Cumartesi, Ağustos 11, 2007
Ipod ve Kur'an
Vatan Gazetesi'nden alıntıdır! (http://www.haber3.com/haber.php?haber_id=268454)
--------------------
Prof. Süleyman Ateş, Kuran-ı Kerim yüklenen iPod’ların kullanımına ilişkin tavsiyelerde bulundu.
Ateş “Eğer o iPod’da klasik Türk musikisi ve tasavvuf müziği varsa aynı alete Kuran-ı Kerim’in eklenmesinin bir sakıncası yok. Ama insanları şehvete kışkırtan, dine aykırı müzikler varsa aynı cihaza Kuran-ı Kerim’i yüklemeyi doğru bulmam. Çünkü Kuran’a saygısızlık olur. Biri şehvete diğeri ruhaniyete sevk ediyor. Cihaz bozulduğunda ise bir yere gömmek ya da yakmak gerekir. Çünkü Hz. Ömer zamanında da yıpranmış mushaflar (Kuran’ın kopyaları) yakılmış. Bu nedenle çöpe atılmamalı, saygı gereği yakılmalı. Kuran’a saygı bunu gerektirir.”
---------------------
Yorumsuz :)
Cuma, Ağustos 10, 2007
6. Gün, World Health Organization
Neyse, o zaman okuduklarımızla yetinmiyoruuuz ve ODTÜ'de öğrendiğimiz bilgiyi arama yeteneğimizi kullanıyoruz: google!
World Healt Organization'ın içme suyu değerlerine göz atmaya karar verdim, bugün Gökçek bu değerlere atıfta bulunuyordu, acaba tamamen atıyor mu diye merak ettim. Birkaç rakam da var aşağıdaki bölümde ama, Kızılırmak suyu bize geldiği şekliyle, sadece içindeki çözünmüş kimyasal maddelerin oranına bakarak, içildiği takdirde zararsız bir su. Ancak, içmek için de büyük cesaret gerektirecek. Çünkü içindeki maddeler, hem suyun tadını hem de kokusunu fazlasıyla bozacak. Ancak bu maddeler insan sağlığını bozacak seviyede değil... Ha tabii biyolojik değerleri, bakteri vs. oranını tabii ki bilemiyoruz...
KMO'nın değerlerinin hepsini araştırdım, sadece bu üçü hakkında genel bilgiler bulunuyor.
--------------
Sulfate (Kızılırmak'ta: 337 mg/litre)
Kimya Mühendisleri Odası'nın açıklaması...
----------
Son söylenecek sözü, DSİ tarafından 2005 yılında hazırlanan bir rapordan kelimesini değiştirmeden aktararak en baştan söylemek yerinde olacak:
“Kızılırmak Nehrinin doğal yapısı itibariyle klorür, sülfat ve sertlik değerleri çok yüksektir. Bu parametreler içme ve kullanma açısından çok önemlidir ve ileri arıtma teknikleri kullanmadan düşürmek mümkün değildir...
Mikrobiyolojik ölçüm sonuçları da Hirfanlı ve Kesikköprü Barajları sularının bakteriyolojik açıdan kıta içi II. sınıf su kalitesinde olduğu ve içme suyu olarak kullanılamayacağını göstermektedir.
Ankara için içme, kullanma suyu planlamalarında bu durumlar göz önüne alınarak varsa Kızılırmak dışındaki seçeneklerin tekrar değerlendirilmesinin yararlı olacağı sonucuna varılmıştır.”
... Su sertliğini belirleyen ve içme, kullanma sularının bu bakımdan kalitesi hakkında önemli birer gösterge olan anyon ve katyon ölçümleri aşağıda gösterilmektedir. Örneğin Kesikköprü suyundaki klorür miktarı, Ankara şebekesine şu anda verilmekte olan sudan 40 kat fazladır. Sülfat miktarı 22 kat, kalsiyum miktarı 5 kat daha fazladır.
Parametre (mg/L) | İvedik Giriş (ASKİ web sayfası) | İvedik Çıkış (ASKİ web sayfası) | Kesikköprü |
Klorür (Cl-) | 6 | 8 | 239 |
Sülfat (SO4=) | 15 | 20 | 337 |
Bikarbonat (HCO3-) | 104 | 89 | 138 |
Sodyum (Na+) | 7,5 | 8,3 | 157 |
Potasyum (K+) | 3,1 | 3,3 | 6 |
Kalsiyum (Ca++) | 22,8 | 24 | 109 |
Magnezyum (Mg++) | 6,32 | 5,83 | 44 |
...Bu iyonların arıtılması için yüksek yatırım ve işletme maliyetleriyle anyon ve katyon değiştiricilerin kurulması gerekmektedir. Nitekim, Kızılırmak üzerinde Kesikköprü Barajından sonra yer alan Kapulukaya Barajından su alan Kırıkkale’nin mevcut arıtma tesisinde, İvedik tesislerinde halen uygulanmayan aktif karbon dozajlaması yapılmasına rağmen, elde edilen su yeterli kaliteyi sağlayamamaktadır. Bu nedenle Kırıkkale Belediyesi yeni yatırım yaparak ileri teknoloji arıtma tesisi kurma kararı almıştır.
Bu suyun kullanımında ısrar edilmesi durumunda ya Ankara Belediyesi yeni bir yatırımla ve elbette gecikmeli olarak bu tesisleri kuracak ve bunun maliyetini Türkiye'nin şimdiden en pahalı suyunu kullanan Ankara halkının faturalarına yansıtacaktır ya da Ankaralılardan ekonomik durumu elverenler içme suyu olarak ambalajlı su satın alacak, çamaşır ve bulaşık makinelerinde katkı maddeleri kullanacak veya evlerine bireysel arıtma üniteleri kuracaktır....
... dezenfektan olarak kullanılan klor, su içindeki organik bileşiklerle kanserojen nitelikte kompleksler oluşturduğu için batı ülkelerinde klorlama yönteminden ozonlama veya ultraviyole ışınla dezenfeksiyon gibi yöntemlere geçilmektedir. Bu teknolojiler de İvedik tesislerinde yoktur ve yeni yatırımla kurulması gerekmektedir. Yoksa, Ankara Belediyesi insanları ya kısa vadede bakteriyel enfeksiyon ya da uzun vadede kanser olma riskiyle karşı karşıya bırakmak zorunda kalacaktır ...
... Gerede Sisteminin maliyeti yaklaşık 240 milyon dolardır. 03.07.1968 tarihli ve 1053 sayılı Ankara, İstanbul ve Nüfusu Yüz Binden Yukarı Olan Şehirlerde İçme, Kullanma ve Endüstri Suyu Temini Hakkındaki Yasa ile bu şehirlerin içme suyu projeleri ve inşaatlarını yapma yetkisi DSİ Genel Müdürlüğüne verilmiştir. DSİ Genel Müdürlüğünün bu yetkiyi kullanabilmesi için o ilin Belediye Meclisinden karar çıkartılması gereklidir. Ankara Büyükşehir Belediyesi Gerede sisteminin ihale edilip yapılabilmesi için bu kararı şimdiye kadar çıkartmamıştır ...
... Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile DSİ Genel Müdürlüğünün bu konudaki yaklaşımı da şüphe uyandırmaktadır. Bu iki kurum durumu bilmesine rağmen gerçeği halktan gizleyerek suç işlemişlerdir. DSİ Genel Müdürlüğünün kendi yürüttüğü çalışmanın aksi yöndeki sonucuna rağmen basın toplantısında kullanılmak üzere Sn. Gökçek’e “Kızılırmak suyunun kullanılmasında herhangi bir sakınca olmadığına dair” yazılı belge vermişlerdir ...
Yaşanan bu gelişmeler sonucunda Ankara Büyükşehir Belediyesi Ankara İçme ve Kullanma Suyu Master Planında 2037 yılından sonrası için düşünülen kaynaklardan birisi olan, diğer kaynaklara göre sıralamadaki yeri neredeyse tercih sırasına göre en sonda bulunan Kızılırmak suyunu devreye sokmuştur ... Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, planlamanın en sonundaki uygulamayı şimdiden gerçekleştirmeyi önemli bir başarı gibi yansıtmaktadır.
Kimya Mühendisleri Odası
Perşembe, Ağustos 09, 2007
5. Gün
Küvet tamamen boş, sarı sularımız da bitmiş. Neyseki bugün ızdırap çekmektense eve geç gelme yöntemine başvurdum. Yemek zaten yok...
Gökçek TGRT haberde, sunucular da ne meymenetsiz tipliymiş, Gökçek parlıyor resmen! haha
Su kesintisinin belediyeyle alakası olmadığını açıklayacağım reklamlardan sonra diye reklam yapıyordu ama can sıkıntısından kapattım dayanamadım. Zaman kaybı...
Gerçi 10 dakika izledim ama, o arada da 5 defa "Allah" 3 defa "Cenab-ı Allah" 2 defa da "Yarab" kelimelerini kullandı. Aaa esas bomba, bir de "Allah su vermezse biz n'apalım diyince, gülüyorlar bana" dedi. Güldüm ben de bir kez daha...
Yazdıklarıma ve yazmak istediklerime bakıyorum da, anlaşılan bugün bir vatandaş olarak üstüme düşen görevi yerine getirmişim. Tıpkı, büyük birader'i sevdiğini kabullenmek gibi. Bugün mutluydum resmen. Susuz "5 (beş)" günü tamamlamıştım evde ama mutluydum işte. Yayında da söyledim hatta, meğer uyguluyormuşum, "Alışmışım" bu haline de şehrimin, nefret ettiğim boktan Ankara'mın... Hem Gökçek ne yapsın canım, bir sürü alt geçit yapıverdi, bu kargaşa niye ki, ameliyat yapılamamışsa onun suçu mu, Allah yaşatacağı varsa yaşatır ameliyat olsun olmasın... Adamcağızın da boşuna günahını aldık, bak anlatıyor, meğer susuzlukla mücadele için hayvan gibi çalışmış...
Sen büyüksün, cezasını sen ver artık, biz yüzünün kızarmasını, özür dilemesini bile sağlatamadık...
Çarşamba, Ağustos 08, 2007
4. Gün
Küvetteki su tamamen bitti denebilir. Sadece küçük bir tuvalet tasının yarısından daha azını doldurabiliyoruz. Bu suyun da yarısıyla ellerimi yıkamayı başardım bugün. Demekki normalde ne kadar israf ediyormuşuz suları, görmüş oldum. Daha 1 hafta önce o tasın tamamını kullanıyordum ellerimi yıkamak için.
Suyumuz yoka yakın olduğu için, eve gelince ayak yıkama, yüz yıkama gibi adetler tamamen ortadan kalktı. Bildiğin pislik içindeyiz.
Annem, bugün bir arkadaşından su almaya gitti. Depolarındaki son su damlalarını da bizim kovaya almış muhtemelen. Su sarı! İnsan elini soksa eriyebilir. Sadece tuvalete dökebileceğiz bu suyu ama çiş mi daha kötü kokar bu su mu bilemiyorum...
Bugün, yıllardır birlikte yaşadığım anneannemin ağzından ilk defa "kıç" kelimesinin çıktığını duydum. Annem ve benim öfkemle şu Gökçek'i nasıl öldürebiliriz planları yaparken, halk bugün neler yaptı ne protestolar ama anca kıçına konuşabiliyorsun adamın dedi :) Canım, o da sinirlendi, bütün gün evde tabi kolay değil...
Bugün akşam yemeğinde, kahvaltı tabağı var. Yemek yapamıyoruz, yapınca çünkü tencere filan da kirleniyor malum, onu yıkamaya da harcayacak suyumuz yok. Kaldırıp suların gelmesini bekleyeceğimiz bir yer, hiç yok.
Bugün akşam 20.30 gibi işten dönerken, yüzüncı yılın sikik parkını sulayan bir tanker gördüm. Bütün gecemin içine edecek bu görüntü eminim, ama neden durup iki küfretmedim bilmiyorum. Sanırım yarın akşam, Ankara çevresinde çim sulayan tanker avına çıkıcaz elimizde damacanalarla ve adamların çimlere akıttığı suları, popomuzu yıkayabilmek için çalmaya çalışıcaz.
Sinir denen şey işte böyle, üst üste katlanıyor.
Yarının planını yaptım, açıklıyorum :)
7.00 = uyanış
7.30 = ODTÜ Stadyumu
7.30 - 8.30 = sinirleri boşaltmak için koşu vs.
8.35 - 8.38 = ODTÜ Baraka Spor Salonu'nda soğuk duş
9.00 = Radyoya varış
9.00 - 9.30 = 153 Alo Belediye'ye çeşitli küfürlerle güne hazırlık
Perşembe 22'de, Melih Gökçek TGRT Haber'e çıkıp susuzluk konusunda konuşacakmış. Beni duyabilirsiniz o programda Gökçek'e küfrederken.
Birlik olup bir şeyler yapmalıyız, ama ne?
Salı, Ağustos 07, 2007
Patlamaların sebebi...
“Su verildiğinde borunun içindeki hava suyun önünden ilerler gider, bu havayı dışarı atmamız gerekiyor. Onu da bundan sonra emniyetli biçimde yapacağımızı tahmin ediyorum” diye konuştu.
...yapacağımızı "tahmin" ediyorum. "..."
Tam emin olmamakla birlikte, bu bahsedilen konunun ve boru patlama sebebinin adı İngilizce'de "water hammer" olarak geçiyor (sanırım Türkçesi "su koçu"). Meraklısına, wikipedia linki...
Kısaca, suyu çok ani ve hızlı açar ya da kaparsanız, suda şok dalgaları oluşur ve bu dalgalar borular ya da vanalar vs. üzerine basınç (tersi durumda vakum da olabilir bu) uygular. Bu basınç yer altındaki beton boruları ister 25 yıllık ister 2 yıllık olsun patlatabilir (tersi durumda implode). Aslında, temel olarak bu şok dalgaları, ne kadar yavaş kapatırsanız kapatın yine de oluşur, ama yavaş kapama durumunda oluşacak basınç farkı çok daha az olacağı için hata zarar vermez.
Bir vananın hangi hızla açılıp kapanması gerektiği, Makine Mühendisliği okuyan her öğrenciye, akışkanlar dersinde gösterilir ve hatta bir ara-sınavda bir de finalde sorusu çıkar. Bu denklemler zorlansa elle çözülebildiği gibi (bazı varsayımlarla tabii ki), sadece bu iş için yazılmış bilgisayar programları vardır (water hammer software tadında). Bunu kurarsın ana istasyonlardaki bir bilgisayara (ya da standartta zaten ne hızla açman/kapaman gerektiği talimatlarla belirtilmiştir) ve suyu o hızla açar/kaparsın. Ama cahilsen, bilgisizsen, lönk diye çevirirsin vanayı, ve 2 günde 3 boru patlatırsın.
Helal olsun Melih Gökçek, amcanın oğlu olsun, karının yeğeni olsun da, bilgisiz olsun önemli değil di mi? Mühendise ne gerek var... Evinde 2 gün yetecek su deposu olduğunu söylemiştin, acaba 3. günde bir tanker gelecek mi sizin sokağa şans eseri?
3. Gün
---------
Emek'te, Ankara'nın en eski ve bir zamanların en seçkin mahallelerinden birinde, susuz 3. gün. En eski mahallenin 35 yıllık binasında tabii ki su deposu yok, macera da burada başlıyor zaten...
Cumartesi gece yarısı kesildi sular, bütün pazar, bütün pazartesi ve şimdi de bütün salı susuzuz. Bir önceki deneyimimizde, su geldiğinde kuvetteki suyun bir bölümünü boşaltmak zorunda kaldığımız için bu sefer akıllılık yapıp daha az su sakladık.
Küvetteki su rezervimiz iyice azaldı. Artık, tuvalete su dökmek için kullandığımız 5 kiloluk yoğurt kabının sadece yarısına geliyor ve o kabı tamamen suyla dolduramıyoruz. Tuvaletin çiş kokmaması için, 2 defa bu tası doldurup boşaltmak gerekiyor. O da tam işe yaramıyor tabii ki.
Anneannem suların gelmeyeceğini duyunca yemek yapmayı bıraktı. Daha doğrusu eldeki şeyleri kullanabiliyoruz ancak. Pazara gidip alış-veriş yapmamış bugün, canım :) Sebze, meyve yıkayamıyoruz çünkü.
İtiraf ediyorum, duş almak zorundaydım ve bugün ODTÜ'nün spor salonundaki duşu sadece bu iş için kullandım. Daha önce, pis diye gitmediğimiz yer, cennet gibi görünmedi gözüme ama 3-4 dakika da olsa, kendimi hafiflemiş hissettim. Ama tabii ıslak ıslak torbalara tıkmam gereken havlum ve terliklerim iğrenç kokuyor şu anda. Astım havalansınlar diye, umarım yarın da kullanılabilir halde olurlar.
Sabah 153 Alo Belediye'yi aradım. Suyumuz yok dedim, boru patladı diyip kapattılar telefonu. Tekrar aradım, havuzlarınızı, fıskiyelerinizi kapatın siniri bozuluyor insanlar dedim, bizim fıskiyemiz mi dediler, ben de sizden başka fıskiye yapan yok heralde dedim, tamam iletiriz dediler. Tavsiye ederim, sabah güne başlamak için süper bir deşarj yöntemi.
Evde su tüketmemek için, bütün ihtiyaçlarımızı ev dışında görmeye çalışıyoruz. Radyodan çıkarken, dur hadi diyip son bir kez tuvalete girip, ellerimi ve yüzümü yıkıyorum. Sabah ağzımı yıkamak ve dişlerimi fırçalamak işlerini radyoya bırakıyorum.
Duyduğumuza göre, 3 gün daha su yok. Bu, 6 ya da 7 gün edecek toplam susuz. Başkanımız bizden tatile gitmemizi istedi ama paramız yok ve işimizi şu anda bırakamıyoruz, o zaman kendimize iyi bakmamızı ve sağlımıza dikkat etmemizi söyledi. Bakalım, elimizden geleni yapacağız... Yeterki başkanım, siz görevinizden istifa etmeyin, su bekleyen Ankara'ya köprü yapmaya, şehri mahvetmeye, televizyona çıkıp sırıtmaya devam edebilin... Biz bakarız kendimize, hasta olmayız, salgın hastalığa filan yakalanmayız, 2-3 gün de pis dolaşıveririz canım 50 yıl önce su mu vardı böyle...
Pazar, Ağustos 05, 2007
Yeni (Eski) Fotoğraflaar...
http://www.flickr.com/gp/8382802@N08/0h3U35
Bu adresten bakabilirsiniz, buraya teker teker seyettirmeye usendim. Bir yandan da neden Yahoo'yu kullandim da Google'in fotograf seysini kullanmadim bilemiyorum... Neyse :D
Ornek isteyenlere,,,


Cuma, Ağustos 03, 2007
Esas şakayı unuttum!
Buna karşılık Ankara sakini, 3. günde de suyu ip gibi akan ve kesinlikle yıkanması imkansıza yakın olan insan, "Sen ananı da al git önce" der içtenlikle. Nasıl olsa, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı söylemiştir bunu alenen, herhalde kimse bunu hakaret olarak algılayacak değildir. Hatta insanın bundan bir şarkı yapası bile gelir. Protesliğe daha uygun diye rapçi olunur hemen. "Ananı ananı ana-ana-nı-nı-nı-nınanı-na-ana-an an an an ananı" filan diye...
ııhghghghghhhh!!!
Perşembe, Ağustos 02, 2007
Göz göre göre... mi?
En son bomba suların ikişer gün değil dörder gün kesileceği söylentisi. Gökçek bunu en son bugünki basın toplantısında yalanladı ama güven olmaz, hiiiç de belli olmaz...
Sonracığıma, bir başka söylenti, Kızılırmak üzerindeki Kesikköprü Barajı'ndan su getirme projesinin yetişmeyeceği. ASKİ yöneticileri diyorki, "13 Eylül'de okullar açılacak, hastaneler var, bu suyu getirmeye mahkumuz!". ee pes yani, bir de sonunda kendilerini kahraman ilan edecekler...
Kızılırmak suyu denince baş söylentiyse, bu suyun atıklarla dolu olduğu ve zehirli olduğu, kullanılamayacağı. Kendi aramızda konuşurken hep derdik ki, "e heralde bir şekilde arıtırlar canım, adamlar deniz suyunu içme suyu yapıyor". Ama başkanın cevabı çok daha bomba,
"İçme suyu olarak kullanılamaz diyor Kimya Mühendisleri odası. Laf onların ki. Belgeleri yok. Kızılırmak suyu temiz. İşte bu DSİ'nin 2006 Aralık ayında Kızılırmak ve Hirfanlı Barajlarının suyu ile ilgili raporu. Raporda suyun birinci derecede içme suyu olduğu belirtiliyor. Bazı yerlerde sülfat oranını çok olduğu belirtiliyor. Bunun içinde mevcut su ile taşıyacağımız suyu karıştıracağız. Sülfatın da halk sağlığına herhangi olumsuz etkisi yok, suyun tadının daha güzel olması için sülfat oranı azaltılacak. Ayrıca Kırıkkale ili 20 yıldır Kızılırmak'dan gelen suyu kullanıyor. Kırıkkale il Sağlık Müdürünü, Hastane Başhekimlerini aradım hiçbiri vatandaşlarda sudan kaynaklı sorun olduğunu söylemedi. Bu tür açıklamalar ideolojiktir. Bu örgütleri çok da fazla dinlemeyin."
Esas sonucunu merakla beklediğim söylentiyse, DSİ'nin Gökçek'i 5 yıl önce uyardığı ama Gökçek'in bunlara kulak asmadığı. Buna bizim başkan ipe sapa gelmez saçma sapan sözler diyerek karşılık veriyor (zaten ağzından düzgün 1 adet cümlenin çıktığı da henüz duyulmadı). Ama DSİ'den de ahanda sana gönderdiğim resmi belge diye bir açıklama çıkmıyor... İster Gökçek olsun, ister DSİ, bu memleketin hiçbir kurumunun düzgün çalışmadığına inananlardan olduğum için, hangi tarafın daha suçlu olduğu çok da önemli değil ama yine de merak ettim ve yasal bilgi edinme hakkımı kullanarak DSİ'ye bir soru gönderdim. Aynen aşağıdaki gibi, bakalım cevabı gelecek mi...
-----------
Merhaba,
-----------
Lafı biraz uzattım ama o kadar sinirliyim ki, bu öfkemi dindiren başkanımızın bir temennisiyle bitirelim bu günü,
"Cenabı Allah'ın bu kadar susuzluğu getireceğini kim önceden düşünebilirdi. Bizim zekamız buna yetmedi. Bunu düşünen üstün zekalılar varsa gelsin söylesin"
Pazar, Temmuz 29, 2007
Garip bir an!

İşte odamda duran dandirik teyp. Sadece radyo dinleme amaçlı... Düğmesinden kapatmaktansa daha kolay geldiğinden midir nedir, hep fişinden çekip kapatıyorum aleti...
Bugün çektim fişini, her zamanki gibi 1.5 saniye daha çalıp öyle sustu alet. O 1.5 saniye boyunca, zavallı teybim çalmaya devam edeceğini zannediyordu, bense sesinin kesileceğini çoktan biliyordum...
İşte böyle bir şey: Bu kadar net ve basit ve kesin... Kesinkes kesin ama yani başka yolu yok! Böyle bir duygu işte, nasıl anlatılır bilemedim :D
Ondan politikacı oluyorsa!

Gerçi fotoğrafı evde çektirdik ve üzerimizde bilmem kaç bin dolarlık saat yok ama... ıgh... galiba kravat da liseden kalma! :D
Neyse, esas konu bu değildi :) Hatırladığım -ablamı saymazsak tabii- en cici düğünlerden birinden geliyorum. Peek çok sevgili Ceremcim evlendi... Onlarla çektirdiğimiz fotoğrafları sonra alabilecekmişiz, ama hiç yoktan şöyle bir ortamı koklamak adına buyrun sizeee,

Mekan Atlı Spor'du, çok ciciydi her şey, bütün ortam eflatun tonlarındaydı, grup fena değildi, coşturdu elinden geldiğince, mistekler halaylar, olması gereken her şey yerindeydi... Galiba, Evrencim'le Cey Cey'in düğününde başıma neler geleceğini de görmüş oldum biraz :D
Mutluluklar Ceren ve İlkay, süperdi her şey, süperdiniz...
.
Salı, Temmuz 24, 2007
New Shoes!
Sonra da, yolda bir dolmuş üstüme çıkıyordu, gördüm dünyanın kaç bucak olduğunu :)
Yani neymiş, insan en mutlu ve heyecanlı olduğu anlarda yaparmış en büyük hatalarını :) Dikkatsizlik ve trafik hatalarını en azından...
Yani neymiş, 90'la giden araba dank diye duramazmış, bir de ABS güzel bir şeymiş...
Geçmiş olsun diyelim Vefik'e ve Eskişehir yolunda sağ şeridi park yeri olarak kullanan geri zekalılara...
Pazartesi, Temmuz 09, 2007
tesadüf :)
Plant gerçeği...
4 Temmuz günü, İstanbul'da Robert Plant konserindeydik İpekos'la. İnanılmazdı, muhteşemdi, harikaydı! Yolda Ankara'ya dönerken, gece yatmadan önce filan, bana sorsalar nasıldı diye neler anlatacağımı, buraya neler yazacağımı planlamış, düşünmüştüm ama bu sayfadan önce bir yazı okudum ki, gözlerim yaşardı... İşte, Radikal'deki yazı....
Söylenecek başka bir şey bulamıyorum üzerine. Ben rockçıyım diyenin orda olması gerekirdi (gittim ya altım kuru :D)...
ve Gamzo, mükemmel yerimiz için çok çok teşekkürler...
Cuma, Haziran 29, 2007
Tony Martin, benimle röportaja gelmişti bir gün...

Bilmeyenlere, kel olan Tony Martin (Eski Black Sabbath solisti), sarışın olan da Geoff Nicholls (Black Sabbath'ın eski klavyecisi). Tony Martin de işte oğlunu almış gruba gitar çalsın diye, geziyor öyle dünyayı. Ooooh :D

Bu gece uzun sürecek...
Evde, fotoğraflar, dil acısı ve dahası...
Anılar anılar içinde bu işlemi neden geciktirdiğimi birkez daha kabul ettirmiş oldum kendime. Neyse, bakın ne buldum. Dedeman'da arka arkaya 3 kere strike yapıp, beleşe bira kazandığım gün! İnanması zor ama gerçek!
"Vefik Karaege, her şeyde olduğu gibi, Bowling'de de bir yetenek manyağı" nohahahah :D

Pazartesi, Haziran 18, 2007
The Fountain
Çok nadir bir bölümü, derin bir "boşluk" bırakıyor içimde. Ne anlattığı değil, dokunuşu ve içtenliği önemli. Öyleki, hiçbir şey yapmamak, konuşmamak, dinlememek, uyumamak ve sadece o filmi aklınızda tekrar yaşamak istersiniz... Ama tekrar izlemeye asla cesaret edemezsiniz...
Aronofsky: The Fountain
Cuma, Haziran 15, 2007
Vefik cephesinden...
Bu arada myspace'ten çok faydalı haberler öğrenebildiğimizi de keşfettim bugün. Wim Wenders yeni bir film çekiyormuş, çok sevindim! "Palermo Story" filmin adı, çekimler pazartesi başlıyormuş...
Bu arada, bu film denen şey, o kadar zor bir şey ki insan nasıl çeker ben anlamıyorum kardeşim :))
Neyse,
yatayım ben... iyi geceler...
Pazar, Haziran 10, 2007
Anki Rock Fest woaoaaaa! :D
1- Festival iptal oldu, yağmur yağıyor diye, e ulen bir rock festivali iptal olur mu yağmur yağdı diye, peeeeh :D
2- Tony Martin'le roportaja gittim, bir baktim yanindan bir de Geoff Nicholls cikti!! (sirasiyla Black Sabbath solist ve klavyecisi)
3- 3 tane cocuk soundcheck'te mikser basinda debelenin Tony Martin'e "klasik" gitar imzalattı!! (Gelecegin metalcileri işte! Resimde arka planda kalan kel kafa Tony Martin)

4 - Black Tooth konseri icin Istanbul'dan Harvey Davidson Club Türkiye insanları geldi, motorlarıyla... Dünyanın en havalı olayı! Bir Harley'iniz yoksa, hiçmişsiniz onu gördüm :D (bu kırmızı olan tamamen el yapımıymış, adam Atatürk resmi şeyettirmiş motora)

5 - Bir de tabii Black Tooth elemanlarının sarhoş olduktan sonra, Tony Martin'in kulise "heeey motherf***" diye giriş hikayeleri var önceki geceden kalma, onları yüz yüze anlatmak lazım :D
Black Tooth da ne?? Sahne Arkasi'na basvurmalariyla tanistigim, super insanlar grubu :D
Black Tooth Myspace
Salı, Haziran 05, 2007
Kedi düştüüüü!!!
Dün akşamki yazıda bahsi geçen kedi, bu sabah saatlerinde sonunda balkondan düştü :) Kaçmış herif, bizim bahçeye gelmiş. Arkasından da 2 tane çocuk koşuyor, şapşo kedi bizim apartmana girmeye çalışırken, zulümcü sahipleri tarafından yakalandı ve meşhuuur balkona geri götürüldü :)
Ulan salak,
Apartmandan düştün niye bir daha apartmana giriyosun. Kedi aklı işte :))
Yandaki adamın da balkondan düşmesini istesem çok mu ileri gitmiş olurum dersiniz??
yok yok istemiyorum :))
valla :D
Pazartesi, Haziran 04, 2007
Herif hala çitliyor yahu!
Tamam hoşgörü, rahat olmak, sinir yapmamak, gerginliği dağıtmak filan da, bir insan evladı da her akşam hiç durmadan 3-4 saat balkonda oturup çekirdek çitlemezki kardeşim! Bu nasıl boşa harcanan bir zamandır, bu ne biçim zulümdür anlamadım gitti...
Hayır karşı apartmanda kedi var bir tane, bütün gün-gece anırıyor adeta, ona lafım yok. Allahın kedisi ama yani bu adama bir akıl verilmiş...
Bir de amcanın dişler de pek sağlam anasını satiyim, haftalardır çekirdek çitliyor ben ön dişler dökülmeye başlar diye ümit etmiştim ama tık yok herifte, maşallahı var...
Yaa sabır :)
AAAA bu arada Eskişehir'de benim köyümde "ya kısmet" diye bir dükkan olduğunu söylemiş miydim?? :)
Yemin edebilirim, ilk taşındığımda amca kömür satıyordu, şimdi lastik satmaya başlamış. Ama kimseyi inandıramıyorum. Bir gün adamın kapısında, ya kısmet kömürleri yazıyordu, ertesi ya kısmet lastik :))
hahahahaha
Bak yaa, insan aklı ne isimler buluyor dükkanlarına. Sonra ingilizce isim koyanlara kızıyoruz, ingilizce koymasın da ya kısmet mi koysun yani :)) hihihihi
ben bir bira açıyim kendime :)
Cumartesi, Haziran 02, 2007
Perşembe, Mayıs 31, 2007
Konserler yaklaşıyor!!!
Brooklyn Funk Essentials'ı hakkatten çok merak ediyordum, youtube videolarına ek olarak artık canlı canlı izlicez amcaları... Hüsnü'cüm de sosyetik kimliğiyle muhtemelen güzel eklentiler yapacaktır :)
Sezen'eyse söyleyecek bir şey yok, yine 15 kişi girebilirsek eğer içeri, bizi tutabilene aşkolsun :))
Biletler biletix'te efendim, gitmek daha doğrusu gelmek isteyen olursa :D

Pazar, Mayıs 27, 2007
Vefik! Abi n'apıyorsun!!!
Hayko Cepkin mi dinliyorum?
İlk tanışmamız bir Yüxexes programında olmuştu, sarı saçlı tek çizgili eşofmanlı bir kazma zart zurt şarkı söylüyordu.
Sonra, Backstage diye bir mekanın sahibiyle konuşurken, adamın canlı performansı inanılmaz, manyak bir enerjisi var dedi, hadi ordan demiştim...
ve şimdi 3. albümünü "Tanışma Bitti"yi dinliyorum...
Adam hiiiiç fena değil! Daha bu ilk dinleyişim, muhtemelen hastası da olmam ama, "kötü" değil. Farklı, kendi halinde ve ilgi çekici. Şaşkın durumdayım...
Ama liseli kızlar neden hastası işte onu hala çözemedim :)
Salı, Mayıs 22, 2007
Anadolu Rock!!!!
Cuma, Mayıs 18, 2007
Bahçede çekirdek çitlemek...
Hiç bu kadar rahatsız edici olabileceğini tahmin edememişim. Zor bir günden sonra eve gelmişsiniz, saat gece 11, şöyle bir oturmuşsunuz yatağınıza, yaslanmışsınız, elinize bir kitap almışsınız okumaya çalışırken...
kıtkıtkıtkıtkıtkıt, pü
kıtkıtktıktıtk pü
:)
Alttaki komşu bahçede çekirdek çitliyor. Dur diyemezsin ki adama, adamın bahçesi tabii ki çitlicek :) İşte toplu yaşamın zorluklarına yeni bir örnek :)
Yok yok, ben galiba asosyallik yolunda hızla ilerliyorum. Ya da yaşlanıyorum, ya da sadece bu haftaya özel :D
Perşembe, Mayıs 10, 2007
Dinginliğin altında yatan hırçınlık...
"Tek başına içki içmeye de başladın mııı alkoliksin demektir olm!" demişti bir arkadaşım. "Yalnızsın" deseymiş daha doğruymuş, kendimi alkolikten çok yalnız hissediyorum ben...
Yalnız denince, lütfen sevgili dostlar, pek cici İpekçik, ailecim yanlış anlamayın... Bu şehir yalnız, ülke ve bu dünya yalnız... İnsanın kendiyle yalnız kalışıdır sanırım sorun, alkol bu yüzden gerekli o ana...
Anlamsız bir derin olma çabasına girecek bir gelişimden korktum ve duruyorum hemen burda (alkolün getirilerinden biri galiba bu :D). E.S.T. demiştim. Bir caz tutkunu olmadığım kesin, E.S.T. ile tanışalı 2 yıl daha yeni oluyor galiba, ama işte hastalarıyım... O kadar dingin şarkılarında, o kadar alttan hissedilen bir öfke var ki, bizi anlatıyor. Biz çaresiz hisseden ve bu yüzden ellerini kollarını kendileri bağlayanları...
Sağlığınıza içiyorum!
Perşembe, Mayıs 03, 2007
Kesinti...
Zavallı ben, bunca çabama ve her gelen faturayı ilk gününde ödememe rağmen, dün telefonum, bugün de doğalgazım kesildi...
Hayır hayır
Ben buralara uygun bir insan değilim, ama anasını satiim dağa kıra uygun bir insan da değilim...
Nasıl olucak bu işler?
Pekiii sistemin, bu benim ruhsal huzurumu ve anlamsız mutluluğumu çökertmeye yönelik baskını durdurmak için napıyorum?
Robin Trower dinliyorum :D Meşhuuuur Bridge Of Sighs albümü, iyi geldi valla...
Eskişehir'de şenlikler festivaller...
Anadolu Üniversitesi Bahar Şenlikleri başlamıış :) Ne dünyadan bihaber bir insan oldum bee, okula gelince aydınlatma direklerine asılmış koca koca banner'lardan anladım başladığını da. Meğer burada durum biraz farklıymış. Şenlik 1 aya yakın sürüyormuş. Bütün Mayıs boyunca renkli renkli şeyler yapılıyormuş. ODTÜ şenliklerinden biraz farklı tabii ama yine standlar kurulmuş, yemekler dağıtılıyor insanlar çimlerde içiyormuş. Ama konserler, benim bölümün olduğu Yunus Emre'de değil İkiüylül Kampüsü'ndeymiş...
Bakalım bunların hepsi duyduğumuz haberler, gerçekleriyse birazdan göreceğiz :)
Bu arada, Film Festivali de 5-15 Mayıs'ta. Çok bomba değil program ama, Ankara'da izleyemediğim Sherrybaby ve Taxidermia'nın olması bile yeter...
Çarşamba, Nisan 25, 2007
İşte cici evim...
Neyse, küçük ve didaktik bir söylemden sonra, buyrun size evimin üzerinde bulunduğu sokak

İlk başta biraz korkutucu ama boğaz manzaram apayrı :)

Yaaa köyde oturuyorum dediğimde inanmayanların şüphesi kalmamıştır heralde. Burası Şirintepe. Anadolu Üniversitesi'nin Eczacılık kapısından çıktıktan sonra, şehre değil de diğer tarafa doğru döndüğünüzde biraz da aşağı doğru yürüdüğünüzde burayla karşılaşıyorsunuz. Yani okuldan aşağı bir sokak inerseniz 100. Yıl'ın işçi blokları, bir sokak daha aşağı inerseniz bu köy...
Benim ev, bu evlerin arasında baca dumanı yutan daha geçen sene yapılmış 1+1 apartlardan biri. İşte salonumuuuuz :)

İşte miniminnacık mutfağımız (Bu evlerde baya böyle çocuklu ailelerin oturduğunu düşünürsek, Eskişehir'in maddi durumunu da tekrar anlamış oluyoruz. Gerçi bu evlerin kirası şehirle karşılaştırıldığında hiiiç de ucuz değil. İlk günlerinde satın alınmış olabilir gerçi bilemiyorum.)

ve odamız, evimizin en önemli yeri :D Çift katlı yer yatağımız ve Tuçe'nin minderleriyle birleştirilerek oluşturulmuş oturma grubummm :))


Nerde olursa olsun, içi nasıl olursa olsun ev gibisi yok malum. Birey olmanın en büyük getirisi ve belki de götürüsü işte... Vefik'in ev hevesinde ulaşılan son nokta... Maaşının yarısına mal olan Eskişehir serüveni işte bu evde geçiyor :)
Cuma, Nisan 20, 2007
Çarşamba, Nisan 11, 2007
Tenis dersi isteyenler...
Çarşamba, Nisan 04, 2007
Cumartesi, Mart 31, 2007
Paris, Je Taime
En son Resfest ardından, oturup 2 saat kısa film izleme durumunun hastası olduğumu farkettim. Bu anlamda Paris, Je Taime de hiç dena değil. Bazı filmler çok sıradan olsalar da, Paris'i Fransızca'yı sevenler için birebir :)
En beğendiğim bölüm, farkında olmadan Alexander Payne'inki oldu. Ki, Payne Sideways'in yönetmeni olarak bir numaralı idolüm! :D
Payne'in filmi henüz yok Youtube'da ama ikinci ve üçüncü favorilerimin linkleri karşınızda...
Bu Tom Tykwer'ın filmi. Tam kendine uygun olmuş... Ne yazıkki oğlanın konuşmalarının bir bölümü Fransızca, ama çok da önemli değil ne dediği ;P böööö İngilizcesini bulursak değiştiririz canım aaa :)
Bu daaa Pandomim severlere...
Salı, Mart 27, 2007
Kamil Koç'ta reklamlar...
Geçenlerde Kamil Koç'la Eskişehir yolculuklarımdan birinde, Kamil amca film gösterimi için başında reklamlar, fragman ve sonra da film giren bir paket hazırlamış, araya da kendi yolkart reklamını filan girmiş. Bizim muavin cd'yi koyup bu reklamları görünce, fir fir fir hepsini ileri sardi, sonra direk filmden başlattı :)
Aklınızda olsun, her ne kadar kurumsallaşmış olsalar da otobüs şirketlerine bu şekilde reklam verilmez daha :))
Pazartesi, Mart 26, 2007
Yeni Guns N' Roses...
!! Better !!
Hastasıyım, duygulu söylemiş hayvan, yakışır...
Pazar, Mart 25, 2007
... Bizim Hayatımız

Bizim hayatımız, bizim belirlemediğimiz sınırlarla, daracık kaldırımlarla, şerit şerit yollarla, parlak parlak metal üst geçitler, köprüler, duvarlarına mavi dandirik kuğu figürleri yapıştırılmış dangalak aydınlatmalı boktan alt geçitlerle bölünürken, adamlar yapıyor... Hem de öyle bir yapıyor ki, geriye sadece, sanki içerde bir bomba varmış gibi filmin son sahnesi daha kararmadan salondan kaçan "izleyiciler"in silüetlerine bakan bomboş gözler bırakıyor...
Das Leben Der Anderen...
inanılmaz...
Cumartesi, Mart 24, 2007
Resfest'ten seçmeler...
İşte onlardan bir miktar youtube seçmesi... Özellikle animasyona meraklıysanız mutlaka izleyin, fırsatınız olur da bir yerde görürseniz mutlaka dvd'sini alın, bulursanız bir de bana alın :D
Blissful
Grandaddy - Jed's Other Poem
90 Degrees
Post It
Bendito Machine
Park Foot Ball
Cuma, Mart 23, 2007
Alkollü Fotoğraflar...
Dahası gelecek efendim, amaaa haydi yine rakı içelim... :D



Perşembe, Mart 22, 2007
Ankaramda wireless
Ankara'nın her yeri wireless kaynarken bir benim evimin çevresinden yok diye dertleniyordum, Eskişehir'e gidiyordum. Öğleden sonranın ödevini yapayım diyerek, daha yolun hemen başında açtım "dizüstü bilgisayarımı" :) Yaklaşık olarak Koru Sitesi'nin oralardan geçiyorduk biraz daha ilerlemiştik ve bilgisayarım 5 tane wireless bağlantı buldu! Yuh dedim yani :)
Millet arabayla işe giderken bağlanacak internete nerdeyse, bizim de eve yakın bi tanecik wireless yok kardeşim bu ne biçim iş... :D
Pazar, Mart 18, 2007
Dal - Rüzgar ilişkisi...
Neyse,
bu fotoğrafı paylaşmadan yapamazdım. Dahi anlamındaki "de" ayrı yazılır, o başka bir konu tabii ki ama, bu çılgın arabayı, Türkçemize kazandırdığı "birkere" kelimesi, fiyakalı tema cümlesinin sağına ve soluna yapıştırdığı ne üdüğü belirsiz yıldızları ve tabii ki bagajı kapanmıyor olmasına rağmen sağına soluna taktırdığı kanat mıdır rüzgarlık mı denir her neyse o şeyler için tebrik ediyorum...

Uzun boyun eksilerine ek...
"Yatağa oturup, sırtını duvara yaslayıp, ayaklarını uzatıp, kitap okuyamaya çalışınca boynun feci şekilde ağrıması!"
Belden yukarı kalan bölümde uzunluğum belli bir seviyenin üzerinde olduğu için, kafamı çok aşağı eğmeden en rahat bulunduğu şekliyle tutarsam eğer, kitabın görüş alanıma girebilmesi için kollarımı kaldırmam gerekiyor. Böyle bir durumda kollarım ağrıyor. Ancak, kollarımı göbeğimi, bacaklarıma vs. yasladığım durumda da boynum fazla aşağı eğildiği için bu sefer de omuzlarım ve boynum ağrıyor...
Çözümsüz bir ikilem, biraz o biraz ağrısın o zaman :)
Ben rahatsız pozisyonuma geri dönüyorum :))
Cuma, Mart 16, 2007
Ölüler de Konuşur...
Peek tatlı İpekçiğin hediyesi olan dvd paketinin fazladan hediyesi olarak beleşe bu kitabı almıştım AE Yapımcılıktan. Merakla bir açıp ilk cümlelerini okumaya başladım ve okuduğuma inanamadım.
"Bir Adli Tıp Antropoloğunun hikayeleri" diye geçiyor kitap. Aslında esas amaç adamın hikayelerinden olası bir kısa film hikayesi çıkarmak ya da esinlenmekti. Ama, amca sıradan bir doktor olmasına rağmen inanılmaz akıcı bir dille ve oldukça edebi denebilecek benzetmelerle şahane yazmış...
Kendi hayatından bahsediyor, sonra iskelet parçalarından hikayelerine bağlantılar yapıyor, aralarda da ince esprilerle gülümsetiyor isanı. Okudukça okuyor ve duramıyorsunuz...
Küçük bir alıntı aktarmak isterim. Bundan 30-40 yıl önce tıp eğitimi için gerçek insan iskeleti bulmak çok kolay ve ucuzmuş. Hindistan benzeri ülkeler ölülerinin iskeletlerini satarlarmış, ve bunlar inanılmaz kalitede olurlarmış. Daha sonra bu ülkeler imajlarının zedelendiğini düşünerek iskelet ticaretini bırakmışlar ve sonuçta tıp öğrencileri çoğunlukla plastik iskeletlere kalmış. Bugünlerde gerçek insan iskeleti bulunursa 3000-5000 dolar arasındaki değişen bir fiyata sahipmiş. Amca da canınız sıkılır kendinizi kötü hissederseniz bunu hatırlayın, pahalı bir iskeletiniz var demiş :))
Şimdi böyle okuyunca çok komik olmadı galiba ama olsun, o kadar soğuk kanlı bir dille yazmışki yaptığı böyle iğrenç şakalar acaip sevimli duruyor aralarda... İsteyene getiririm kitabı eminim seversiniz :)
Salı, Mart 13, 2007
Kalabak Su'nun memleketi...
Neyse, şu anda Eskişehir Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi labında oturduğuma göre, çok uzun yazamayacağım ama bu anda sonraki düşünce ve izlenim uçuşlarıma yol açmak adına küçük bir güncelleme sunmak isterim. Hem size hem kendime...
Eskişehir'de bir ev tuttum. Sevgili Murat sağolsun süper bir ev sahibi olmasına rağmen insanın kendi evi gibisi yok :) Bir de para harcamaya doyamayan bir kişilik olunca ve aile büyükleri de heves edince sonuç bu oluyor :)
Evim, okulun arka kapısına hızlı yürüyünce 4, yavaş yürünce 6 yani ortalama 5 dakika uzaklıkta. Evden çıkıp bölümüme ulaşmam yaklaşık 13 dakika sürüyor. 9.15 dersi için 8.45'te kalkmak yeterli yani :) Ankara'nın hiçbir köşesinde olmayan bir kolaylık...
Oturduğum yer, 100. Yıl'ın işçi blokları zihniyetiyle yapılmış bir bölümünden biraz daha içeride. İçeri girdikçe köyleşiyor burası. İnsanları çok sevimli, tabii ki aşırı meraklı ve yardımsever... Öğrencileri kazıklamak için yapılmış 1+1 apart'ların birinde en üst katta ve 9 numaradayım, Bahar Apartmanı :=) 2 haftadır, bizimkilerle birlikte evin boya ve temizliğiyle uğraşıyorduk, sonunda bitti. Dışardan bakıldığında, mavi görünen tek oda benim. Diğer evlerdeki öğrenciler hep beyaz :D
Yakında bakkalım, sabahları dolaşan taze köy sütçüm, 2 sokak ilerde çocuk parkım ve tabii ki bütün mahalleyi gün boyu talan eden ve 30 saniye aralıklarla meşhur sinyaliyle hayatı zehir edebilecek Kalabak Su kamyonum var. Sanırım yarın öbür gün belediyeye şikayet mektubu yazacağım :)
Telefon, doğal gaz, elektrik ve su hepsini bağlattım. Canım çıktı resmen, alışmamışım devlet dairelerine ya, neyseki Eskişehir küçük ve bütün işler çok çabuk halloluyor...
Maceralarımı yakında anlatırım, garip derslerim almam gereken bir sürü kitaplarım ve her hafta yapmam gereken en az 3 ödevim olduğu için biraz daha öğrenciye benzemeye başladım. ODTÜ Makina'da 5.5 senede sadece 2 kitap aldığım düşünülürse, birikimlerimi sinemaya akıtmaktan hiiiç mi hiç mutsuz değilim. O yüzden varsın para harcıyayım, önemli olan sonsuz iç huzur :))
Perşembe, Şubat 22, 2007
Dünya bu zevkle tanışmalı: RAKI!
Anıl'ın evinde, Davuut, Evren vee Anıl bir de birileri daha var, da neyse... :p
Diyorduk ki, bu içkiyle bütün dünya tanışmalı, rakı tabii ki. Durun bir saniye aldığımız şişe bitemedi, ben bir içeyim geliyorum...
Nerde kalmıştık, rakı. Rakı, Türk geleneğinin çalınmaya çalışılan değerlerinden biri. Tadı galiba yaş ilerledikçe anlaşılıyor. Acaba rakı mı bize daha yumuşak gelmeye başlıyor, rakı mı bizi daha az rahatsız eder oluyor, yoksa biz mi daha sert bi şeylere ihtiyaç duyar oluyoruz bilemiyorum...
Ne zamandır, erkek erkeğe oturmamışız, ne zamandır ciddi konuşmamışız... Bu gece de çok ciddi olmadı gerçi ama, ne zamandır hayata dair düşünmemişim, düşünmemişiz... Sadece yarını kurtarıyoruz, günü kurtarmaktan iyidir tabi o ayrı :D
Ahanda, mesela gelecekten bahsetmeye başladık! 8 Mart Dünya Kadınlar Günü!
Kendimize dünya erkekler günü istiyoruz! Ayrıntılara giremicem şimdi ama istiyoruz ve kesinlikle hakkımız var buna :D
Ne diyon Evren??
Evren kafayı yedi ya hadi hayırlısı :) Bu yazı çok alakasız oldu farkındayım, sarhoşluk diyelim geçelim... Ama bir ek, bu gece dinlediklerimiz arasında Pinhani bize hoş geldi. Seviyoruz bu grubu, Pinhani'ye destek... Bu şeker Ankaralı gruba...
Pazartesi, Şubat 05, 2007
Bloody Sunday...
İnsanlıktan, kurulmuş düzenden, maskelerden, ...na gore koyulmuş kurallardan, egemen düşüncenin gücünü korumak için gidebileceği yerlerden tiksinmek için birebir.
Bono'cum eskiden daha güzel sözler yazarmış bir kez daha hatırlamak için de tabii ki.
Bağarmak gerekiyor onun gibi
"We're so sick of it..."
Perşembe, Şubat 01, 2007
STV 1. Donem Biter...
Aslinda biliyorum da itiraf etmeyi, onu degistirmeye calismayi kabullenemiyorum. Teselli etmeye yardimci olacaksa, buyrun hic cekinmeden ucuz bir sekilde de sebep olarak one suruyorum bunu, dunyanin %95'i gibi davraniyorum ne var. Korkuyorum...
Ne kelime ama: korku... Iletisim dersleri almaya baslayip, okumalarimi da derinlestirdigimden bu yana, ya da Turkce de olsa okudugum kelimelerin kafamda bir seyler cagristirmadigini farkettigimden bu yana da diyebiliriz, kendimize ait gerceklikle dis dunyayi simgeleyen bu kelimeciklerin nasil birbirine baglandiklarini dusunmeye basladim. Hadi leeeen diyebilirsiniz :) ama boyle...
Neyse, korku diyorduk, o kelime benim beynimde neleri cagristiyor yaninda basit bir duygu disinda bilemiyorum hala. Insanin kendiyle konusabilmesi, ic iletisim boyle bir sey galiba. Ben daha beceremedim bu isi, her ne kadar kendimle cok barisik olduguma inansam ve oyle ya da boyle kendime guvensem de... Farkli seylermis bunlar... Ben bunu bir kisa film yapiyim en iyisi :D
Cuma, Ocak 26, 2007
Perşembe, Ocak 18, 2007
Radyonun Yıldızları!
Radyo ODTÜ, 2 dalda aday. Yerel / Bölgesel Radyo kategorisinde "Yabancı Müzik Dalında En İyi Yerel/Bölgesel Radyo" ve "En İyi Radyocu Yerel/Bölgesel".
Oy vermek için: www.rayad.org
Çarşamba, Ocak 17, 2007
Grey's Anatomy Altın Küre'yi kazanır...

İlk sezon 9 bölüm, 2. sezon 28 bölüm derken 3. sezonda 11'e kadar geldiler... Bunca zaman, geçen sene Altın Kürelerde Sandra Oh'a verilen, drama dalında, en iyi yardımcı kadın oyuncu (tv dizi) ödülü dışında, adam akıllı hiçbir ödül alamamışlardı. Hatta kırmızı halı sırasında Burke, zor yollardan geçtik, hep acaba şov devam edicek mi diye korkuyorduk bile dedi...
Halbuki bana kalırsa izlediğim en başarılı dizilerden biriydi Grey's. Genelde hep hastane koridorlarında, ameliyathanelerde ve yataklarda geçen dizi, çok temel bir ayrımda duruyor hep: "yaşam / ölüm". Hep birileri ölüyor ya da yaşıyor, hep birileri kıl payı ölümden dönüyor ya da son anda dönemiyor...
Hepimizin her gün didindiği, deliye döndüğü onca şey içinde, gelecek için yaptığımız planlar, saçımız, kilomuz, ayakkabımız, notlarımız, aşk hayatımız vs. içinde, kendimizi aciz ve güçsüz hissettiğimiz onca soru işareti karşısında, tek bir cevap önemli: "Evet / Hayır". Soru basit: "Yaşıyor musun? / Ölü müsün?".
Acaba, Greys'in olayı bu mudur? Ölüm korkusu? Zavallılığımızın açık, net ve sade bir temsili? Biraz da insan oluşumuzdan tiksiniş? Battlestar Galactica'da söyledi Cylonlar en güzelini: "Belki de insan ırkı yaşamayı, çevresindeki herşeyden çalma özgürlüğünü haketmiyordur..."
Bir dizinin, bir Vefik'i, her bölümünde, "bu" kadar sarsmasının başka bir açıklaması olabilir mi... Tebrikler Grey's ekibi, sonunda başardınız...
Cuma, Ocak 05, 2007
Bir deli, bir radyo...
Deli derken sevimli anlamda tabii ki ;) ama hayır o deli ben değilim, o Anıl :)
Bilmeyenler olabilir, kısaca anlatayım. Anılcım, bundan yıllar önce (oha 2 sene mi oldu 3 mü bilemedim bak şimdi :p) Hollanda'ya 3 aylık bir staja gitmişti. Leiden'dı hedef, Amsterdam'a çok yakındı, acaip coşulcak eğlenilcek ve hep olduğu gibi Avrupalılara Türkün gücü gösterilecekti :D
Biraz sessiz sakindi Leiden, çok çalıştırdılar Anıl'ı, pek gidemedi Amsterdam'a ama konuşulanlardan hiç birşey anlamasa da heycanla takip ettiği Hollanda radyosunda, "Intwine" isimli bir grupla tanıştı. O günlerde Hollanda'nın en favori şarkısı olan Cruel Man, Radyo ODTÜ'ye de taşındı yaz sonunda, herkes çok sevdi, sonunda o şarkı 40 Haramilerimizde 1 numaraya ulaştı. Biz de aradık amcaları, "Hey Intwine, baak biz seni

Neyse esas anlatmak istediğim; 2006 yılının sonlarına gelindiğinde Intwine yeni bir albüm çıkarmaya karar verdi (Türkiye'ye gelmez ama belli olmaz, albümün adı "Pyrrhic Victory"). Albümü internetten korsan yayınlayan release gruplarından birinin .nfo dosyasından alıntı yapıyorum hemen:
"Last year Intwine's song Cruel Man, the lead-off single of their second album Perfect was featured in... ...A new international success has been achieved by a massive radio hit in Turkey, where Cruel Man has reached the top slot on popular radio station ODTU's charts. Furthermore..."
Nerden nereye... Bir deli duyduğu şarkıyı radyosuna taşıdı, o radyo korsan camiasının nfo'larında yer buldu kendine "international success" diye :)
Küçücük bir olay işte ama, seviyorum radyoculuğu... :D
Perşembe, Aralık 28, 2006
RO Partisinden IWhyShy? geçti...

Bir Radyo ODTÜ yılbaşı partisi daha geride kaldı. Partiye damgasını vuran etkinlik tabii ki yine IWhyShy? konseriydi!!

Sadece 40 dakika sahnede kalan ve bu süre içinde izleyenlerin 1 dakika bile yerine oturamadığı konser sonrasında, insanlar çılgınlar gibi IWhyShy?'ı tekrar sahneye çağırdı... Parti etiğiyle 1 şarkıdan daha fazla çalmayan grubun doğurdu kaliteli müzik açlığını, sahneye Vefik'in gitarıyla çıkan bir adam doldurmaya çalıştı... Neyse...

Pazartesi, Aralık 25, 2006
IWhyShy? tekrar stüdyoda!
Salı, Aralık 05, 2006
STV'deki ilk notum
Öğrencilik hayatının getirdiği zorunluluklardan biri: SINAVLAR ve NOTLAR! Uzun zaman olmuştu acaba kaç alırım diye düşündüğüm, eski günlere geri dönüş :) Gerçi şu anda daha bilimsel hazırlık olduğum için notlar pek önemli değil, geçmem yeterli ama heyecanlanıyor yine de insan :D
Film Kuramları dersimin notu açıklanmış. Yüksek Lisans tarihimin de ilk notu oluyor kendisi vee 100 üzerinden 50 almışım :D Dur bakalım kağıdımıza bakma ve itiraz etme hakkımız var mı ;)
Birkez daha ne yapıyorum ben sorusunu bana sordurttuğu için teşekkürlerim, Canan hocamıza...