Pazar, Eylül 20, 2009
Myspace ve Last.fm
Buyrun bir de kendi gözlerinizle görün!
Şu ülkede yaşamak için ailemiz ve 10-15 tane arkadaşımızdan başka hiçbir şeyimiz kalmayacak yakında. Tebrikler...
Çarşamba, Eylül 09, 2009
Facebook Status'leri
"Pabucumun Kültür Başkenti"
Herhalde yazan kişi başka bir şey demek istiyordu da, ya terbiyesi el vermedi, ya da bu deyimi bilmiyordu. Olsun ben onun yerine söyliyeyim:
"Kıçımın Kültür Başkenti"
Ya daa, çok sevdiğim ingilizce bir terimi kullanabilirim bu söz yerine:
"Kültür Başkenti my ass"
:D kıh kıh
gecegece
Albüm kapakları bile hazır, statüsleri de mastering olduğuna göre, galiba 1-2 ay içinde albümü alıp, dinlemeye başlayabiliriz gibi. Ancak, tabii nerdeyse en eski hallerine, yaklaşık 2 yıldır aşina olan bizler sanki bu yeniden kaydedilmiş ve düzenlenmiş hallerine zor alışabiliriz gibi. Bakalım...
Pazartesi, Eylül 07, 2009
True Blood
Güneyli bir Vampir hikayesi kısaca True Blood. Vampirlerle kısıtlı değil tabii sadece, mitolojiden bilindik efsanelere kadar birçok insanüstü canlı bir arada, gerek aşk, şehvet, nefret, gerekse uyum içinde takılıyorlar.
Alt metinde ayrımcılığa dem vuran dizi, bariz miktarda cinsel şehvetini kullanarak da insanı kendine bağlıyor kabul etmek lazım. Malum dizinin yaratıcısı Alan Ball yani Six Feet Under'ın arkasındaki isim. Başrol Anna Paquin'le Stephen Moyer arasında öyle bir elektrik var ki, gerçekten etkileyici.
Ama dizinin bu cinsel gerilimden çok daha fazlası var. Galiba en çok hoşuma giden şey, karakterlerin ve olayların ve karakterlerin bu olaylara tepkilerinin saçmalığı. Ne bileyim, baş karakterin bölüm sonu canavarını avlamaya giderken, kolundan çantasını eksik etmeyişi ya da kafasına dal tutturup dünyaya inen tanrı taklidi yaparak kötüleri kandırmaya çalışmalar filan... Bilemiyorum, ilk başlarda 1 saat olduğu için süresi biraz canımı sıkmıyor değildi ama artık kabul etmiş durumdayım, müptelasıyım.
Son bir ek, dizinin açılış jeneriğinin de True Blood'a bağlanmama büyük katkısı oldu. Mükemmel bir tasarım, kolaj, çarpıklık ve düzensizlikte... Helal olsun :) İşte bu da dizinin ana şarkısının, diziden görüntüler ve jenerikten birkaç alıntıyla oluşturulmuş klibi. Sonundaki fox reklamından dolayı çok sinirliyim :D Bu arada dizinin izleyici sayısını 1.4 milyondan 5.3 milyona çıkarmış olduğunu da ekleyeyim.
I Wanna Do Bad Things With You!
Yahşi Batıymış
Yahşi Batı setinden şöyle bir şey yaptım ortaya karışık :) Ömer Faruk Sorak abimiz ve eşine bir Yahşi Batı hatırası. Ne güzel şey şu photoshop, insan hiçbir şey bilmese de internette 2-3 aramayla şöylemesine de olsa bir şeyler yapabiliyor :) O ortadaki alanın kenarlarının sertliğini de bir türlü alamadım yaa sinir oldum :)
Vodka del Platov
Aslında arka planı bu kadar kaybetmemiştim normalde, ancak sandalyede oturan oyuncumuz 2 günde farklı olunca ve 2 günde farklı renkte pantolonlar giyince en kolay yol, siyah beyaza dönmek gibi göründü. Sonuçta da, yandan yemiş Rembdrandt tipmeleli tek kaynak bir ışıkla, böyle cücük gibi kaldı. Olsun, önemli olan tecrübe :D
A video exercise shot at the very last day of school by IFS students in Pisek.
Set on the road to shoot a commercial, then decided to do something to mock the general way they go and ended up with 3 minutes of meaningless fun :) The "making of" video (which doesn't exist) is much more fun anyway, just like 90 percent of all the comedy films available.
Special thanks to our cinematography tutor Antonio Riestra and of course to our actors who were still drunk during the second day of shooting after the finishing party of the previous night. Also many thanks to Film Academy Of Miroslav Ondricek in Pisek.
Be responsible while consuming and "Don't hurt your mouth!" :D
Cumartesi, Eylül 05, 2009
Türkçe Eğitim
Bir de eğitim dili konusunda facebook'ta filan başlayan tartışmaların Malazgirt Savaşı nasıl kazanıldı bir bak bakalım diye devam etmesine bayılıyorum. Türk Kürt farketmez abi, galiba bu topraklarda bir bokluk var, belli bir süreden fazla ikamet etmek zihniyet özrü yaratıyor!
Pazartesi, Ağustos 17, 2009
Diablo Swing Orchestra
Myspace'ten tanıdığım, rica ettiğim bütün albümlerini wav olarak bana sunan gruba, vefa borcum sonsuz. Yeni albümlerini merak etmek içinse bir borca filan gerek yok. İyi müzik yapan adam, takip edilir. Buyrun çok yakında çıkacak albümün, "sempatik" kapağı! :D
Çarşamba, Ağustos 12, 2009
Pazar, Ağustos 09, 2009
Last updated on July, 3rd
Vefik ölmedi ve Vefik yaşamıyor.
Vefik film çekiyor, kimsenin umrunda olmadan, sadece yüzbin euroluk malzeme taşıyarak, sonuca hiçbir etki etmeyerek.
Vefik para kazanıyor, harcamıyor, para bitiyor, eve gelip ikinci işler yapıyor, didiniyor.
Vefik 27 yaşında, evden çıkıp bir bira içecek, sahilde yürüyecek gücü kendinde bulamıyor.
Vefik İstanbul'un en tatlı yerlerinden birinde yaşıyor, etrafına bakmıyor, İstanbul'dan nefret ediyor.
Evet ve hayır...
Cuma, Temmuz 03, 2009
Anouk: Bu Kadını Neden Sevdiğimi Hatırladım!
Myspace status'ü aynen şöyleydi bugün:
"Anouk just gave her man a blowjob hahahaha!!" Status: Azmış!! :D
Kıh kıh kıh Dürüst insan! :)
Salı, Haziran 23, 2009
Ah şu Çekler...
Arkadaşımın 6-7 aylık kızı, 8-9 aylık bir oğlanla tanışmış (Yeni erkek arkadaşı diye dalga geçiyordu). Parti boyunca birlikte oynamışlar ve en çok oynadıkları oyuncaklar da boş bira ve şarap şişeleriymiş...
Sadece boş şişelerden öte, ne bileyim yaklaşım, tavır, vs. vs. Sevdim bir kere Çekleri :)
Cumartesi, Haziran 13, 2009
Altın Kelebek'te Rezalet
Kimler, nerde, neler yapıyor...
Sihirli Deynek
"Ben inşaatçıyım hemşerim anlamam ben değnekten meğnekten!"
Perşembe, Haziran 11, 2009
Metropolis demiş miydim?
Çarşamba, Haziran 10, 2009
Een Ti Vi Spor
Yani heralde anlatabildim. İnsanlar kanallarında program sunacak insanlara hiç olmazsa kanalın adını bir kere bile söyletmiyorlar mı acaba? Ne insanlar nerelerde neler yaparken, ben niye burada bunu filan falan...
Pazartesi, Haziran 01, 2009
Yine yaptın Radyo ODTÜ!
Forget Her + Time + bluesy bir Cinderella ballad'ı :)
Borç işleri...
Vardir ya hani, küçük yaşlardaki arkadaşlıklar, ilerleyen zamanlarda işin içine para da girince bozulur. Filmlerde filan da çok geçer, para ister arkadaş, öbürü vardır da veremez, kıyamaz, güvenemez vs. vs.
Benim hiç öyle bir durumum olmayacak gibi :) Şahane bir insan olduğumdan değil de, hiç param olmadığından :D kıh kıh kıh yok ki abi derim, hakkaten de olmamış ve yakın zamanda da olmayacaktır :)
Cumartesi, Mayıs 30, 2009
Forward mailliyorum :)
http://urun.gittigidiyor.com/
Cuma, Mayıs 29, 2009
Dans La Tete :)
Bu arada birkaç zamandır izlediğim Fransız kısa animasyonları, uzunların yanında, adamların bu konuda ne kadar sıkı çalıştıklarını ve iyi olduklarını gösteriyor. Helal olsun :)
Pazartesi, Mayıs 25, 2009
cicibebe
Radyo ODTÜ Sahne Arkası günlerinde tanıştığımız, çok sevdiğimiz, güzel müzik yapan, kafası bizim gibi (yani en azından bir miktar :D) iyi insanların grubu: cicibebe.
Uzun süredir albüm çalışmaları yapıyoruz, devam ediyor, kayıtlar şahane gitti, az kaldı demişlerdi. Sonunda bitmiş gibi kayıtlar, hatta ilk klibi de izleyebilirsiniz sayfadan ama küsmüşler de biraz haklı olarak... Bile bile böyle bir yola koyuldukları için, sağolsunlar hiç olmazsa şarkıları sunacaklar bize... Buyrun ana sayfalarına, klibi izleyin, sonra takip edip ilerde şarkılarını da indirin efendim.
www.cicibebe.org
Cuma, Mayıs 22, 2009
Yeni Rakı - Yeni Seri
yeniseri.com
Ghostbusters 3!!
Bakalım Ivan Reitman ya da Harold Ramis yönetmeyi kabul edecek mi ve çekimlerinin kışa başlaması planlanan film, eskisi gibi tat verecek mi...
Perşembe, Mayıs 21, 2009
Become A Fan: Prague!
You're a fan: Prague.
Sanki memleketimmiş gibi, oraya gidenler sevmeyince onlara suç buluyorum, çok da hoşlaşmadığım birilerinin tanıdığım sokaklarda resimlerini görünce içim acıyor, kıskançlıktan çatlıyorum resmen.
Hiç yaşadığınız şehirleri kişiliklere büründürmeye çalışır mısınız bilmem. Hani Ankara bir insan olsa, karşınıza alsanız mal mal bakar, ne söyleseniz haaaa aaaa daaa der ya; İstanbul, 10 kişilikli bir akıl hastası, gösteriş meraklısı ukala bir imajın altında ezilmiş can çekişen ve ona acı çektirenleri umursamayan yaşlı mı yaşlı aksi bir anneannedir ya sanki... Prag, en yakın arkadaşım gibi gelir bana. Çok mu yaşadın sanki len diyebilirsiniz. Ama, hani arada sırada karşılaşırsınız ya öyle insanlarla, 1 saat yeter, sanki yıllardır tanımış gibi hissedersiniz kendinizi. Yeni gizemlerini keşfetseniz de hergün, kendinizi sınırsız teslim edebilir, anlatabilirsiniz her şeyinizi... Öyle gelir Prag bana, bütün sevdiklerimle paylaşmak ister ama onun gözündeki özel yerimi kaybetmekten korkarım.
Nerden şimdi gece gece... Pis Coleman, hala orada ve bütün ailesiyle, kız arkadaşıyla keyfini çıkardığı için, biraz canım sıkıldı galiba :) hihi
Salı, Mayıs 19, 2009
8mm ve Straight 8
Film çok yeni, kamera çok eski olduğu için, kameranın pozometresi işe yaramadı. Her dakika da Emre'nin pozometresine el uzatamadığımdan, esas çekimler için kullandığımız kameranın ölçümünü kendime uyarlamaya çalıştım. Söylenene göre telecine'de 4stop'a kadar kaldırırmış Vision 3, bakalım ben neler yaptım, beni kaldırabilecek mi :)) Heyecanla sonuçları bekliyoruz...
Bu arada, 8mm'yle ilgili her gün yeni şeyler keşfediyorum. Sadece 8mm'ye ayrılmış festivaller, buluşmalar olduğunu biliyordum ancak bahsedeceğim çok tatlı projeden habersizdim. Buyrun efendim, straight8. Size verilen 1 rulo 8mm filmle, baştan sona bir film oluşturmaca yarışması. Çektiğiniz filmi, direk adamlara geri gönderiyorsunuz, onlar yıkayıp telecine yapıyor ve siz de filminizi ilk defa bütün dünyayla birlikte görüyorsunuz. Tekrar çekme, kurgulama fırsatı olmadığı için de, amatörlüğün ve aynı zamanda iyi planlama ve yeteneğin de üst sınırını zorluyor proje.
Sayfada, seçilen birkaç filmi izleyebilirsiniz. Alışkanlıkların dışında, deneysele de ucundan uzanan kısa filmler ortaya çıkmış yöntem farklı olunca. Enteresan bir tat efendim, tavsiye ederim. Seneye ben de girerim bu arada :D Kazananlar Cannes'da gösteriliyormuş!!! nooohaha :)
Pazar, Mayıs 17, 2009
Coraline
Öncelikle bu sayfaya girmeli ve flash sayfaların başında görmeye alıştığımız yükleniyor uyarılarının en kendine güvenli ve azıcık da ukala olanını görmelisiniz!
Nightmare Before Christmas insanı Henry Selick'in yeni filmi, bol övgülü - hiç ödülsüz Coraline sonunda gösterime girdi. İstanbul'a geldiğimden beri, 11 Şubat'tan bu yana yani, galiba 4. kez sinemaya gittim (evet ironi diye buna denir :D). Çocuklarla dolu bir salonda, burnunuzu ağrıtan ağır bir 3 boyutlu gözlükle ve Türkçe dublajlı izlemek zorunda olmanıza rağmen, kesinlikle ayırdığınız zamana değecek, psikopat/tatlı, ürpertici /çekici, derin/sade ne bileyim işte uyuşmayan yönleriyle bir bütün, hoş bir animasyon bu film. Ve özetle, Pan'ın Labirenti ne kadar çocuk filmiyse, bu da o kadar çocuk filmi aslında...
3 yılda tamamlanan ve yeni kurulan LEIKA isimli şirketin ilk uzun filmi olan Coraline, muhtemelen son filmleri olmaz ve ilerlediğini zanneden, altı boşalan sinema dünyasına, klasik anlatıyla da olsa, ağızda hala tatlı bir hatıra bırakan sinema filmleri yapılabileceğini göstermeye devam edebilirler bu yetenek bombası insanlar...
Cuma, Mayıs 15, 2009
Perşembe, Nisan 30, 2009
Negatife Karşı Dijital
"Why try to emulate film when you can have the real thing?"
kıh kıh
Salı, Nisan 21, 2009
Saraylarda Yaşamaca :)
Anne seni saraylarda yaşatacağım diyen, annesini çok seven çocuklara yönelik. Tipik, anneni ne kadar sevdiğini şunu bunu yaparak göster, en iyi gösteren kazanacak kampanyalarından.
Bir de internet sayfası kurmuşlar, son yılların en uzun internet adresi sanırım :) Reklamlarda dinlediğim anda firefox'a yazarken unutuyordum az kalsın :D
www.senisaraylardayasatacagim.com kıh kıh kıh
Daha uzun isim bulana açığız hocam, Muzo'dan güzel bir adres bekliyorum :D
Çarşamba, Nisan 15, 2009
2009 Blog Ödülleri
http://2009.blogodulleri.com/anasayfa
Bu sayfadan önce kayıt olup sonra mail adresinize gelen linkten onay kodunu girip, sonra da yine aynı sayfadan kategoriler bölümüne ya da direk Alt Sokak bloguna girerek oy kullanabilirsiniz.
Ayrıca yine aynı oylamada, kişisel blog kategorisinde de Muzocan'ı oylarınızla destekleyebilirsiniz.
A.I.C. geri döndü demiş miydim?
Metrobüs Ancak Türkiye'de Böyle Olur
Karşıdan eve doğru gelen Metrobüs, sınırları kalkıp köprüye girince bir gazlandı. Kısacık köprü mesafesi boyunca, önümüzde giden diğer bir Metrobüs'ü solladı!!!!
Öyle şaşırmamış gibi yapmayın. Bildiğin tramvay önündeki tramvayı solladı gibi bir haber bu. Gerçek ve tamamen bize has.
Pazartesi, Nisan 13, 2009
Life On Mars!
"The men and women of New York are a special breed, capable of surviving the urban jungle, but at what price. We've grown accustumed to live in violence, squalor and most of all the acts of depravity both large and small that robs us all of our humanity."
Metropolis
Bugün bir de baktım, yeni şarkılar var myspace'te, hatta epeydir orada muhtemelen ki 1000 küsur kere de dinlenmiş. Vah vah dedim. Bu çağda, hala istediğim bilgiye adam gibi ulaşamıyorum...
Neyse, esas demek istediğim, "Gel Gör Beni"lerinin "Makine"lerinin hastası olduğum Metropolis, yeni solistleriyle, yeni 2 şarkı yayınlamış myspace sayfalarında bir süre önce. Siz de ıskaladıysanız beni, buyrun daha fazla gecikmeyin...
http://www.myspace.com/metropolismetropolis
Pazartesi, Nisan 06, 2009
Metrobüs beni nasıl yuttu...
Bir de doğru yöne giden otobüse geçince bir baktım ki onda duraklar da yazmıyor. Ben nerden bileyim, sonraki durak ne, bu otobüs nereye gider.
Toplu taşımacılığın, hele hele metro zihniyetli sağa sola sapılmayan tek hatlı sistemlerin ana kuralı değil midir, gelen metronun/metrobüsün üzerinde, gideceği son durak yazar. Yani Avcılar ya da Zincirlikuyu. Ama bize gelen ve Avcılar'a giden metrobüsün üzerinde Avcılar-Zincirlikuyu yazıyor. Sanki Zincirlikuyu'ya gidiyormuş gibi bir de!
Bir de yani, elalem sıradan şehir içinde dolaşan otobüslerde, bir sonraki durağın ismini otobüs içinde elektronik tabelada gösterirken, bizim metrobüsün gösterememesi de kazmalığımızın, baştan sağmalığımızın, buldun da *** istiyorsunculuğumuzun en güzel örneği değil midir...
Bu kadar dellenmemin bir başka nedeni de ipod'umun şarjının bitmiş olması ve yanımda okuyacak hiçbir şeyimin olmayışı da önemli bir etkendir. Bir de tabii koca İstanbul'da kendini cücük gibi hissetme halimin devamlı bana hatırlatılışı. O konuya daha müsait bir zamanımda gireceğim efendim, şimdilik deneyimlerimi biriktiriyorum.
Beykoz Devlet Hastanesi
Çarşamba, Nisan 01, 2009
Benim Cam Kırıklarım var...
Guzelce bagajimi karistirmislar. Cam silme bezlerimden birini yere dusurmusler, bir de 2 yil once gobegim icin cektirdigim ultrason'un sonuclarini gorup almamayi tercih etmisler.
155'le gorusup ekip istedim olay yerine. 45 dakika sonra tekrar aradim, aa gelmediler mi diyerek Goztepe karakolunun telefonunu verdiler. Aradim ki, e siz gelsenize diye sevgiyle karsiladilar beni. Sagolsun bir memur abla, cik cik yazik filan diyerek tutanak tuttu. (O sirada evinden kacmis bir kiz da kayip ihbarina istinaden, ben kayip degilim, evden kactim ifadesi veriyordu, onu bir ara ayrica anlatirim). Sonra da kucuk arabacigimi Caddebostan Otopark'ina (8 saati 10 milyon!!!! yuh) cekerekten gece saat 4'te yatagima ulasabildim.
Sonucta olan benim geceme, uykuma ve kaskoma oldu ama saglik olsun. Hic bilmedigim daracik Goztepe sokaklarinda dolastim, polis beklerken sokaktan gecip kirik cami goren birkac amcayla sohbet ettim, birlikte kufurler savurduk, koymadigimiz **** kalmadi :)
Sevgili Istanbul 1 ay bile sabredemedi.
Çarşamba, Mart 25, 2009
"Dahi" anlamındaki Ceza ayrı yazılır
Pazartesi, Mart 23, 2009
Çarşamba, Mart 18, 2009
Disneyland!
Bugün NTV'de Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adaylarından 3 iddialı olanın konuşmalarını izledik Davutla. Böyle, Karayalçın ve Yavaş'ın konuşmaları sırasında, o şeffaflık, kültürel merkezler/planlar vs. dinlerken, bir nefeslik bir süre için, gözümü açıp kapayana kadar, Kızılay'ı arabasız, merkezleri yayaya açık, metroları akıllıca işletilen, bütçeleri halka açık, gülümseyen insanlarla dolu bir şehir canlandı gözümde. Böyle Amerikan filmlerindeki gibi "over-exposed" bir fotoğraf. Sonrasında da, hiçbir şekilde gerçekleşemeyeceğinin bilinciyle muhteşem bir hayalkırıklığı.
Ne yapabilirim ki?
Kafası olan, o adama oy vermez ama... Kimi bir geceliğe, kimi birkaç kilo kömüre, kimi de Disneyland'a gitme umuduna herhalde...
itunes'a alternatif program
floola
İndirmek ve ayrıntıları okuyup kendiniz karar vermek için buyrun.
Ipod'unuza şarkı atıp, Ipod'dan hard-disk'e şarkı kaydedebilen ne azı ne fazlası olan eli yüzü düzgün zahmetsiz bir program. Podcast, fotoğraf, last.fm güncelleme, album kapakları vs. vs. gibi ipod'a ait nerdeyse bütün özellikleri de destekliyor (Ben çoğunu kullanmasam da).
Tabii ki asla kullanamadığımız alış-veriş özelliği yok ve bilin bakalım başka ne yok! "Determining Gapless Playback Information!" olalalala Ayrıca, itunes helper, ipod zakzuk, idevice central cak cuk vb. apple'a ait ama hiçbir işe yaramayan, arka planda çalışarak bilgisayarın hafızasından yiyen programlar da.
Bir hata aldığımız ve neyseki -en azından benimki- şimdilik sorunsuz çalışan (ve beni de şaşırtan) ipod'umu artık özgürce kullanabiliyorum! :))) Yüzümü kara çıkarmaz inşallah program, bakalım testlere devam...
Pazar, Mart 15, 2009
Bilgisayarı karıştırırken...
Mesela Çek Cumhuriyeti'nde, Pisek denen bir şehirde 3 koca ay geçirmiştim, o aklıma geldi yine. Ne garipti, ne zorluydu kimi zaman ve bu fotoğrafların olduğu günde mesela ne kadar eğlenceli ve benzersizdi...
Sonra mesela bu fotoğrafı görünce işte yönetmen olarak imajımı bulmuşum ne güzel dedim :D
Bir de "Escape"in provalarından sonra yediğimiz yemekte gelen hesap varmış! Bu bir tesadüf olamaz değil mi :D
Aaay ay. Mutsuz değilim şu anki hengamemden ve işsiz oturuşlarımdan ama, Pisek'te olmak da fena olmazdı hani...
Perşembe, Mart 12, 2009
Alice In Chains dönüyor!
İlk To Bid You Farewell'imi de böyle dinledim, ilk Empty Words'ümü de ya da şu anda ne adını ne nasıl olduğunu hatırlayabildiğim Kreator, Kyuss vb. grupların şarkılarını. Bazen, sadece küçük bir gitar pasajıydı kuzenimin ilgisini çeken, bazen -To Bid You'daki gibi- baştan sona, hatta defalarca, bütün şarkı.
Kimi zaman sıkılırdım bu eğitim saatlerinden, çünkü öncelikle o cd kılıfları içindeki cd'ler asla bitmeyecek ve içerdeki odaya geçip bilgisayarda uçaklar uçuramadan akşam olup yemek saati gelecek diye korkardım. Sonra, onca cd içinden kuzenimin aklına devamlı bir şey geldiği için, şarkıların büyük bölümünü ileri sarma opsiyonuyla dinlerdik, koca bir cd'den toplamda sadece 1 dakika anladığım olmuştur mesela. Ayrıca, bunca bilgi ve müzik yüklemesi bazen de çok gelirdi küçük beynime. Daha bir çocuk sayılırdım ve şimdi olsa iştahla hepsini içime çekeceğim koca bir arşivi birkaç saat içinde hazmetmeye çalışıyorduk. Ne olursa olsun, geleceğim ve müzik bakışım için mükemmel bir şey yaptığımızın farkındaydım, ona şüphe yok ve hayran hayran izlerdim kuzenimi, bunca ismi nasıl aklında tutuyor, bütün gitaristlerin davulcuların hikayelerini nasıl oluyor da biliyor diye. Ben de ilk olarak gidip Maiden'ın ve Queen'in grup üyelerinin adlarını ezberlemiştim sonra...
Aradan yıllar geçti tabii sonra, biz kuzenimle senede 1 hatta 2 senede bir görüştüğümüz için, onun zaten aşmış müzik bilgisi görece çok fazla ilerlemezken, minik benim ufak kafam, her sene bir öncekine oranla 2 kat daha çok bilgi alıyor, hevesle ne bulsam saldırıyor, kuzenim gelip bir şey dinlettiğinde ben onu zaten biliyorum diyebileceğim günlerin hayalini kuruyordum. Pek öyle olmuyordu ama yine de ilerleme kaydettiğim kesindi.
Orta okulda, belki de lisede metal dinleyenler bilirler, belki de herkeste aynı olmuyordur bu süreç ama, ben sert bir şey dinledikçe daha fazlasını arıyor, Bruce'un solo albümlerinden, Overkill'e, Megadeth'e (asla Metallica'ya değil! :D), ordan Slayer'a Death'e gittikçe sınırlarımı zorluyordum. İşte öyle sertlik iştahıyla dolduğum yılların birinde, bir yaz kuzenin evinde buluştuk yine. Ben ona ağzım sulanarak öğrendiklerimi anlatıyor, cd kılıflarındaki adını duymadığım ama aşırı oldukları belli grupların albümlerine ne zaman sıra gelecek diye bekliyordum. Oysa kuzen - benim de sonradan farklı bir şekilde yaşayacağım - müzikte olgunlaşma evresi denebilecek bir dönemece girmişti. Önce iştahımı biraz Death'le doyurmuş, sonra da bak bu adamlara, sert değiller o kadar ama, acı, duygu, umutsuzluk aynı çoğu zaman demişti.
İlk dinlediğim Alice In Chains şarkısını hatırlamıyorum, ama sanırım Them Bones ya da Rooster olabilir (Kuzenim bayılırdı Rooster'a). Sonra bir tutkudur başladı bende de. Soundgarden'a da ordan geçtim, diğer birçok 90'lar grubuna da. Ama AIC'nin yeri hep ayrı kaldı. O andan sonra çıkacak bütün albümlere saldırdım ama, bir gün acı haber geldi. Layne Staley Cobain'le aynı ayın aynı günü, farklı bir yılda evinde ölü bulunmuştu. Yaşadığım ilk ünlü-ölümü-sarsıntısı bu değildi ama en çok üzüldüklerimden biri olduğu kesin. Ardından yıllarca Cantrell'in solo albümlerinde o AIC tadını bulmaya, MTV Unplugged'daki hüzne bir karşılık bulmaya çalıştım. Devamlı sayfalarını ziyaret edip, yeni bir haber var mı diye meraktan çatladım...
ve sonunda, birkaç konser sonrasında, AIC, yeni albümünü kaydetmeye başladı. Aslında niye bu kadar çok bekledim bu konuda yazmayı bilmiyorum, 2008'in sonunda başladılar çünkü kayıtlara, belki bitirmeyeceklerinden, vazgeçeceklerinden korktum. Ama sonunda, bu Avustralya konserinin küçük videosunu görünce ve dinleyince içim rahata erdi. Evet, artık kesin bu: Alice In Chains geri dönüyor. Orjinal kadro, William Duvall'la ses bularak... Kutlayabiliriz!
AIC Australia Recap
Çarşamba, Mart 11, 2009
"and the ball was square..."
http://www.pongmuseum.com/ sayfasını ziyaret ederseniz, 40. yılını kutlayan oyunun tarihinde ilginç bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Muhtemelen biriyle olmasa bile bilgisayara karşı bu oyunu oynamayan yoktur herhalde...
Özellikle ana sayfadaki, 1969 yılından gelme video izlenmeli!
Salı, Mart 10, 2009
Kurgu
Hemen sarıldım en yakınımdaki kitaba, Pudovkin, Kuleşov, Sokurov ve ov'la biten bir sürü isim daha bir arada. Bu da fazla teorik oldu galiba ama, bakalım sonuç bir şeye benzeyecek mi...
Pazartesi, Mart 09, 2009
Satılık EMG-85 Aktif Manyetik (2. el)
http://www.sahibinden.com/emg_85_aktif_gitar_manyetik_2_el_-78WQQaXQQ12947581WQQpXQQdisplayitem
Montaj için bütün gerekli malzemelerle birlikte postalanıyor ürün, ilginizi çekerse, tanıdığınız birileri sever derseniz kaçırmayın. Fiyatı: 100 TL, vallahi yeni almaya kalksanız 120 dolar'dan başlar :D
Pazar, Mart 08, 2009
Braun Macro MZ 864
Tadaaa!!!
Yeni ve ilk 8mm kamerama kavuştum: Braun Macro MZ 864. Kamera yeni değil tabii ki de :) 1974 yılından kalma, sahibinden.com sayesinde oldukça uygun bir fiyata edindim bu kamerayi ve kucuk bir el isigini ve bir 8mm oynatici projeksiyon aletini.
Pilleri takıldığında en azından motor bölümü düzgün çalışıyor görünüyor ancak sonuçta filmlerin pozlanışı nasıl çıkacak bekleyip göreceğiz. Türkiye'de 8mm, filmler, banyo ve telesine işlemleriyle ilgili yakında daha çok yazacağım ancak şimdilik bu kameraya sahip olan başka birisi daha olacaksı yardımcı olmak adına, teknik özelliklere geçelim.
silent super 8 cartridge
lens: Braun Macro Super Stellar Zoom f: 1.7 \ F: 8-64 mm
focusing: manual, microprism
macro focusing: yes
zooming: auto with 2 speeds and manual
filter size: 62 mm
viewfinder: single-lens reflex with adjustable eyepiece
exposure: auto and manual exposure control; TTL EE, CdS photocell
exposure compensation: +/- 2 f/stops
backlight control: + 1 f/stop
aperture scale: f/1.7 to f/22
CCA filter: built-in 85A filter, with filter switch
filming speed: 18, 24 fps, slow motion (40 fps), single frame
shutter opening angle: 180 degrees
fading: auto fade-in/fade-out
sound: double-system, recording with synchronized tape-recorder
remote control socket: yes
2 cable release sockets: single frame and continuous running
movie light socket: screw type
synchronized flash socket: yes
handle: fixed pistol grip, chamber for penlite batteries
battery checker: yes
power source: 4 x AA bateries \ 2 x PX625 button cells for light meter
external power jack: 6 V DC
weight: 850 g
dimensions: 60 x 195 x 235 mm
tripod socket: 1/4"
made in Japan by Cosina
-----------------Bu bilgi http://www.super8data.com/ sayfasından alınmıştır...
Cuma, Mart 06, 2009
Terminator Salvation Trailer!
5 Haziran'da gösterime girecekmiş yeni Terminatör filmi. Bu fragman pek havalı olmuş. Adamların özel efektlerle, bilgisayarlarla yapabildiklerinin sınırları genişlemeye devam ettikçe, ortaya çıkan işler de bizi havalara uçurmaya devam edecek gibi. Küçücük bilgisayar monitörümden izlerken bile, devasa bir gökdelene bakarkenki heyecanı hissettim içimde :) Ha, efektleri koyarken, efendim konuyu önemsemiyorlar bölümüne hiç girmiyorum, Hollywood zaten ne beklersiniz :p Buyrun siz de izleyin...
Cumartesi, Şubat 28, 2009
Where Did I Lose Your Love?
Aramızda küçümsense de Journey, 2008'in, en çok satan 8. turne grubuymuş. Bu albüm de aradan geçen yıllara ve değişen solistlere rağmen platinyum satmayı başarmış Kuzey Amerika'da. Valla helal olsun. Ne kadar sıradan, bilindik, tahmin edilebilir olsa da, insanın içini titretebiliyor, kalbini hızlandırabiliyor.
Sonra dedim ki içimden, böyle şarkıların kıymetini bilecek, ne kadar geyik olursa olsun 40 Haramiler'e alacak kaç insan kaldı radyomda? Sorun radyoda değil de işte, dönemde galiba. Ne bileyim...
Salı, Şubat 24, 2009
Fenercell!!
Şuraya Fenerbahçe ya da futbolla ilgili en ufak bir şey yazacağım aklıma gelmezdi, ama kader işte :))
Gittiğim ilk reklam setinin sonuçları yayınlanmaya başladı, bugün gördük televizyonda. İşte böyle bir şey olmuş. Çekilenin, yapılanın 100'de 1'i olduğunu ve toplamda 2 saniye kullanılan yandan geniş maç çekimi için, 1.5 saat harcadıklarını da not olarak ekleyeyim. aah ah bu reklamcılar...
Pazartesi, Şubat 23, 2009
Çevirenleriniz Bol Olsun
Yeni bir oyuncak bulmuş polis, herkesin TC kimlik numaralarını telefonlarından bir sayfaya giriyorlar, sonra heralde aranıyor mu vs. onu görüyorlar. Neyseki henüz bir vakam çıkmadı ama bir yanlışlık olsa, çıksa, adam orda beni alıkoymak istese, gece gece o saatte ne bok yerim, hiç bilemiyorum.
Bu arada istisnasız, gece 2'den sonra eve dönmeye çalşıtığım her anda çevirmeye girdim ama öncesinde bir şey olmadı. Belki de belli bir saatten sonra çıkıyorlar ya da ben şanslıyım! Yani neymiş, İstanbul'da alkollü araba kullanmak ya ... ister ya da ara yolları çok iyi bilmek. Ben getiririm arabayı, eve yakın bulduğu ilk park yerine de koyarım abicim. Gerisine karışmam :)
Perşembe, Şubat 19, 2009
İstanbul'da Metro
Pazar, Şubat 15, 2009
"Q" Sırası
The Burning Plain, çok oturaklı yazılmış, harika oynanmış ve bir araya getirilmiş, güzel kurgulanmış akıllı bir dramdı. Meksikalıların yükselen sinemasına güzel bir örnek. Charlize Theron'sa sadece yüzüne makyaj yapıldığı için Oscar kazanmadığını kanıtlar gibi parlıyordu.
Sonra, The Pleasure Of Being Robbed, bağımsız filmler dünyasının çok konuşulanlarından biri olduğu için dikkatimi çekti. Ama pek de değmezmiş. Birkaç arkadaşın, dijital bir kamerayla, çok düşük bütçeyle çektikleri, minnacık bir filmdi. Kötü denemez belki ama, kopardığı tantanaya da değmeyeceği kesin.
Ve son olarak, The Infinite Playlist Of Nick and Norah. Juno'nun açtığı yoldan, akabinde biraz daha para kazanır mıyız gazıyla çekilmiş, sıradan ve uydurma bir gençlik filmi. Bazı izleyenler çok eğlendi, sonunda kendilerine güzel filozofik sonuçlar çıkardı, güzel epey fazla anı olduğunu da yalanlamasam da, 90 dakikaya değmeyecek, Juno'daki hamilelik-annelik-yaşlı adam/genç kız gerginliğinden arındırılmış, çok sıradan bir gençlik aşk filmi diye özetleyebilirim. Gitmeyin.
Esas konuya gelecek olursak, ilk defa dikkatimi çekti, belki daha önce hiç denk gelmediğim için, belki de bende bir terslik olduğu için bilemiyorum ama, AFM Fitaş Beyoğlu sinemalarında aldığım bilet "Q" sırasındaydı. O ne demek abi? Öyle bir harf yok bu ülkenin alfabesinde. Bir de salonun en arkasında olunca o sıra ve arkaya doğru "O"dan sonra 2 sıranın üzerinde harfler yazmayınca, P mi önce gelirdi Q mu diye düşünmek zorunda bile kaldım. Hay anasını satıyim özentiliğimizin...
Pazartesi, Şubat 09, 2009
IWhyShy? Sahnede!
Dediğim gibi, çok sevdim(k) sahneyi, devam eder, arayı soğutmadan yine bir araya geliriz umarım. Fotoğrafların devamı için "buraya" buyrun.
Pazar, Şubat 08, 2009
Milk - ek!
En az izlenen, en iyi film adayıysa, "Letters From Iwo Jima". Listenin devamı için buyrun.
Milk
"California's first openly gay elected official"
Harvey Milk'in 40. doğum gününden yola koyulan bir film Milk, eğer hala duymadıysanız. Gus Van Sant'ın "Mala Noche" ile başlayan sinema kariyerinde, kenara itilmiş, görmezden gelinmeye çalışılmış ama ister kişisel, ister düşünsel, isterse toplumsal düzeyde geri savaşmış insanlar yer almaya devam ediyor filmlerinde.
Amerikalı birçok eleştirmen, sinema yazarı vs., bu filmi 2008'in en iyileri arasında göstermiş. Amerikan izleyicisinin karşısına 28 Ekim 2008'de çıkmış bu film. Kiliselerine bağlı Amerikan halkı ne demiştir bu filme, genelde nasıl bir tepki almıştır bilemiyorum ama ülkemde gösterime girer mi, girerse kimse gider mi, yoksa göz ardı etmeyi tercih mi ederler... cevapları nispeten biliyoruz. Beni direk etkilemiyorsa (ki direk etkilese de sessiziz o ayrı), rahatımı belli bir sınırdan fazla zorlamıyorsa, kapa gözlerini diyen Türk insanı, belki de gidip breh breh nasıl da vurmuşlar adamı göz göre göre diye olayın sonuna hayıflanır...
Güzel film, şahane bir oyunculuk (Sean Penn), Slumdog gibi allı pullu olmasa da, etkileyici bir kurgu. Diğer adaylar arasında En İyi Film Oscar'ını alması pek muhtemel değil heralde ama alırsa da şaşırmamalı.
Cuma, Şubat 06, 2009
Varan Bolu Dağı Tesisleri
Hep o 9 yaşındaki gözlerimle hatırlayacağım bina ve çevresi nerdeyse hiç değişmemişti. Yemeğinizi almak için girdiğiniz bölüm, tuvaletlerin yeri, masaların dizilişi... Ferahlatıcı dağ kokusu taşıyan köpüklü ayran dışında eski havası yoktu ama yemeklerin. Sanki onlar da yarım saatlik bir fark için vazgeçilen doğa güzelliğinden, arkasına bakmadan var gücüyle kaçan insanlığa gücenmişti. Belki de ben küçük yaşımda, dağ yolunun saldığı korkuyla acıkan minik miğdemi doldururken fazla büyütmüştüm bu yemekleri gözümde ama yine de hafif çaptan düşmüş olsalar da bolca peynir rendelenmiş domates çorbası ve pilav üstüne serpilmiş döner parçaları dostça birer edayla selamladılar beni. Ablamın çorbasını iştahla içişi, her tesise adım attığımızda yüreğimde yükselen acaba döner kalmış mıdır heyecanını hatırlattılar bana. Tek sıkıntı, belki diğer firmalarla yarışabilmek için düşen otobüs fiyatlarıyla birlikte darbe yiyen elit imajı korumak için belki de günlük misafir sayısı 10'da 1'ine düşen tesisin masraflarını çırakabilmek için, Varan'ın fiyatları fahiş boyutta sunmasıydı.
Yemek sonrası, alışılmış tuvalet ziyareti de, nerdeyse tamamen anılara kilitlenmek üzere terkedilen bu tesisin o eski filmlerin eski görünmesi gibi, bakımlı olsa da köhnelikten kurtulamadığını kanıtlıyordu. Binadan sıyrılıp birkaç dakikalığına da olsa kendinizi Bolu Dağı ile yalnız bırakmak istediğinizdeyse, uçsuz bucaksız dağ sıralarının ve ağaçların arasında yutulmuş küçük köy evleri yerine, devasa ve ürpertici bir otoyol ve üzerinde süzülen irili ufaklı böcekler dikkat çekiyordu artık. Suyun şorul şorul aktığı, sırf o sudan birkaç gün daha içebilmek için arabada koca koca damacanalarla dolaştığımız günlerden geriyeyse, ince bir parmak kalınlığını geçmeyen bir sızıntı ve zamanında bizim yaptığımız gibi o berrak buz gibi suya akın etmektense, telefonlarıyla beyinlerini zehirlemeye çalışan insanların tamamen ihmal ettiği, görmezden geldiği çıplak bir çeşme kalmıştı geriye.
Kaç defa daha gitsem, hep 9 yaşındaki gözlerimin gördüğü şekliyle hatırlayacağım Varan Bolu Dağı Tesisleri'ni ve Varan molalı İstanbul-Ankara seferlerinde buraya uğramaktan vazgeçmese de, soran olursa eğer, bir hatırlayan, herhalde kapanmıştır yeni geçit açıldıktan sonra diyeceğim, girişteki tabelaya inat. Gülümseyerek koştuğum bir anı olsun orası, kimse elleyemesin, yemekler de eskisi gibi değil yahu diyemesin diye...
Salı, Şubat 03, 2009
Brit Awards!
"Unless you think Coldplay, Elbow, The Verve or Scouting For Girls are better than Maiden live. In which case, may we suggest seeking help..."
http://www.brits.co.uk/vote/
Brit Ödülleri'nin En İyi Canlı Performans ödülüne aday olmuş sevgili Maiden, desteklemek şarttır. Adınızı soyadınızı yazıp bir de mail adresi girerek hemen oy kullanabilirsiniz. Acaba single'ı kim kazanacak... Leona Lewis mi??
Pazartesi, Ocak 12, 2009
Bakış
Çene hafif aşağı, gözler azcık yukarı doğru, hafiften de kafayı yana kaykırtmalı filan mesela...
Cumartesi, Ocak 10, 2009
The Wrestler ve Aronofsky'nin sonu...
Ancak, son bölümde, geleneksel anlatıya o kadar birebir tutunuyor ki, "anti" tarafından diyelim ya da, biraz canımı sıkmadı değil. Evet tamam, yine çok güzel, çok dokunaklı, ama sanki Hollywood'a uygun olsun denerekten kotarılmış bütün film. Senaryoyu Aronofsky'nin yazmayışından da belli aslında. Bir de insanları arkalarından takip eden kamera, sanki bir bilgisayar oyunu tadında, bir süre sonra can sıkabiliyor ve ben anlatıya belirgin bir katkısını bulamadım ne yalan söyliyeyim.
Şimdi de imdb'ye bir baktım, Aronofsky bundan sonra ne yapıyor diye, canım sıkıldı. Micky Ward'un hayatını anlatan bir boks filmi var önce 2009'da, ardındansa Robocop tekrar çevrimi!!
Pi'nin, Requiem For A Dream'in, Fountain'ın asi yönetmeni, yola gelmiş sanki. Herkesi kendilerine uyduruyorlar demekki onlar bir şekilde. Ya da yaşlanmaya başladı belki "yaratıcı" yönetmenimiz.
Canım sıkıldı bak şimdi...
Neyse konuya dönersek, The Wrestler güzel hatırlanacak kesinlikle ve Mickey Rourke başta olmak üzere birilerine Oscar da getirebilir. Ama filmin en güzel yanı, 80'lerin hair metal'iyle süslenmiş olması. Ve o kadar güzel bir sahneye o kadar güzel bir diyalog yerleştirmiş ki yazar ya da yönetmen:
"80s were the best shit ever man! Then that Cobain pussy had to come around and ruin it all!"
Hell yeah!! hahaha
Pazartesi, Ocak 05, 2009
Siz de girin...
Sağda solda gezmekten Türkiye'deki gerçekleri unuttu heralde. Bir basbakan halkıyla böyle de dalga geçmez ki...
Cuma, Ocak 02, 2009
Aday
Her şeyi geçtim, en basitinden hadi, şehri günlerce haftalarca susuz bırakmış, sonra çıkıp bir de dalga geçmiş şu adamı, yalancı olduğu televizyonda kanıtlanmış yüzsüz adamı... pes yani...
Vallahi yine seçecekler...
ks!!!
Perşembe, Ocak 01, 2009
Issız Adam
Gitmeyen son 2 kişi olduğumuza inanarak salona girdik bugün İpek'le. Çantamda tuvalet kağıdı bile hazırdı foşur foşur ağlarsak diye!! ekşisözlük alıntısıyla, inanılmaz detaylarıyla koltuğuma mıhlanırım diye bekledim durdum devamlı, ama olmadı.
Sinema öğrencilerine dış sesin kötü kullanımı için örnek olarak gösterilmeli bence bu film. Ya da yönetmen adaylarına, kendi zevklerinizden bahsedecekseniz, nasıl yapmamalısınız derken bir hoca bu filme atıfta bulunabilir. Dijitalle çekseniz daha kolay olmaaa mı ehuhuehuehee diye kalırsınız yoksa öyle ortalıkta, oyuncunuzu da rezil edersiniz filan denebilir mesela. Sonraa sonra sonra, klişeler?? Evveet, klişeler...
Neyse, sonuçta birçok güzel anı da yok değildi. Ölesiye nefret etme durumu yok yani, ama koparılan kıyamete değer mi, bu filmi izledim de bir şey kazandım mı gibi soruların cevapları malum ne yazıkki. Bir tek, neden sevgilimin yüzüne bakıp bir hikaye yazamıyorum anasını satiyim, yamukluk bende mi acaba diye bir duygusuzluk, kendinden tiksinme oluştu. Yazarken ne güzel oluyor di mi, sonra çekince bir garip duruyor... tüh
Nasıl başlamıştık bu yazıya, evet, iki sevgili arası diyalog yazma dersi için çok uzaklara değil, Amerika'ya bakınız, buyrunuz Linklater abimiz ve "Before Sunrise / Before Sunset".