org


Çarşamba, Ekim 22, 2008

Morrissey dinleme durumu

Morrissey ya da Smiths dinleyince icimi sahane bir huzunle karisik, garip bir huzur kapliyor. Please let me get what I want this time dedigi zaman aklima direk Manchester dvd'sindeki bir sahne geliyor mesela. Tam cumleyi ya da durumu hatirlamiyorum ama, insanlarin sevgisi karsisinda mahcup oluyor resmen, layik degilim ben buna dercesine bakiyor ve beni neden bu kadar cok seviyorsunuz anlamiyorum ama tesekkur ederim gibicesine bir sey soyluyor...

Muzisyen dedigin boyle olmali degil mi? Tamamen parcalanmis, benden farkli olmali :D Hazretleriyle gec tanismama da uzulmuyor degilim o ayri, Nejat abimin sozunu dinlemem gerekirmis zamaninda :)

Salı, Ekim 21, 2008

Ders calisirken Radyo ODTÜ :)

Ders calisirken radyomu dinliyorum buralardan. Tam bir Smiths albumu satin almistim itunes'dan (!) onu dinleyecektim ki, kapatamaz oldum yine radyoyu. Masallah tu tu tu :)

Ne guzel sey ogrenci olmak...

Hakancim sagolsun biraz da kaliteli dinledigim icin... kih kih

Pazartesi, Ekim 20, 2008

Steinway-Haus!


Viyana'da boyle bir sey gorduk :) Dayanamadim fotografini cektirttim Coleman'a. Hic bu kadar ust seviye bir dukkanin onunden gecmemistim hayatimda :D Bak dukkan kelimesi bile bir igreti durdu yaninda.

Perşembe, Ekim 16, 2008

AC/DC Avrupa Turnesi - 2

Tabii ki unuttum biletleri, ve yarim gun kadar geciktim kontrol etmekte. Prague O2 Arena'daki biletler de hemen tukendi... :/

Sansimizi bir de Budapeste'de deneyelim bakalim. Sayfasi acilmiyor ama...

Cekce anlamaya basliyorum :)

Bugun Tesco yerine kucuk bir markete gittik, bir bakkala daha dogrusu. Kola almistik, fiyati yazmiyordu tabii uzerinde. Kadin bize bakti ve kolanin fiyatini soyledi ve 35para oldugunu anladim!!!

haha

yeebaaaaa!!!

Emin olmak icin tekrar sordum tabi ama olsun :) Jak se mates? disinda anladigim ikinci sey oluyor bu :D

Çarşamba, Ekim 15, 2008

Turkish Delight!! :)

Bir suredir cantamda bekletiyordum lokumlari, dogru zamanin gelmesi ve dogru insanlara ulasmasi icin. Bugun dedim ki bir acip tadina bakayim, bozulmus muu, insanlara taahhut ettigim kadar guzel mii...

ve..

1777'den beri bu isi yaptigini soyleyen Haci Bekir, harbiden inanilmazmis... Buyuk bir lokum fanatigi degilimdir ama, 1 taneyle asla birakilmayan bir meret malum. Butun kutuyu yemeden hizlica cantama geri koydum.

Bu arada, kutudaki butun "orient'in favori yiyecegi" tiplemeli sozlerden ve lokum kapagindaki boyamadan konum geregi rahatsiz olmadim degil. Oldum. Ama, guzel yapmis adamlar, goz yumdum :)

Salı, Ekim 14, 2008

Pisek Ogrenci Filmleri Festivali 2008

Vefizoo blogunun bir Pisek portalina donusmesinden korkmuyor degilim, ancak festival festival dedim devamli ve bu trailer'i gorunce youtube'da cok sevindim.

Yok youtube'umuz diyorsaniz, www.vtunnel.com sayfasina girip, su linki oraya kopyalayip actirtabilirsiniz:

http://www.youtube.com/watch?v=UOswW_Dg4Ws

AC/DC Avrupa Turnesi

Her ne kadar bu adamcagizlar, olmeden onceki son albumlerini yapmislar hissine kapilsam, ve muhtemelen yazin Istanbul'da olacaklarini kanimda bilsem de, sanirim Prag konserleri icin bilet almaya calisacagim.

Satisa cikan butun Avrupa konserlerinin biletleri tukenmis durumda. Prag biletleriyse 2 gun sonra satisa cikiyor. Mmmm heyecanli yaris baslasin...

Pazartesi, Ekim 13, 2008

Market macerasi...

Hafta sonunun darbesinden sonra okul da toparlanamamis olacak ki, bugunumuz de bos. Aksama bir Cekce dersimiz var sadece, efsane olanindan.

Biz de tam evden ciktiktan sonra ogrendik durumu, dedik madem, bir Tesco turu yapalim. Markette bir de ne bulayim!! Yogurt!! Emin olamadim once, kenarda ustu acilmis bir tane duruyordu, bir kokladim baya yogurt gibi :) Bu arada, kucucuk bir paket bizdeki gibi kovayla satilmiyor yani ve sanirim pek pahali. Ayrica bakindim bakindim, en ucuzundan da bir zeytin paketi aldim. 20 tane filan var galiba icinde :))

Annemin gozleri dolsun, portakal ve armut da aldim kendime, aksamlari soyup yiyeyim bari, insan ozluyormus bir sure sonra :D

Bu arada enteresan bir sey farkettim. Marketin park yerinde cok fazla engellilere ayrilmis bolum var. Bizim CEPA'da mesela, koca yerde sadece 2 tane var galiba. Bunlarinsa, her sirasinda 5 tane var. Bu bizim hayvanligimizdan midir, yoksa Ceklerin acili gecmisinin yakin zamanda olmasindan dolayi cok fazla savas gazisi sahibi olduklarindan midir bilmiyorum.

ve ayrica, bir donem daha kalacak olursam burada, kesin eve bir kopek aliyoruz ya da cocuk evlat edinecegiz :D

Pisek'te alkolsuz ilk gunum...

Evet, o gun bugunmus. 3 haftanin sonunda ulastim bu onura :)

Cok ictigimden degil bu arada, sudan daha ucuz oldugu icin, hic olmadi yemekle birlikte bira iciliyor mecburen.

Cuma, Ekim 10, 2008

Pisek'teki ekip...

Burada cok bahsetmedim gerci ama, guzel bir grup olduk Pisek'te. Ozellikle dordumuz ortaklasa iyi bir seyler yapabilirmisiz gibi geliyor sanki bakalim. Epey sansliyim denebilir, cunku gecen sene sadece 3 kisilermis ve anlattiklarina gore de epey zorlu gunler gecirmisler, cekimler vs. derken.

Aaa, bu arada bugun Hint restoranina gittik veee yogurt yedim!!! :D Hint pilavli tavuk parcalari yedim ben, yanina sos diye getirdikleri seylerden biri bariz yogurttu. Belki vardir diye bir sordum ki varmis. 2 kasik yogurda 20para verdim o ayri, ama degdi :) Su ana kadar, yiyecek olarak ulkemden ozledigim ilk sey yogurt oldu bu arada. Sonra tabii hemen cacik geldi aklima :/ muu

Birkac fotograf ekleyeyim, birazdan eski koprunun oralarda havai fisek gosterisi var, ona katilicaz :)

Once Eirik'in foto hikayesinden ben. Bir uyusturucu bagimlisi rolunde duvarlara surunurken...

Ayni seanstan, Coleman'la rock grubu kurmaya calisirken :)

Okula merhaba toreni oncesinde. Solumda Coleman, sagimda Riccardo.

Pisek meydaninda, George, Eirik, Coleman, Riccardo.

ve malum bilet!! vuuuu :D

Karanliktaki Adam...

Bu aralar, elimdeki tek Turkce şey, daha dogrusu okumak istedigim tek Turkce sey, Karanliktaki Adam.

Cok kalbim buruluyor okudukca, boooyle bogazim dugumleniyor.

Bir de ustune Yavuz Cetin dinleyince iyice derinlesiyor bu hislerim ve o kadar seviyorum ki yazdiklarini... Sonra da yazdiklariyla ilintili sinema klasiklerini...

Bitirmek istemiyorum, bitirmemek icin azar azar okuyorum desem, tembelligime vermeyiniz tamam mi :D

Salı, Ekim 07, 2008

Ingrid Michaelson - Be OK


Radyoda ilk dinledigimizde pek sevmemistim, hatta Piko bir kere daha dinleyelim demeseydi muhtemelen almazdim da sarkiyi, ama simdi...

Yakin zaman hic duymamis olmama ragmen, Pisek'te, sabahin 8'inde kalkiyorum ve agzimda "I just wanan feel today, feel today, I just wanna feel something today" diye dolasiyorum. Ha sozlerini yanlis soyluyor da olabilirim :)

Tavsiye ederim efendim, guzel gunler hepimiz icin :D kih kih kih kih

haha bu fotografi koyunca da, ben ona o bana bakiyormus gibi oldu ne sevimli :D

Cumartesi, Ekim 04, 2008

John Lydon ve paranın insana yaptırabilecekleri...

Kih kih kih

Punk'in yaraticilarindan Sex Pistols'in John Lydon'i, ingiliz bir yag markasinin reklaminda oynamis. Zavalli adacagiz, parasi kalmamis heralde hic.

Bize ozgu soylem, 18'inde devrimci 40'inda kapitalist durumu, dunya icin de gecerli tabii ki. Lydon'cik maymun olmus resmen. "Muzik"sel bir gecmisi zaten yok sayilir, simdi hatiri da kalmadi...

Perşembe, Ekim 02, 2008

Pisek'te Mozart Cafe!

:))

Pisek'te Mozart Cafe diye bir yer gormustuk, bugun biraz icimiz isinsin diye oraya oturalim dedik. Icerde Mozart'a ait, onu hatirlatan sadece bir Mozart kafasi resmi vardı ve euro dance tadında iğrenç bir dımtıs müzik çalıyordu :D

Burada Turk kahvesi diye bir moda var bu arada. Koyu kahveye direk Turk kahvesi diyorlar. Norvecli ve Amerikali arkadaslar Turk kahvesi istedi. Kahveler buyuk kupada gelince amaniiin dedimki meger uyduruk filtre kahveymis :) Ben size yapayim da gorun dedim amaaa, nerden kahve bulucam da yapicam...

Ilk cekim gunu...

Bugun okuldaki 2. gunumuz ve ilk "atolye" gunumuzdu. Ilk odevimiz oldukca basit bir deneydi. Anadolu Universitesi'nde ilerde size hazirlatacagiz dedikleri seyi daha ilk gunden istediler. Yani bir foto-storyboard.

Pisek'te bir yerlerde, 2 kisinin karsilasmasi temali bir konuydu. Maksat tabii ki, cekim acilari denemek, birbirimizle calismaya alismak vs. idi ama olayin icine biraz espriler, konular da kattik.

Eglenceli bir olaydi. Yerlerde surunup, nehirlere dusuyor gibi yapip, sokaklarda kostuk :)

Icimizde sadece 1 kisinin DSLR'si var. Bir Nikon D-40. Onu kullanmak istemedm nedense, Minolta'ma cok alistigim icin. Ancak bende de siyah-beyaz vardi ve sonradan ogrendimki Pisek'te siyah-beyaz basamiyorlarmis. Film Prag'a gidiyormus. Ve toplamda cikmasi 5 gun filan alacakmis. Bakalim gorecegiz, ne kadar odeyecegimi de tam anlamadim ama burada fotograf gercekten cok pahali. Hele bir de diger yiyecek icecek vs. gibi seylerle karsilastirilinca...

Bu arada Prag da boylesine bir sehir iste...



House cilginligi!!

Uzun suredir House izliyorum ancak hic ciddi bir arastirmaya girmem gerekmemisti ve internette House yazilari pesinde kosmamistim.

Bu bolumden sonra da kosmadim. Sadece, House ve dedektifin gitar ve piyanoyla takilmalari cok hosuma gitti ve gecen bolumdeki guzel sarki aklima geldi. Neydi yahu o derken, yolum asagidaki sayfaya dustu. Ozellikle dizinin medikal tarafiyla ilgilenenler icin. Adamin soyledikleri dogru mu, dogru olsa da dizinin kalitesini (sizin gozunuzde) degistirir mi bilmiyorum, ancak guzel noktalara deginiyor dogrusu :)

Ha o ilac olmaz, o nasil kacar vs. beni cok da ilgilendirmiyor ayri konu.

Buyrun o zaman: Polite Dissent

Salı, Eylül 30, 2008

Pisek neye benzer...

Sonunda fotograflarimi bastirabildim. Siradan, rastgele ve ozensiz Pisek anlari diyelim bunlara. Daha fazlasi icin tiklayin. Facebook'a uye olmadan da bakabilirsiniz...





Pisek, ambulanslarin sehri...

Pisek 28000 kisilik kucuk bir yer. Daha once soylemisimdir heralde 162 tane bara (daha cok pub gibi) sahip. Onun disinda kocaman bir kilisesi, canlari vs. her sey kucuk bir Avrupa kentinde olmasi gerektigi gibi (sanirim :D). Ancak, buranin en onemli ozelliklerinden biri ambulanslari.

Sadece 1 kucuk hastanesi var. Hastane denmez de iste, klinik gibi. Icini gormedim tabii, insallah da gormem ama bu kucuk hastanecige ragmen o kadar cok ambulans gelip geciyorki sokaktan inanilmaz. Ve bu sessiz sehirde, o ambulanslarin cigliklari gercekten huzur kacirici oluyor...

Sessizligi aciklamak icin kucuk bir ornek vereyim. Buraya ilk geldigimde, arkamdan surukledigim cantanin cikardigi gurultuden insanlar huzursuz oldu resmen ve ben de yavas yavas yurumek zorunda kaldim.

Neyse, oyle yani. Buranin Avrupa'nin trafik kazasindan en cok insan olen yerlerinden biri oldugunu da hatirlatalim. Turkiye'yi bilmiyorum ama Cek Cumhuriyeti'nde gunde ortalama 4 kisi oluyormus trafik kazalarindan. Aaa bir de dunyanin en cok bira tuketen ulkesi de yine burasi. Iste butun bunlari birlestirin, ortaya ambulanslar cikiyor...

Pazartesi, Eylül 29, 2008

Grey's Anatomy sezon 5

Yeni izleyebildim ilk bolumu ve meeh dedim. 2 saate hic gerek yokmus degil mi? O Sarabeth karakterleri muhtemelen Amerika'nin kanayan yarasi. Hicbir seyi olmayan, cok zengin yasayan, zavalli kadin hali. Ama, o kadar sikiciydi ki, dizinin o bolumlerinde e-mail'lerimi kontrol ettim.

Gulumsedim zaman zaman ama yavas yavas Grey's Anatomy'nin vaktinin dolduguna inanmaya basladim.

Belki de bu son sezon olmali? Belki de gecen sezon bitmeliydi?

Umarim toparlarlar, yoksa duzenli izlemekten keyif aldigim seylerden biri daha gitmis olacak...

Prag'da 1 gün...

Prag 1 gunde gezilmez bitirilmez tabii ki, ama adimi atalim dedik. En bilindik yerlere soyle bir gezintiye ciktik, Lonely Planet rehberimin dedigi gibi kaybolduk ve o sirada pek beklenmedik seyler kesfettik.

Sadece 2 fotograf buraya, cok daha guzel fotograflari vardir ama, eski sehir merkezi'nin 2 gorkemli yapisinin cok sekilli fotograflarini cekmis Coleman. Ben de cektim ama bakalim nasil cikacaklar, gorecegiz.

Bu arada, sahanedir ki, bir yerleri ararken, Mozart'in Don Giovanni'sinin 1787'de ilk gosterimini yaptigi yere denk geldik. Kimsenin umrunda degildi burasi, yalniz basina bir heykelcik duruyordu sadece.

Sonra, herkes kaleden asagi inerken biz yukari yuruduk ve sehrin tamamini en guzel goren yerlerden birine denk geldik. Muhtemelen, Prag koprulerini gosteren kartpostallarin cekildigi yere cok yakindik...

Yani soylendigi gibi, Prag'da gezerken haritalara bakmamak ve sehrin size atacagi suprizlere acik olmak gerekiyormus :) Neyse efenim, derslerim basliyor haftaya, esas durumu o zaman gorecegiz...


Pazar, Eylül 28, 2008

Pisek'te sosis...

Cek Cumhuriyeti Pisek'ten merhaba...


Odam boyle bir sey. Her sey cok guzel. Heryer yemyesil. Sair olunacak bir yer burasi. Prag'i gordukten sonra her sey yalan kaliyor tabii ama, parklari, nehiri, sakinligi vs. sahane.

Tek problem marketleri. Gecen gun markete gittim. Favori yemegim sosis yapmak istemistim ama, duzgun sosis bulamadim. Hepsi garip garip renkli, uyduruk gorunusluydu. Sonunda bizim sosislere en cok benzeyen ve miktari en az olani aldim. Bugun pisirmeyi denedim ve rezalet cikti. Galiba sucuk gibi bir seydi, hepsi cope...

Nerde Maret'in sosisleri, Polonez'in salamlari... peeh

Pazartesi, Eylül 15, 2008

"Coral" belgeseli...

Scrubs sağolsun, kıymetini sonradan anladığım grup Coral, yeni bir toplama albüm yayınlıyor. Ancak daha önemlisi müzik dünyasının pazarlama yöntemlerine bir yenisini ekliyor grup. Herkes sayfasından şarkılarını albümlerini verirken, Coral da, grubun belgeselini izletiyor web sayfasından sevenlerine. Merak edenler için, grubun sayfası.

Pazar, Eylül 14, 2008

Zeitgeist: The Movie


Bu filmin olayı budur, izlenir ve başkasına izletilir, bu yüzden,

http://zeitgeistmovie.com


Sayfadan direk google video olarak izleyebileceginiz gibi, http://zeitgeistmovie.com/dloads.htm adresinden verilen linkten torrent'ten indirebilir sonra altyazılarını divxplanet.com'dan alabilirsiniz.

İnternette orda burda birçok tartışma yaratmış filmin 2.si de 3 Ekim'den itibaren ana sayfada izlenebilecekmiş.

İnsan, ulan bu adamın kesin başka bir planı vardır demeden edemiyor, e 2. filmin de neler yapabileceğimizi anlatacağı söylendiğine göre bu ön yargıyı destekliyor.

Ama bir yandan da, koyunuz e tamam ama ne yapalım sorusuna da cevap verebilir mi diye ayrı bir merak yaratıyor...

Bir bölümü bilindik, bir bölümü sıradan düşünen insanın (ben-sen) zaten söylediği ya da hissettiği bilgileri barındırsa da, izlemekle düşünmeye başlanabilecek güzel bir adım bence. Filmin yapımcısı, filmin sayfasında da söylüyor aslında. "Filmde gördüklerinizi gerçek olarak almayın, düşünüp gerçek olduğunu kendiniz farkedin".

Ayrıca, yine download sayfasında, dinlerle ilgili açıklamaların daha ayrıntılandırılmış halini, pdf olarak bilgisayarınıza indirebilirsiniz.

Bu arada, çok rastlamadım ancak bu filmin bir de Amerikalıların "zeitgeistmania" diye adlandıracağı bir fenomeni ateşlemesini beklerdim. İzleyenin, manyak gibi araştırmaya başlayacağı filan... Ama bilmem kim uğraşır, kim merak eder...

Bu arada üzel bir pazar günü başlangıcı olmadığı kesin...

Salı, Eylül 02, 2008

Neler olmuş şu pop dünyasında...

:) Radyo arşivini geliştirmek için, 70'ler içinde dolaşırken süper enteresan hikayelerle karşılaşıyorum. Mesela Sister Sledge'in He's The Greatest Dancer şarkısı ve içinde bulunduğu We Are Family albümü...

Yıl 1979. Sister Sledge grubu, 1974'teki patlattıkları büyük hit'ten sonra varlık gösterememiş ve artık 1979'a da bir hit vuramazlarsa müziği bırakıp, özel hayatlarına dönmeye karar vermiş.

Aynı yıl. Meşhuur "Le Freak"i yazan Chic grubunun liderleri Nile Rodgers ve Bernard Edwards o kadar büyük hitlere imza atmışlar ki, Atlantic Records onlara gidip "anlaşmalı olduğumuz istediğiniz grubu seçin ve albümünün prodüktörü siz olun" demiş. Bu ikili, kataloğa bakıp, Rolling Stones'u, Yes'i geçip Sister Sledge'i seçmiş. Böylece müzisyenlerin yıldız oluşu albümün başarısını etkilemeyecek ve eğer Sister Sledge'i tekrar patlatabilirlerse bu sadece ve sadece Rodgers/Edwards ikilisinin başarısı olacakmış. Ve olmuş da.

Ego çarpışmalarının sonucu, He's The Greatest Dancer ve We Are Family'yi içeren bir albüm, ki grubun tarihinin en büyük başarısı, milyonlar satan bir canavar...

Hey gidi pop dünyası...

Pazartesi, Eylül 01, 2008

Kasirga Mahmut!

Amerika'nin güney bölümlerini yeni bir kasırga vuracakmış birkaç saat içinde. Sabah biraz CNN izledim de, garibime gitti. Kaç saat sonra vuracağını bile bildikleri böyle devasa bir doğa olayının neden hiç görüntülerini göstermiyorlar da, kırmızı, turuncu, yeşil yuvarlaklar ilerliyor devamlı haritalar üzerinde?? Halkı korkutmamak mı istiyorlar, genel politika icabı sosyal sorumluluk mu yapıyorlar, yoksa yalan mı kasırga diye bile düşünüyor insan. İşin içinde Amerika olunca malum...

Az önce Muzo dikkatimi çekti, adamlar bütün kasırgalara kadın ismi koyuyor diye, ama bu seferki Gustav'mış...

Neyse, ne diyelim olan yine zavallı insanlara oluyor, ülke farketmez...

Perşembe, Ağustos 28, 2008

AC/DC - Rock 'N Roll Train!!!!

Obalebaaa!!

Yeni AC/DC albümü "Black Ice" çok yakında tamamlanıyor. Grup Myspace sayfasına ilk single Rock 'N Roll Train'in tamamını koydu bile. Bence dinleyin, hiiç fena değil maşallah :D


Pazartesi, Ağustos 25, 2008

fotokritik.com

bu fotokritik.com denen sayfayi bilmeyen, görmemiş olan yoktur herhalde. Ayrıntılı incelememiş olabilirsiniz ama temel fikri biliyorsunuzdur.

Kendini fotoğrafa meraklı ya da fotoğrafı biliyor sayan insanlar üye oluyor bu sayfaya, çektikleri fotoğrafları koyuyor, sonra da başkalarının fotoğrafları üzerine ahkam kesiyor.

Yani kesinlikle fikir saçma değil. Bazen çok güzel fotoğraflar görüyorum mesela, gaza geliyorum, bazen çok güzel ve doyurucu eleştiriler okuyorum filan ama %80 o kadar abuk sabuk şeyler var ki. Ana sayfaya çıkmak diye bir şey varmış mesela. O ana sayfaya çıkan fotoğraf uyduruk bir bahçe fotoğrafı da olsa herkes gidip onu tebrik ediyor filan... Hatta eleştirilerden ötürü bir asılma durumu da başlıyor. "Ör: ben kameranın arkasındaki engin ruhu merak etmeye başladım. o ne güzel romantizm..."

Yaani yani... Bir de kişisel olarak delirdiğim esas nokta, fotoğrafı hangi kamerayla, hangi objektifle ve ne özelliklerde çektiğini yazıyorsun sayfaya. Aman yarabbi, herkesin mi D300'ü olur. Ne zengin memleketmişiz yahu, pes yani! :D Kıskançlıkta son nokta :)

Çarşamba, Ağustos 06, 2008

Queen + Paul Rodgers - C-lebrity


vhovhovhovovhohahahahahaahaaaaavoooo

Çıkana ve yeni şarkıları dinleyene kadar gerçek olduğuna inanmayacaktım!!

2 gün gecikmeli olsa da, yeni Queen albümü Cosmos Rocks'ın ilk single'ı, C-lebrity'yi dinlemiş bulunmaktayım!

Sanırım bu albüm muhteşem olacak!! Eski Queen'i, ya da Rodgers albümlerinden herhangi birini beklemeyin. Single diyorki, bu 3'lü, yazarken yepyeni bir şey çıkarmış ortaya. Rodgers'ın o soul tiplemeli inlemeleri ve karizmatik sesi tabii ki her yerde ama May ve Taylor aralara kendi harmonik vokallerini eklemeyi ihmal etmiyor. Şarkı zaten, May'in duraklayan ama güçlü bir riff'iyle başlıyor. Gerçi bu riff'in bütün şarkı boyunca devam ediyor ama olsun. Şarkıya ve temaya uygun şekilde, hayran çığlıkları da intro'da sample olarak kullanılmış desem, kafanızda ne canlanır bilemiyorum ama gerçek :) Canımı sıkan bir şey daha var o da May'in solosunun da biraz kısa tutulması :D Doyamıyorum napalım :))

Şarkı takdir edersiniz ki, "celebrity" kavramını ve olmak için kendini yırtan, televizyonda 5 dakika da olsa görünme delisi olmuş internet üzerindeki milyonlarca "genci" eleştiriyor. Bu arada May'in solosu da pek dinamik olmuş ama resmen edit'lenmiş gibi bak dinledikçe canım sıkılıyor :D

Muhtemelen ilk dinleyişte, yakalayacak bir nakarat olmayışı canınızı sıkabilir. Yakalayıcı olmayan demeyelim de, patlayan bir nakarat yok. Ama, tam aksine tempoyu düşürüp, "celebrity" olmak adına kolaya kaçmayıp, söylemek istediklerini öne yavaş yavaş çıkarmaya karar vermiş anlaşılan 3'lü.

Bence sakıncası yok! Yaşasın yine, yeniden, müziğe benzeyen müzik...

Bu arada, bu single nasıl mı dinlenir? www.queenonline.com adresinden, "album club"a üye olmanız gerekiyor, sadece 2 pound. Ya da, alın elinize telefonu, isteyin şarkınızı ve açın Radyo ODTÜ'yü beklemeye başlayın...

Vikipedi!

Vikipedi'deki yazıların kalitesini Wikipedia ile karşılaştırmak tabii ki imkansız. Amerika'da nasıl bu kadar çok işsiz güçsüz adam var onu da anlamak imkansız :) Ben Viki'ye bir Radyo ODTÜ yazısı gireyim istedim, denedim pes ettim resmen...

Neyse, bir şeyler araştırırken 99 Gölcük depremi ile ilgili Viki'ye ulaştım bir şekilde. Şu cümle beni aldı götürdü:

"... Türkiye'de deprem yönetmeliği çıkarılmış, zorunlu deprem sigortası gibi birtakım düzenlemeler getirilmiş olsa da, inşa edilen yeni binaların halen depreme karşı dayanıklı olarak inşa edildiklerini söylemek zordur. Bu konuda vatandaşı bilinçlendirmek, denetimleri sıkılaştırmak ve yaptırımları uygulamak için devlete büyük bir görev düşmektedir."

MESAJ KAYGILI VİKİPEDİ!! :D hastasıyız...

Pazartesi, Ağustos 04, 2008

Minolta X-700

Sonunda tam anlamiyla her seyini kontrol edebildigim bir kameram oldu!!! :D

Az parasi olup da, SLR sektorunde hic bilgisi olmayan bir insanin, ne alsam acaba diyerek yola koyulmasi epey zorlayici olurdu hakkaten, neyseki elimde enistemden kalan 1-2 objektif oldugu icin, mecburen onlarin markadan, Minolta'dan ciktim yola. Auto Focus yapacak sadece 1 objektifim oldugu icin de, mecbur manuel focus'lar kaldi geriye secilecek. Onlar arasindan da SRT 201'ler vs. ardindan bari kendi yasima daha yakin bir yasta makine seceyim dedim :)

Sonucta, bir suru yorum okudum internetten, ebay'de 3-4 ay boyunca bir suru makine takip ettim ve kargo masrafiyla birlikte, Turkiye'ye yaklasik 100 dolara bir Minolta X-700 alabildigimi anladim. Ve tataaaa :D

Belki ben sansliyimdir, ya da duzgun saticilari buluyorum ya da ebay'de herkes super iyi kalpli insanlar ama kameram 10 gunde geldi, cok sıkı ve guze paketlenmisti. Kendisi, uzerindeki objektifi vs. hatasiz calisiyor ve super super super super :) Yani, benim yeteneklerim ve bilgimle sinirli oldugu icin butun fotograf hayatim, ihtiyacim olan her seyi veriyor bana sagolsun.

Sonucta ogrenme seruveni devam ediyor, yakinda buralarda da gorebilirsiniz fotograflari. Biraz focus sıkıntisi cekiyorum, onceki yonteme cok alistigim icin sanirim ama bakalim. Renko'daki amca da, yarisini netleyemedigim fotograflara, cekimler fena degil dedi ya, gazi da aldim anlayacaginiz :D

Pazar, Ağustos 03, 2008

Türk pop dünyası

Geçen gün Eskişehir'de Pino'da otururken farkettim. Türk pop bestecileri, oturmuş Amerikan kalıbı olan intro-verse-chorus-verse-chorus-bridge-chorus düzenini alt üst etmişler. Bizimkiler şarkıları aynen şöyle ilerliyor;

intro-verse-chorus-verse-chorus-chorus-chorus-chorus(alçak sesle)-chorus-chorus-chorus-chorus

Bayıldım, behey kazma adamlar!

Pazartesi, Temmuz 28, 2008

Determining Gapless Playback Information

Biri beni durdursun!

Tarihin en gereksiz müzik çalma programı (ya da adı her neyse) itunes'a kıçımızla gülüyoruz bir kez daha. ve kendisini yeni bir programla değiştiriyoruz sonunda.

Güzel görünen ama işe yaramayan (hakkını yemiyeyim, benim işime yaramayan) bilgisayarlar+programlar yapımcısı apple = bir çuval ***!

Cuma, Temmuz 25, 2008

Black Mountain


Hastasıyım bu çocukların, bilmem daha önce yazmış mıydım...

Düşünüyorum da, bu İngilizler... Fabrika gibiler... Her şehirlerinden başka bir yetenek fırlıyor, hatta Londra'sının güneyiyle batısı farklı müzik üretiyor. Hepsinin de (çoğunun da en azından) kendine has bir tarzı oluyor.

Süper yüzeysel bir özet çıkarmış olabilirim ama, Black Mountain var ya!! İnanılmaz... 2. albüm "In The Future"cuyum bu arada, ilk albüme daha sıra gelmedi!

ve bu arada, teşekkürler CLASSIC ROCK! Tarihin gördüğü en iyi rock dergisi ;)

Çarşamba, Temmuz 16, 2008

Proust

Kayıp Zamanın İzinde serisine başladığımda, hayat çok zor ilerler olmuştu. Hızla okumam gereken kitapları tüketebileceğim bir dönemde hissediyordum kendimi, ve Proust amcanın paragraflık cümleleri, dikkatimi dağıtıyor, tekrar tekrar okumama sebep oluyordu. Hatta sonra da araştırmam gerekiyordu birçok lafını...

Biraz geç oldu ama, sanırım şu anda biraz daha zevk almayı öğrendim kendisinden (Henüz 2. kitaptayım gerçi :D). Her cümleyi kafamdaki hayali dünyada canlandırıp, evirip çevirip gülümsüyorum. 2 haftada 50 sayfa okuyabiliyorum belki ama, galiba serinin bitmezmiş görüntüsü daha bir güven veriyor bana...

AŞÖÇ yapacak olursam eğer, anonslarım kesin Proust alıntısı olacak :)

Salı, Temmuz 08, 2008

Whitesnake ve Def Lepardo ve İstanbul...

Masstival 2008 geçti,

Whitesnake yine inanılmazdı! Bir grubun solistinin sahne karizması olması inanılmaz önemli bir şey o kesin. Def Leppard da bir o kadar vasattı. Yani aslında adamlar herhangi bir hata yapmadı, ses inanılmazdı, bütün ayarlar manyaktı, albümdekinin aynısı duyuluyordu sahneden, çalışılmış hareketler yapıldı, sololar atıldı, Pour Some Sugar On Me çalındı filan falan... Ama galiba eksik olan şey, ya şarkıların genel enerjisinin Whitesnake'den sonra çok vasat kalmasıydı ya da Coverdale fanlarının o konserden sonra Def Leppard'a kalmayışı... Birinci seçenek daha olası geldi bana...

Bu arada, 400 ASA siyah-beyaz fotoğraflarım, tam bir şok yaşattı bana. Daha önce hiç mi 400 asa fotoğraf çekmemiştim bilmiyorum ama bu çıkanların hepsi, kara kalem boyama gibi ve beklediğim gibi çıkan sadece 3-4 fotoğraf var diyebilirim :) Acemilik yani resmen, bu kadar çaresiz olacağımı tahmin etmemiştim :D

Neyse, eve döner dönmez tararım artık :D

Bu arada İstanbul'da, o kadar çok mal-gerizekalı-hayvan-eşşooleşşek yaşıyorki anlatamam :) Paranın, görgüsüzlüğün gözü kör olsun... (kışkançlık belirtileri bir kez daha :D)

Salı, Temmuz 01, 2008

boku yemişiz

ben eskişehirdeydim, farketmemişim