Ülkemize de Digiturk sayesinde girmiş dizilerden biri Grey's Anatomy... İlk karşılaştığım günü hiç unutmuyorum... Lost'suz kaldığımız bir dönemde, abc hbo gibi kaliteli dizi yapan adamların sayfalarını karıştırırken, bir de emmy'lere bakalım kimler aday olmuş derken bulmuştuk... Greys, Weeds, House vs. vs. Weeds olmadı, House'u Anıl tuttu, Grey's Anatomy ise benim için yaratılmıştı adeta!!
İlk sezon 9 bölüm, 2. sezon 28 bölüm derken 3. sezonda 11'e kadar geldiler... Bunca zaman, geçen sene Altın Kürelerde Sandra Oh'a verilen, drama dalında, en iyi yardımcı kadın oyuncu (tv dizi) ödülü dışında, adam akıllı hiçbir ödül alamamışlardı. Hatta kırmızı halı sırasında Burke, zor yollardan geçtik, hep acaba şov devam edicek mi diye korkuyorduk bile dedi...
Halbuki bana kalırsa izlediğim en başarılı dizilerden biriydi Grey's. Genelde hep hastane koridorlarında, ameliyathanelerde ve yataklarda geçen dizi, çok temel bir ayrımda duruyor hep: "yaşam / ölüm". Hep birileri ölüyor ya da yaşıyor, hep birileri kıl payı ölümden dönüyor ya da son anda dönemiyor...
Hepimizin her gün didindiği, deliye döndüğü onca şey içinde, gelecek için yaptığımız planlar, saçımız, kilomuz, ayakkabımız, notlarımız, aşk hayatımız vs. içinde, kendimizi aciz ve güçsüz hissettiğimiz onca soru işareti karşısında, tek bir cevap önemli: "Evet / Hayır". Soru basit: "Yaşıyor musun? / Ölü müsün?".
Acaba, Greys'in olayı bu mudur? Ölüm korkusu? Zavallılığımızın açık, net ve sade bir temsili? Biraz da insan oluşumuzdan tiksiniş? Battlestar Galactica'da söyledi Cylonlar en güzelini: "Belki de insan ırkı yaşamayı, çevresindeki herşeyden çalma özgürlüğünü haketmiyordur..."
Bir dizinin, bir Vefik'i, her bölümünde, "bu" kadar sarsmasının başka bir açıklaması olabilir mi... Tebrikler Grey's ekibi, sonunda başardınız...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder