Pazar, Haziran 10, 2007

Anki Rock Fest woaoaaaa! :D

Güzeeel Ankaramın açık hava rock festivalini ziyaret ettim bugün! Çok hastalıklıydı :) Neden?

1- Festival iptal oldu, yağmur yağıyor diye, e ulen bir rock festivali iptal olur mu yağmur yağdı diye, peeeeh :D

2- Tony Martin'le roportaja gittim, bir baktim yanindan bir de Geoff Nicholls cikti!! (sirasiyla Black Sabbath solist ve klavyecisi)

3- 3 tane cocuk soundcheck'te mikser basinda debelenin Tony Martin'e "klasik" gitar imzalattı!! (Gelecegin metalcileri işte! Resimde arka planda kalan kel kafa Tony Martin)



4 - Black Tooth konseri icin Istanbul'dan Harvey Davidson Club Türkiye insanları geldi, motorlarıyla... Dünyanın en havalı olayı! Bir Harley'iniz yoksa, hiçmişsiniz onu gördüm :D (bu kırmızı olan tamamen el yapımıymış, adam Atatürk resmi şeyettirmiş motora)



5 - Bir de tabii Black Tooth elemanlarının sarhoş olduktan sonra, Tony Martin'in kulise "heeey motherf***" diye giriş hikayeleri var önceki geceden kalma, onları yüz yüze anlatmak lazım :D


Black Tooth da ne?? Sahne Arkasi'na basvurmalariyla tanistigim, super insanlar grubu :D

Black Tooth Myspace

Salı, Haziran 05, 2007

Kedi düştüüüü!!!

Hahahahaha

Dün akşamki yazıda bahsi geçen kedi, bu sabah saatlerinde sonunda balkondan düştü :) Kaçmış herif, bizim bahçeye gelmiş. Arkasından da 2 tane çocuk koşuyor, şapşo kedi bizim apartmana girmeye çalışırken, zulümcü sahipleri tarafından yakalandı ve meşhuuur balkona geri götürüldü :)

Ulan salak,

Apartmandan düştün niye bir daha apartmana giriyosun. Kedi aklı işte :))

Yandaki adamın da balkondan düşmesini istesem çok mu ileri gitmiş olurum dersiniz??

yok yok istemiyorum :))

valla :D

Pazartesi, Haziran 04, 2007

Herif hala çitliyor yahu!

Aaaaa adam manyak beni delirtmek için gönderilmiş yan apartmana!

Tamam hoşgörü, rahat olmak, sinir yapmamak, gerginliği dağıtmak filan da, bir insan evladı da her akşam hiç durmadan 3-4 saat balkonda oturup çekirdek çitlemezki kardeşim! Bu nasıl boşa harcanan bir zamandır, bu ne biçim zulümdür anlamadım gitti...

Hayır karşı apartmanda kedi var bir tane, bütün gün-gece anırıyor adeta, ona lafım yok. Allahın kedisi ama yani bu adama bir akıl verilmiş...

Bir de amcanın dişler de pek sağlam anasını satiyim, haftalardır çekirdek çitliyor ben ön dişler dökülmeye başlar diye ümit etmiştim ama tık yok herifte, maşallahı var...

Yaa sabır :)

AAAA bu arada Eskişehir'de benim köyümde "ya kısmet" diye bir dükkan olduğunu söylemiş miydim?? :)

Yemin edebilirim, ilk taşındığımda amca kömür satıyordu, şimdi lastik satmaya başlamış. Ama kimseyi inandıramıyorum. Bir gün adamın kapısında, ya kısmet kömürleri yazıyordu, ertesi ya kısmet lastik :))

hahahahaha

Bak yaa, insan aklı ne isimler buluyor dükkanlarına. Sonra ingilizce isim koyanlara kızıyoruz, ingilizce koymasın da ya kısmet mi koysun yani :)) hihihihi

ben bir bira açıyim kendime :)

Cumartesi, Haziran 02, 2007

Taekwondoooo!!

Yaaa bunu ne zamandır koyucam fırsat bulamıyordum, inanılır gibi değil!! Kendi ellerimle çektim :)


Perşembe, Mayıs 31, 2007

Konserler yaklaşıyor!!!

Heyecan dorukta!

Brooklyn Funk Essentials'ı hakkatten çok merak ediyordum, youtube videolarına ek olarak artık canlı canlı izlicez amcaları... Hüsnü'cüm de sosyetik kimliğiyle muhtemelen güzel eklentiler yapacaktır :)

Sezen'eyse söyleyecek bir şey yok, yine 15 kişi girebilirsek eğer içeri, bizi tutabilene aşkolsun :))

Biletler biletix'te efendim, gitmek daha doğrusu gelmek isteyen olursa :D


Pazar, Mayıs 27, 2007

Vefik! Abi n'apıyorsun!!!

Hohohohoho!!!

Hayko Cepkin mi dinliyorum?

İlk tanışmamız bir Yüxexes programında olmuştu, sarı saçlı tek çizgili eşofmanlı bir kazma zart zurt şarkı söylüyordu.

Sonra, Backstage diye bir mekanın sahibiyle konuşurken, adamın canlı performansı inanılmaz, manyak bir enerjisi var dedi, hadi ordan demiştim...

ve şimdi 3. albümünü "Tanışma Bitti"yi dinliyorum...

Adam hiiiiç fena değil! Daha bu ilk dinleyişim, muhtemelen hastası da olmam ama, "kötü" değil. Farklı, kendi halinde ve ilgi çekici. Şaşkın durumdayım...

Ama liseli kızlar neden hastası işte onu hala çözemedim :)

Salı, Mayıs 22, 2007

Anadolu Rock!!!!

Geçen hafta sonunu ilk defa Eskişehir'de geçirdim veeee yepyeni bir Anadolu Rock grubu keşfettim!

Heeemmen fotoğraflarını koyuyorum buraya, menajerliklerini ben yapıcam, albüm isteyene gönderebilirim ;)



Cuma, Mayıs 18, 2007

Bahçede çekirdek çitlemek...

hahahaha :)

Hiç bu kadar rahatsız edici olabileceğini tahmin edememişim. Zor bir günden sonra eve gelmişsiniz, saat gece 11, şöyle bir oturmuşsunuz yatağınıza, yaslanmışsınız, elinize bir kitap almışsınız okumaya çalışırken...

kıtkıtkıtkıtkıtkıt, pü

kıtkıtktıktıtk pü

:)

Alttaki komşu bahçede çekirdek çitliyor. Dur diyemezsin ki adama, adamın bahçesi tabii ki çitlicek :) İşte toplu yaşamın zorluklarına yeni bir örnek :)

Yok yok, ben galiba asosyallik yolunda hızla ilerliyorum. Ya da yaşlanıyorum, ya da sadece bu haftaya özel :D

Perşembe, Mayıs 10, 2007

Dinginliğin altında yatan hırçınlık...

Eskişehir'de, evinde tek başına oturmuş, E.S.T. dinleyip bira içen bir Vefik...

"Tek başına içki içmeye de başladın mııı alkoliksin demektir olm!" demişti bir arkadaşım. "Yalnızsın" deseymiş daha doğruymuş, kendimi alkolikten çok yalnız hissediyorum ben...

Yalnız denince, lütfen sevgili dostlar, pek cici İpekçik, ailecim yanlış anlamayın... Bu şehir yalnız, ülke ve bu dünya yalnız... İnsanın kendiyle yalnız kalışıdır sanırım sorun, alkol bu yüzden gerekli o ana...

Anlamsız bir derin olma çabasına girecek bir gelişimden korktum ve duruyorum hemen burda (alkolün getirilerinden biri galiba bu :D). E.S.T. demiştim. Bir caz tutkunu olmadığım kesin, E.S.T. ile tanışalı 2 yıl daha yeni oluyor galiba, ama işte hastalarıyım... O kadar dingin şarkılarında, o kadar alttan hissedilen bir öfke var ki, bizi anlatıyor. Biz çaresiz hisseden ve bu yüzden ellerini kollarını kendileri bağlayanları...

Sağlığınıza içiyorum!

Perşembe, Mayıs 03, 2007

Kesinti...

İnanması zor...

Zavallı ben, bunca çabama ve her gelen faturayı ilk gününde ödememe rağmen, dün telefonum, bugün de doğalgazım kesildi...

Hayır hayır

Ben buralara uygun bir insan değilim, ama anasını satiim dağa kıra uygun bir insan da değilim...

Nasıl olucak bu işler?

Pekiii sistemin, bu benim ruhsal huzurumu ve anlamsız mutluluğumu çökertmeye yönelik baskını durdurmak için napıyorum?

Robin Trower dinliyorum :D Meşhuuuur Bridge Of Sighs albümü, iyi geldi valla...

Eskişehir'de şenlikler festivaller...

hohohoooo :)

Anadolu Üniversitesi Bahar Şenlikleri başlamıış :) Ne dünyadan bihaber bir insan oldum bee, okula gelince aydınlatma direklerine asılmış koca koca banner'lardan anladım başladığını da. Meğer burada durum biraz farklıymış. Şenlik 1 aya yakın sürüyormuş. Bütün Mayıs boyunca renkli renkli şeyler yapılıyormuş. ODTÜ şenliklerinden biraz farklı tabii ama yine standlar kurulmuş, yemekler dağıtılıyor insanlar çimlerde içiyormuş. Ama konserler, benim bölümün olduğu Yunus Emre'de değil İkiüylül Kampüsü'ndeymiş...

Bakalım bunların hepsi duyduğumuz haberler, gerçekleriyse birazdan göreceğiz :)

Bu arada, Film Festivali de 5-15 Mayıs'ta. Çok bomba değil program ama, Ankara'da izleyemediğim Sherrybaby ve Taxidermia'nın olması bile yeter...

Çarşamba, Nisan 25, 2007

İşte cici evim...

Epeydir evimden birkaç fotoğraf koyayım istiyordum, sonunda fırsatım oldu. Hiçbir şeye vaktim yetmiyor diyenlere bir tavsiye alkolü bırakın ya da haftada tek güne azaltın ;)

Neyse, küçük ve didaktik bir söylemden sonra, buyrun size evimin üzerinde bulunduğu sokak



İlk başta biraz korkutucu ama boğaz manzaram apayrı :)



Yaaa köyde oturuyorum dediğimde inanmayanların şüphesi kalmamıştır heralde. Burası Şirintepe. Anadolu Üniversitesi'nin Eczacılık kapısından çıktıktan sonra, şehre değil de diğer tarafa doğru döndüğünüzde biraz da aşağı doğru yürüdüğünüzde burayla karşılaşıyorsunuz. Yani okuldan aşağı bir sokak inerseniz 100. Yıl'ın işçi blokları, bir sokak daha aşağı inerseniz bu köy...

Benim ev, bu evlerin arasında baca dumanı yutan daha geçen sene yapılmış 1+1 apartlardan biri. İşte salonumuuuuz :)


İşte miniminnacık mutfağımız (Bu evlerde baya böyle çocuklu ailelerin oturduğunu düşünürsek, Eskişehir'in maddi durumunu da tekrar anlamış oluyoruz. Gerçi bu evlerin kirası şehirle karşılaştırıldığında hiiiç de ucuz değil. İlk günlerinde satın alınmış olabilir gerçi bilemiyorum.)


ve odamız, evimizin en önemli yeri :D Çift katlı yer yatağımız ve Tuçe'nin minderleriyle birleştirilerek oluşturulmuş oturma grubummm :))


Nerde olursa olsun, içi nasıl olursa olsun ev gibisi yok malum. Birey olmanın en büyük getirisi ve belki de götürüsü işte... Vefik'in ev hevesinde ulaşılan son nokta... Maaşının yarısına mal olan Eskişehir serüveni işte bu evde geçiyor :)

Cuma, Nisan 20, 2007

I'm So Tired Of America...

Ben demiyorum, Rufus Wainwright diyor :)) Dinleyin: Going To A Town

Çarşamba, Nisan 11, 2007

Tenis dersi isteyenler...


:))

Eskişehir'de kortların açılmasını bekliyoruz ama Ankara'da ders isteyenlere itinayla ders verilir :)

Çarşamba, Nisan 04, 2007

Alanis Morissette - My Humps

Hahahahaha

Hastasıyım :) Süper olmuş, şahane olmuş :))

Cumartesi, Mart 31, 2007

Paris, Je Taime

İçinde Paris ve aşk (sevgi) geçen 18 kısa filmin birleşiminden oluşuyor film, merak edip de gitmeyi düşünürseniz aklınızda olsun, bir tam film değil yani karşınızdaki...

En son Resfest ardından, oturup 2 saat kısa film izleme durumunun hastası olduğumu farkettim. Bu anlamda Paris, Je Taime de hiç dena değil. Bazı filmler çok sıradan olsalar da, Paris'i Fransızca'yı sevenler için birebir :)

En beğendiğim bölüm, farkında olmadan Alexander Payne'inki oldu. Ki, Payne Sideways'in yönetmeni olarak bir numaralı idolüm! :D

Payne'in filmi henüz yok Youtube'da ama ikinci ve üçüncü favorilerimin linkleri karşınızda...

Bu Tom Tykwer'ın filmi. Tam kendine uygun olmuş... Ne yazıkki oğlanın konuşmalarının bir bölümü Fransızca, ama çok da önemli değil ne dediği ;P böööö İngilizcesini bulursak değiştiririz canım aaa :)

Bu daaa Pandomim severlere...

Salı, Mart 27, 2007

Kamil Koç'ta reklamlar...

Hastası oldum! :)

Geçenlerde Kamil Koç'la Eskişehir yolculuklarımdan birinde, Kamil amca film gösterimi için başında reklamlar, fragman ve sonra da film giren bir paket hazırlamış, araya da kendi yolkart reklamını filan girmiş. Bizim muavin cd'yi koyup bu reklamları görünce, fir fir fir hepsini ileri sardi, sonra direk filmden başlattı :)

Aklınızda olsun, her ne kadar kurumsallaşmış olsalar da otobüs şirketlerine bu şekilde reklam verilmez daha :))

Pazartesi, Mart 26, 2007

Yeni Guns N' Roses...

Axl Rose'dan Slash'e yaptıklarından dolayı kesinlikle nefret ediyorum! İstanbul boğazı'nı nehir diye övmüş olması ayrı bir hıyarlıktır tabii ama yeni bir şarkının kayıtları dolaşıyor ya birkaç haftadır internet çevrelerinde,

!! Better !!

Hastasıyım, duygulu söylemiş hayvan, yakışır...

Pazar, Mart 25, 2007

... Bizim Hayatımız


Bizim hayatımız, bizim belirlemediğimiz sınırlarla, daracık kaldırımlarla, şerit şerit yollarla, parlak parlak metal üst geçitler, köprüler, duvarlarına mavi dandirik kuğu figürleri yapıştırılmış dangalak aydınlatmalı boktan alt geçitlerle bölünürken, adamlar yapıyor... Hem de öyle bir yapıyor ki, geriye sadece, sanki içerde bir bomba varmış gibi filmin son sahnesi daha kararmadan salondan kaçan "izleyiciler"in silüetlerine bakan bomboş gözler bırakıyor...

Das Leben Der Anderen...

inanılmaz...

Cumartesi, Mart 24, 2007

Resfest'ten seçmeler...

Geçen hafta içinde Anadolu Üniversitesi Sineması'nda Resfest'in 10.su vardı 3 gün boyunca. Ben ne yazıkki sadece 1 günün 1 seansına, By Design bölümüne katılabildim. Sanırım bu filmler DVD halinde ancak gelecek sene satışa sunuluyor, ama o zamana kadar bekleyemeyeceğim filmler vardı bu bölümde...

İşte onlardan bir miktar youtube seçmesi... Özellikle animasyona meraklıysanız mutlaka izleyin, fırsatınız olur da bir yerde görürseniz mutlaka dvd'sini alın, bulursanız bir de bana alın :D

Blissful
Grandaddy - Jed's Other Poem
90 Degrees
Post It
Bendito Machine
Park Foot Ball

Cuma, Mart 23, 2007

Alkollü Fotoğraflar...

En son yaptığımız sınıf yemeğinden hiç fotoğraf yüklemediğimi farkettim, 3 özel fotoğrafla koleksiyonlarımız şenlensin efenim... Delikanlı / sarhoş Vefik ve Evren, ışıklı / sarhoş Meltem veee bardağının dibindeki maydonozla dikkat çeken / sarhoş anıl :D

Dahası gelecek efendim, amaaa haydi yine rakı içelim... :D

Perşembe, Mart 22, 2007

Ankaramda wireless

Haha wireless'ta son nokta!

Ankara'nın her yeri wireless kaynarken bir benim evimin çevresinden yok diye dertleniyordum, Eskişehir'e gidiyordum. Öğleden sonranın ödevini yapayım diyerek, daha yolun hemen başında açtım "dizüstü bilgisayarımı" :) Yaklaşık olarak Koru Sitesi'nin oralardan geçiyorduk biraz daha ilerlemiştik ve bilgisayarım 5 tane wireless bağlantı buldu! Yuh dedim yani :)

Millet arabayla işe giderken bağlanacak internete nerdeyse, bizim de eve yakın bi tanecik wireless yok kardeşim bu ne biçim iş... :D

Pazar, Mart 18, 2007

Dal - Rüzgar ilişkisi...

2 hafta önceki Eskişehir badana gezimiz sırasında çektiğim fotoğraflara daldım anlamsız bir şekilde, sağolun! Ödeve yapmam gerekiyor ya oyalanıyorum işte...

Neyse,

bu fotoğrafı paylaşmadan yapamazdım. Dahi anlamındaki "de" ayrı yazılır, o başka bir konu tabii ki ama, bu çılgın arabayı, Türkçemize kazandırdığı "birkere" kelimesi, fiyakalı tema cümlesinin sağına ve soluna yapıştırdığı ne üdüğü belirsiz yıldızları ve tabii ki bagajı kapanmıyor olmasına rağmen sağına soluna taktırdığı kanat mıdır rüzgarlık mı denir her neyse o şeyler için tebrik ediyorum...


Uzun boyun eksilerine ek...

Belki dünyanın en uzun insanlarından biri değilim, ama kısa olduğum da söylenemez değil mi? Bu bağlamda en azından benim kadar uzun olan ve muhtemelen benden daha uzun bütün insanların yaşadığı önemli bir sorun dikkatimi çekti bugün:

"Yatağa oturup, sırtını duvara yaslayıp, ayaklarını uzatıp, kitap okuyamaya çalışınca boynun feci şekilde ağrıması!"

Belden yukarı kalan bölümde uzunluğum belli bir seviyenin üzerinde olduğu için, kafamı çok aşağı eğmeden en rahat bulunduğu şekliyle tutarsam eğer, kitabın görüş alanıma girebilmesi için kollarımı kaldırmam gerekiyor. Böyle bir durumda kollarım ağrıyor. Ancak, kollarımı göbeğimi, bacaklarıma vs. yasladığım durumda da boynum fazla aşağı eğildiği için bu sefer de omuzlarım ve boynum ağrıyor...

Çözümsüz bir ikilem, biraz o biraz ağrısın o zaman :)

Ben rahatsız pozisyonuma geri dönüyorum :))

Cuma, Mart 16, 2007

Ölüler de Konuşur...

İşte Eskişehir'e gelirken yolda okuduğum kitap :)

Peek tatlı İpekçiğin hediyesi olan dvd paketinin fazladan hediyesi olarak beleşe bu kitabı almıştım AE Yapımcılıktan. Merakla bir açıp ilk cümlelerini okumaya başladım ve okuduğuma inanamadım.

"Bir Adli Tıp Antropoloğunun hikayeleri" diye geçiyor kitap. Aslında esas amaç adamın hikayelerinden olası bir kısa film hikayesi çıkarmak ya da esinlenmekti. Ama, amca sıradan bir doktor olmasına rağmen inanılmaz akıcı bir dille ve oldukça edebi denebilecek benzetmelerle şahane yazmış...

Kendi hayatından bahsediyor, sonra iskelet parçalarından hikayelerine bağlantılar yapıyor, aralarda da ince esprilerle gülümsetiyor isanı. Okudukça okuyor ve duramıyorsunuz...

Küçük bir alıntı aktarmak isterim. Bundan 30-40 yıl önce tıp eğitimi için gerçek insan iskeleti bulmak çok kolay ve ucuzmuş. Hindistan benzeri ülkeler ölülerinin iskeletlerini satarlarmış, ve bunlar inanılmaz kalitede olurlarmış. Daha sonra bu ülkeler imajlarının zedelendiğini düşünerek iskelet ticaretini bırakmışlar ve sonuçta tıp öğrencileri çoğunlukla plastik iskeletlere kalmış. Bugünlerde gerçek insan iskeleti bulunursa 3000-5000 dolar arasındaki değişen bir fiyata sahipmiş. Amca da canınız sıkılır kendinizi kötü hissederseniz bunu hatırlayın, pahalı bir iskeletiniz var demiş :))

Şimdi böyle okuyunca çok komik olmadı galiba ama olsun, o kadar soğuk kanlı bir dille yazmışki yaptığı böyle iğrenç şakalar acaip sevimli duruyor aralarda... İsteyene getiririm kitabı eminim seversiniz :)

Salı, Mart 13, 2007

Kalabak Su'nun memleketi...

Her aranın bir sebebi vardır, Vefizoo Blog'daki bu boşluk ve zannedilen ilgisizliğin de farklı sebepleri var. Yazacak konu yoksunlugu değil, bunların bolluğu esas problem. Yok yok bunu değil de önce şu ana gelişmeleri yazayım derken bu hale geldi, aylar geçti her zamanki gibi...

Neyse, şu anda Eskişehir Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi labında oturduğuma göre, çok uzun yazamayacağım ama bu anda sonraki düşünce ve izlenim uçuşlarıma yol açmak adına küçük bir güncelleme sunmak isterim. Hem size hem kendime...

Eskişehir'de bir ev tuttum. Sevgili Murat sağolsun süper bir ev sahibi olmasına rağmen insanın kendi evi gibisi yok :) Bir de para harcamaya doyamayan bir kişilik olunca ve aile büyükleri de heves edince sonuç bu oluyor :)

Evim, okulun arka kapısına hızlı yürüyünce 4, yavaş yürünce 6 yani ortalama 5 dakika uzaklıkta. Evden çıkıp bölümüme ulaşmam yaklaşık 13 dakika sürüyor. 9.15 dersi için 8.45'te kalkmak yeterli yani :) Ankara'nın hiçbir köşesinde olmayan bir kolaylık...

Oturduğum yer, 100. Yıl'ın işçi blokları zihniyetiyle yapılmış bir bölümünden biraz daha içeride. İçeri girdikçe köyleşiyor burası. İnsanları çok sevimli, tabii ki aşırı meraklı ve yardımsever... Öğrencileri kazıklamak için yapılmış 1+1 apart'ların birinde en üst katta ve 9 numaradayım, Bahar Apartmanı :=) 2 haftadır, bizimkilerle birlikte evin boya ve temizliğiyle uğraşıyorduk, sonunda bitti. Dışardan bakıldığında, mavi görünen tek oda benim. Diğer evlerdeki öğrenciler hep beyaz :D

Yakında bakkalım, sabahları dolaşan taze köy sütçüm, 2 sokak ilerde çocuk parkım ve tabii ki bütün mahalleyi gün boyu talan eden ve 30 saniye aralıklarla meşhur sinyaliyle hayatı zehir edebilecek Kalabak Su kamyonum var. Sanırım yarın öbür gün belediyeye şikayet mektubu yazacağım :)

Telefon, doğal gaz, elektrik ve su hepsini bağlattım. Canım çıktı resmen, alışmamışım devlet dairelerine ya, neyseki Eskişehir küçük ve bütün işler çok çabuk halloluyor...

Maceralarımı yakında anlatırım, garip derslerim almam gereken bir sürü kitaplarım ve her hafta yapmam gereken en az 3 ödevim olduğu için biraz daha öğrenciye benzemeye başladım. ODTÜ Makina'da 5.5 senede sadece 2 kitap aldığım düşünülürse, birikimlerimi sinemaya akıtmaktan hiiiç mi hiç mutsuz değilim. O yüzden varsın para harcıyayım, önemli olan sonsuz iç huzur :))

Perşembe, Şubat 22, 2007

Dünya bu zevkle tanışmalı: RAKI!

Bakın yanımda kimler var :)

Anıl'ın evinde, Davuut, Evren vee Anıl bir de birileri daha var, da neyse... :p

Diyorduk ki, bu içkiyle bütün dünya tanışmalı, rakı tabii ki. Durun bir saniye aldığımız şişe bitemedi, ben bir içeyim geliyorum...

Nerde kalmıştık, rakı. Rakı, Türk geleneğinin çalınmaya çalışılan değerlerinden biri. Tadı galiba yaş ilerledikçe anlaşılıyor. Acaba rakı mı bize daha yumuşak gelmeye başlıyor, rakı mı bizi daha az rahatsız eder oluyor, yoksa biz mi daha sert bi şeylere ihtiyaç duyar oluyoruz bilemiyorum...

Ne zamandır, erkek erkeğe oturmamışız, ne zamandır ciddi konuşmamışız... Bu gece de çok ciddi olmadı gerçi ama, ne zamandır hayata dair düşünmemişim, düşünmemişiz... Sadece yarını kurtarıyoruz, günü kurtarmaktan iyidir tabi o ayrı :D

Ahanda, mesela gelecekten bahsetmeye başladık! 8 Mart Dünya Kadınlar Günü!

Kendimize dünya erkekler günü istiyoruz! Ayrıntılara giremicem şimdi ama istiyoruz ve kesinlikle hakkımız var buna :D

Ne diyon Evren??

Evren kafayı yedi ya hadi hayırlısı :) Bu yazı çok alakasız oldu farkındayım, sarhoşluk diyelim geçelim... Ama bir ek, bu gece dinlediklerimiz arasında Pinhani bize hoş geldi. Seviyoruz bu grubu, Pinhani'ye destek... Bu şeker Ankaralı gruba...

Pazartesi, Şubat 05, 2007

Bloody Sunday...

Paul Greengrass'ın filmini henüz yeni izleyebildim...

İnsanlıktan, kurulmuş düzenden, maskelerden, ...na gore koyulmuş kurallardan, egemen düşüncenin gücünü korumak için gidebileceği yerlerden tiksinmek için birebir.

Bono'cum eskiden daha güzel sözler yazarmış bir kez daha hatırlamak için de tabii ki.

Bağarmak gerekiyor onun gibi

"We're so sick of it..."

Perşembe, Şubat 01, 2007

STV 1. Donem Biter...

Neden korktugumu bilmeden attigim, hayata karsi urkek adimlarin son ornegiydi Anadolu Universitesi / Sinema Televizyon.

Aslinda biliyorum da itiraf etmeyi, onu degistirmeye calismayi kabullenemiyorum. Teselli etmeye yardimci olacaksa, buyrun hic cekinmeden ucuz bir sekilde de sebep olarak one suruyorum bunu, dunyanin %95'i gibi davraniyorum ne var. Korkuyorum...

Ne kelime ama: korku... Iletisim dersleri almaya baslayip, okumalarimi da derinlestirdigimden bu yana, ya da Turkce de olsa okudugum kelimelerin kafamda bir seyler cagristirmadigini farkettigimden bu yana da diyebiliriz, kendimize ait gerceklikle dis dunyayi simgeleyen bu kelimeciklerin nasil birbirine baglandiklarini dusunmeye basladim. Hadi leeeen diyebilirsiniz :) ama boyle...

Neyse, korku diyorduk, o kelime benim beynimde neleri cagristiyor yaninda basit bir duygu disinda bilemiyorum hala. Insanin kendiyle konusabilmesi, ic iletisim boyle bir sey galiba. Ben daha beceremedim bu isi, her ne kadar kendimle cok barisik olduguma inansam ve oyle ya da boyle kendime guvensem de... Farkli seylermis bunlar... Ben bunu bir kisa film yapiyim en iyisi :D

Esasinda baslangic sebebim sadece su yandaki resimden ibaretti. Gecti ilk donem, atilmadim STV'den ve attigim kucucuk urkek bir adim, gercek bir adima donusme yolunda ilerlemeye devam ediyor. Ama daha cok yolu var. Fedakarliklar, bolca sikinti, biraz ozveri ve sepet sepet cesaret gerekli... Biraz da cok sevgili dostlardan, sizlerden destek :) haha, attim topu size hadi bakalim ;)

Cuma, Ocak 26, 2007

Portecho konseri...

Bu akşam IF'te Portecho vardı, gittim ben de...

hmmm...

Perşembe, Ocak 18, 2007

Radyonun Yıldızları!

Radyo Yayıncıları Derneği (RAYAD), bu sene 4. defa "Radyonun Yıldızları" isimli bir oylama düzenliyor. Sevdiğiniz radyonuzu desteklemek için mükemmel bir fırsat ;)

Radyo ODTÜ, 2 dalda aday. Yerel / Bölgesel Radyo kategorisinde "Yabancı Müzik Dalında En İyi Yerel/Bölgesel Radyo" ve "En İyi Radyocu Yerel/Bölgesel".

Oy vermek için: www.rayad.org

Çarşamba, Ocak 17, 2007

Grey's Anatomy Altın Küre'yi kazanır...

Ülkemize de Digiturk sayesinde girmiş dizilerden biri Grey's Anatomy... İlk karşılaştığım günü hiç unutmuyorum... Lost'suz kaldığımız bir dönemde, abc hbo gibi kaliteli dizi yapan adamların sayfalarını karıştırırken, bir de emmy'lere bakalım kimler aday olmuş derken bulmuştuk... Greys, Weeds, House vs. vs. Weeds olmadı, House'u Anıl tuttu, Grey's Anatomy ise benim için yaratılmıştı adeta!!

İlk sezon 9 bölüm, 2. sezon 28 bölüm derken 3. sezonda 11'e kadar geldiler... Bunca zaman, geçen sene Altın Kürelerde Sandra Oh'a verilen, drama dalında, en iyi yardımcı kadın oyuncu (tv dizi) ödülü dışında, adam akıllı hiçbir ödül alamamışlardı. Hatta kırmızı halı sırasında Burke, zor yollardan geçtik, hep acaba şov devam edicek mi diye korkuyorduk bile dedi...

Halbuki bana kalırsa izlediğim en başarılı dizilerden biriydi Grey's. Genelde hep hastane koridorlarında, ameliyathanelerde ve yataklarda geçen dizi, çok temel bir ayrımda duruyor hep: "yaşam / ölüm". Hep birileri ölüyor ya da yaşıyor, hep birileri kıl payı ölümden dönüyor ya da son anda dönemiyor...

Hepimizin her gün didindiği, deliye döndüğü onca şey içinde, gelecek için yaptığımız planlar, saçımız, kilomuz, ayakkabımız, notlarımız, aşk hayatımız vs. içinde, kendimizi aciz ve güçsüz hissettiğimiz onca soru işareti karşısında, tek bir cevap önemli: "Evet / Hayır". Soru basit: "Yaşıyor musun? / Ölü müsün?".

Acaba, Greys'in olayı bu mudur? Ölüm korkusu? Zavallılığımızın açık, net ve sade bir temsili? Biraz da insan oluşumuzdan tiksiniş? Battlestar Galactica'da söyledi Cylonlar en güzelini: "Belki de insan ırkı yaşamayı, çevresindeki herşeyden çalma özgürlüğünü haketmiyordur..."

Bir dizinin, bir Vefik'i, her bölümünde, "bu" kadar sarsmasının başka bir açıklaması olabilir mi... Tebrikler Grey's ekibi, sonunda başardınız...

Cuma, Ocak 05, 2007

Bir deli, bir radyo...

:)

Deli derken sevimli anlamda tabii ki ;) ama hayır o deli ben değilim, o Anıl :)

Bilmeyenler olabilir, kısaca anlatayım. Anılcım, bundan yıllar önce (oha 2 sene mi oldu 3 mü bilemedim bak şimdi :p) Hollanda'ya 3 aylık bir staja gitmişti. Leiden'dı hedef, Amsterdam'a çok yakındı, acaip coşulcak eğlenilcek ve hep olduğu gibi Avrupalılara Türkün gücü gösterilecekti :D

Biraz sessiz sakindi Leiden, çok çalıştırdılar Anıl'ı, pek gidemedi Amsterdam'a ama konuşulanlardan hiç birşey anlamasa da heycanla takip ettiği Hollanda radyosunda, "Intwine" isimli bir grupla tanıştı. O günlerde Hollanda'nın en favori şarkısı olan Cruel Man, Radyo ODTÜ'ye de taşındı yaz sonunda, herkes çok sevdi, sonunda o şarkı 40 Haramilerimizde 1 numaraya ulaştı. Biz de aradık amcaları, "Hey Intwine, baak biz seni seviyoruz" dedik. Adamlar çok şaşırdı, hemen röportajlar yapıldı, hatta o günlerde bir Hollanda radyosundan arayıp, Vefik'le görüşmek istediler, arayan Avrupalı meslektaşa Intwine'dan ve Türkiye macerasından bahsedildi vs. vs. Adamların tipsiz olduğunu da ne yazıkki sonradan farkettik :D

Neyse esas anlatmak istediğim; 2006 yılının sonlarına gelindiğinde Intwine yeni bir albüm çıkarmaya karar verdi (Türkiye'ye gelmez ama belli olmaz, albümün adı "Pyrrhic Victory"). Albümü internetten korsan yayınlayan release gruplarından birinin .nfo dosyasından alıntı yapıyorum hemen:

"Last year Intwine's song Cruel Man, the lead-off single of their second album Perfect was featured in... ...A new international success has been achieved by a massive radio hit in Turkey, where Cruel Man has reached the top slot on popular radio station ODTU's charts. Furthermore..."

Nerden nereye... Bir deli duyduğu şarkıyı radyosuna taşıdı, o radyo korsan camiasının nfo'larında yer buldu kendine "international success" diye :)

Küçücük bir olay işte ama, seviyorum radyoculuğu... :D

Perşembe, Aralık 28, 2006

RO Partisinden IWhyShy? geçti...


Bir Radyo ODTÜ yılbaşı partisi daha geride kaldı. Partiye damgasını vuran etkinlik tabii ki yine IWhyShy? konseriydi!!



Sadece 40 dakika sahnede kalan ve bu süre içinde izleyenlerin 1 dakika bile yerine oturamadığı konser sonrasında, insanlar çılgınlar gibi IWhyShy?'ı tekrar sahneye çağırdı... Parti etiğiyle 1 şarkıdan daha fazla çalmayan grubun doğurdu kaliteli müzik açlığını, sahneye Vefik'in gitarıyla çıkan bir adam doldurmaya çalıştı... Neyse...


Pazartesi, Aralık 25, 2006

IWhyShy? tekrar stüdyoda!

IWhyShy? Radyo ODTÜ çalışanlarını, bir yılbaşı partisinde daha eğlendirmek için tam gaz çalışmalara edvam ediyor!!

Hafta sonunu, arkadaşları barlarda / parklarda eğlenirken, stüdyolarda geçiren grup 26 Aralık gecesinin büyük sürprizlere gebe olduğunu da ekledi!!!

Hayırlısı...

Salı, Aralık 05, 2006

STV'deki ilk notum

:))

Öğrencilik hayatının getirdiği zorunluluklardan biri: SINAVLAR ve NOTLAR! Uzun zaman olmuştu acaba kaç alırım diye düşündüğüm, eski günlere geri dönüş :) Gerçi şu anda daha bilimsel hazırlık olduğum için notlar pek önemli değil, geçmem yeterli ama heyecanlanıyor yine de insan :D

Film Kuramları dersimin notu açıklanmış. Yüksek Lisans tarihimin de ilk notu oluyor kendisi vee 100 üzerinden 50 almışım :D Dur bakalım kağıdımıza bakma ve itiraz etme hakkımız var mı ;)

Birkez daha ne yapıyorum ben sorusunu bana sordurttuğu için teşekkürlerim, Canan hocamıza...

Pazartesi, Kasım 20, 2006

Tiyatro aşkı...

Pazar gününü sanata ayırdık!

Büyük Sahne'de, Amedeo Modigliani'nin hayatından bir bölümü konu alan Modigliani ismli oyuna gittik.

İki perde arasında salondan dışarı çıkmaya çalışırken, bacağımı oturulacak yerlerin kolluklarına çarptım. Ama iyi çarpmışım, epey bir ağrıdı oyun bitene kadar, şimdi baktım morarmış. İçimden epey bi küfrettim, böle salonunda, tiyatrosunun da zaten oyun da...

Neyse, sonra da oyuna girdik, herşeyini kaybeden ve elinde hiç birşey kalmadığı için kendi portresini çizen Modigliani'nin hayatı beni çok duygulandırdı, oyuncular süperdi bence ve devamlı alkışladık...

İşte böyle karmaşık duygular besliyorum tiyatroya karşı :D

Cumartesi, Kasım 18, 2006

Türk seyircisinin kaderi...

Kader'i izledim dün akşam. Sevgili Zeki Demirkubuz'un son "harikası".

Bazen önyargılarım mı diyorum, ama galiba hayır. Bu sefer olmamış hissi yarattı biz de... Ayrıntılar için, bazıları sinema sever podcast ya daa

http://imdb.com/title/tt0875595/usercomments-3

buyrun oy verin siz de :D

Salı, Kasım 14, 2006

Küçükşehir...

Ukalalık gibi görünmesin lütfen burada yazacaklarım, sadece bu büyük görünen küçük şehrin küçük bir hikayesini anlatmak istiyorum :)

Eskişehir işte, bir tane Migros'u var. Park yerinde toplam 50 araba, yanında 3 salonlu bir AFM ve Burger King. İnsanlar, o kadar park sıkıntısı çekmemişkii, park etmeyi bilmiyorlar adeta. Yamuk yumuk düzensiz her yer. Zaten trafik de rezalet ya o ayrı bir günün konusu... Giriyorum Burger'a, dayanamıyorum çok canım çekiyor. Bir de eve gidip yemek düşünmek hiç istemiyorum, zaten "Korkunç Ivan" beni benden almış :D

Neyse, giriyorum içeri, bir menu istiyorum. Süper sevimli ve güler yüzlü bir adam karşımda, yalnız kolamız kalmadı diyor. pardon?? "Kolamız kalmadı" :D Sonrada, "Sadece Ice Tea şeftalimiz var" diye ekliyor kibarca :) Süperler, menünüz hazır olunca biz size bağıralım da diyorlar. Sonra, beyefendi menünüz hazırlar sesleri yükseliyor içerde...

- Hayır siz değil beyefendi.
- hayır hayır, yanınızdaki beyefendinin menüsü hazır.
- hah evet, siz

şeklinde sürüp gidiyor hayat eskişehir'de.

Bazen çok seviyorum bu küçük şehri, bazen de herşey üstüme üstüme geliyor. Hiç olmazsa, Ankara'da bir standardım var diyorum kendime. "Ankara'dan hep nefret ediyorum..."

Tutarlılık ve düzen... Bunları arıyorum hayatımda çoğu zaman... Galiba yaşlanıyorum ;)

Cumartesi, Ekim 28, 2006

STV

Bu 3 kelime yan yana geldiğinde artık benim için bambaşka bir şey ifade ediyor. Şimdi düşününce iğrenç lise kısaltmaları geliyor aklıma.

- olm stv
- ne diyosun olm
- sana telefonunu verdi sen almadın manyaak


ööö

nerden aklıma geldiyse :)

Ödevden kaçma çalışmaları tabii ki...

Evet, sinema televizyon, şimdilik hayatımdaki en büyük, en önemli, en zor, en sıkıntı verici, en sevindirici ve en merak uyandıran yerin adı... Anadolu Üniversitesi Sinema Televizyon bölümü...

Şu anda, hayatımın ilk yazılı ödeviyle uğraşıyorum. Yani ciddi anlamda, bir konu üzerinde düşünüp, sonra kaynak araştırıp, bir derleme yapıp oluşturmam gereken bir ödevim var.

3'e bölmüştüm kafamda ödevi, ilk 2'si bitti, yorum yapmam gereken yer geldi ya, şimdi geciktirmeye çalışıyorum :)

Napalım, alışmamış bu beyin. Sus demişler, düşünme demişler, düşünmeyelim diye karşımıza televizyonu / dizileri koymuşlar, eleştirmeyelim diye bizim yerimize eleştirip seçen MTV'yi vermişler, biz de böyle sus pus, bok gibi yetişmişiz.

Şimdi dönüp bakyorum da, ne kadar çok zaman kaybetmişim. ve de kaybetmeye tam gaz devam! Tamamen bilinçli hem de...

Pazartesi, Ekim 09, 2006

Arılar çıldırdı!!!

Aman tanrım!! :D

Mevsim değişti, kış geldi, sinek / böceklerin büyük bir bölümü kayboldu, ama bir ısınıp bir soğuyan hava arıları aptala çevirdi!

Şimdi sana ne diceksiniz, ama bilirsiniz ben korkarm arılardan. Çook küçükken burnumun en ucundan sokmuşlar beni, ondan beri küçük büyük hepsinden korkarım yani... Bi de yakınlarda İpekçiğimi sokmuşlar bacağından, çok fena yani :D

Neyse, durum şu ki, radyoda odamda oturuyorum, ve cama biri tık diye vuruyor, tık tık tık tık, meğerse arıymış. Herif şapşala dönmüş tabi, içeri giricem diye cama vuruyor. Hiç olucak iş mi... Elalemin böle maskarası olucağına, git bir yerlere çekil uyu yani... Koca arı...

Pazartesi, Ekim 02, 2006

IWhyShy? YouTube'da...

Hahaa :D

Teknoljinin ve medya çalışmalarının son noktasına kadar kullanıldığı bir müzik grubunun parçasıyım ben!! ve çok gurur duyuyorum, hayatımın en önemli ve en eğlenceli projelerinden birinden...

buyrun efendim,


Are You Gonna Go My Way;
http://www.youtube.com/watch?v=9i9NXsxtoy8

Gunduz Gece:
http://www.youtube.com/watch?v=a9wWyS0sbtw


Send Me A Postcard:
http://www.youtube.com/watch?v=HRake-szWOk

Perşembe, Eylül 28, 2006

Eskişehir'den ilk merhaba :)

Hmm,

Eskişehir'deki 3. günüm...

Dün ilk dersime girdim, "Sinema Tarihi". Fazlasıyla entel çok okumuş gezmiş hissi yaratan bir hocamızla, "Sinemaya neden gidersin?" sorusunun cevabını aradık :) Iııh, bazen böyle sanatsal bölümler, çok mu fazla göstermelik ve sıkıcı diye düşünmüyor değilim... Ama karar vermek için daha çok erken, görüciiiz...

Bu sabahki dersimi 15 dakikayla kaçırdım ne yazıkki... Kapıda duran çaycı, istersen dene ama almaz dedi, ben de tipik halimle girmedim tabi ki derse :) Hatta, inanmazsınız zört diye arabaya binip ankara'ya dönesim de geldi...

Ay galiba, bi Feridun Hocayı görüp dönücem Ankara'ya...

Aaa, bu arada dün yüksek lisans programından 2 insanla tanıştım. Bilimsel hazırlık olan daha bir sürü kişi varmış galiba, onlarla da haftaya tanışmaya devam edicez sanırım...

Akşam da Muratla (Gürleyik tabi ki de bilmeyenler varsa yazıyim dedim) gezdik biraz bu arada, ev ve herşey için teşekkürler :)

Perşembe, Eylül 21, 2006

Güzel şehir...

Ay ay ayy

Eskişehir nasıl tatlı nasıl tatlı :)

Salak Vefik, yanında fotoğraf makinası götürmeyi unuttuğu için buraya hiç resim koyamıyorum amaa, kısaca okul çok sevimli. Büyük, ama binalar daha yakın birbirine. Bi yerden bi yere gitmek için, hayvan gibi dakikalarca yürümen gerekmiyo. Binalar daha modern ve sevimli genelde, daha sıcak kampüs. İnsanlar daha bi güleç yüzlü, hele öğrenci işlerindekiler inanılmaz. Başında onca iş varken bi de üstüne ben gidip abuk bi soru sorunca, aa sen mühendis olansın di mi diyip cevapladılar hep beni.. Sağolsunlar :P

Muzocuumun babasıyla, daha doğrusu "Feridun Hoca"yla da tanıştık, bir de asistan Emir'le. Emir, Kanal A (Anadolu'nun televizyonu)'da sinema programı yapıyomuş, onun yanına gidip bişeyler öğrenmeye çalışıcam. Feridun Hoca da bi sürü tavsiye verdi, şu dersi al bunu alma gibi, çok teşekkürler muzocan tekrar :)

Biz bir gece kalip fazla gezemedik, ama genel hatlariyla birazcık olsa da öğrendim sayılır Eskişehir'i. Yani beni gar'a bıraksan gidip içebilirim bi barda :) Heralde eve de dönebilirim :D

Pazar, Eylül 17, 2006

Hayatımda yeni dönem başlıyoooor!!! :D

Eveet doğrudur :)

Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sinema ve Televizyon Tezli Yüksek Lisans programına kabul edildim :)

Bakalım, salı günü gidiyoruz kayıtlar için, sonraki hafta da başlıyor okulumuz...

Ayyy çok heycanlı bir sürü yeni arkadaşlar, nolsa Ankara'dan güzel olucağına inandığım Eskişehir, ve yeniden öğrencilik... mmmmmm

haydi hayırlısı...

Perşembe, Eylül 14, 2006

Katatonia sonrası...


İşte Radyo ODTÜ Röportaj Ekibi göreve böyle gitti :) Ama dönüşü de aşağıdaki gibi oldu :D




Saat tam 5'te Saklıkent'teydik. Nerdeyse önüne parkettik :) Planda, soundcheck sonrası görüşecektik, ancak soundcheck daha başlamamıştı bile. Saklıkent bir harabeye dönmüş. Zaten, rezaletti orası ayrı ama kulis olan yer dışında tamamen toz / toprak / çamur içinde o arka taraf.. Bilen bilir, insan ordan bir grup yürütmeye utanır...

Röportajımız çok güzeldi. Hayatımda bir ilkti :) Aynı anda 2-3 kişiyle birden bir röportaj oldu. Gitarist Anders ve solist Jonas grubun beyni oldukları için esas onlar cevapladı soruları. Ama davulcu olan çocuk da çok sevimli olduğu için yardımcı oldu en azından bize... Pek soruları cevaplamadı, zaten diğerlerine göre daha punkçı tadından bir zevke sahip olduğu için kişiliğini de hemen gösterdi... Yüzeyseldi yani herşey konusunda ;)

Güzel güzel cevapladılar soruları, ben birçok soruyu atladım tabi ki, uzun sürüp adamları sıkmaktan korktum, ama fena olmadı... Sonunda Anders, Issız Ada'ya 3 şarkı ya da albüm yerine 3 grup almaya karar verdi. O 3 grup ne mi? Issız Ada, hafta içi hergün 14.45'te...

Şaka :D Whitesnake, Morbid Angel ve Cure alırdım yanıma dedi. Manyak, ne alakaysa :))

Esas bomba grupla fotoğraf çektirmeyi unutmamızdı, ama en azından radyonun cd'sini imzalattık :D

Ha bir de ben konsere gitmeyi unuttum, Evren'le Ceyda güzel güzel içirince beni, eve dönmek daha rahat gözüktü gözüme, nasıl olsa Katatonia elbet görürüz bir yerlerde bir kez daha...

Çiğdem'e teşekkürler, süper asistan :D bi de birine daha teşekkür edicektim ama unuttum... Sağlık olsun :))

Bu arada, bence davulcu taş gibiydi, Çiğdem Anders'i beğendi, o da tatlıydı ama ben olsam davulcuya yazardım :D Gerçi hepsinin 35 yaşında ve sevgilileri ve çocuklarıyla birlikte yaşadıklarını unutmamak lazım... Farklı bir yaşam tarzı işte...

Long Live Rock 'n' Roll!!!

Katatonia!!

Psikoloji'deki "Katatonik" ruh halinin ve bir çeşit hayata tavırlı olma durumunun müzikle birleşmiş hali Katatonia. Favorilerimden olmasa da, 1999'un "Tonight's Decision" albümünden bu yana takip ettiğim gruplardan biri. Son albüm, bu yıl çıkmıştı: "The Great Cold Distance". Death Metal'den, melankolik rock'a döndüklerinden bu yana, "Last Fair Deal Gone Down"u geçebilen tek albüm dersem yanlış olmaz. Son albümün kendine has soğuk, güçlü ve Tool'vari bir hali var. Bakalım, grup bu konuda ne düşünüyor :)

Bu akşam Saklıkent'te konser, öncesinde de bir röportaj yapma şansımız olucak grupla. Funda'ya teşekkürler burdan, uğraşıp bağlantı kurup bana bir röportaj ayarladığı için :) Henüz kimle konuşucağımız belli diil, ama galiba bütün grup oturucak karşıma, tam sçanzi :D

Neyse, hazırlıkları bitirme zamanıdır, konser sonrası fotoğraflarla görüşmek üzere ;)

Perşembe, Eylül 07, 2006

Datça Hatırası...

Nasıl bir tatil istediğimiz, kaç paramız olduğu, dizel arabamızın beygir gücü, 3 erkek oluşumuz gibi sorunlar çözüldükten sonra, karar verilen tatil yeri ülkemizin "cennet köşesi" DATÇA'ydı. Teyzemlere ait yazlık, bu kez de bizi - Vefik, Muzo, Hakan - ağarlayacaktı...

İlk plan sabah 7'ydi tabi ki ama sonuçta yola sabah 9 civarında çıkabildik. Ben ilk başta Konya yolunda gideceğimizi zannediyordum (Hakan sırf bu yüzden bütün yol boyunca uyumadı). Neyseki, Eskişehir yolundan, önce Sivrihisar, sonra Afyon, sonra Denizli şeklinde ilerledik.

Superman'e özenerek kollarımızdan güç almaya çalıştık yolda. Ne de olsa, 65 beygir arabamız, virajlı/eğimli güney yollarında zorlanıyordu...

Ardından Muğla'ya ulaştık, Marmaris -> Datça -> Mesudiye -> Hayıt Bükü diyerek, aynı sırada, gittikçe küçülen ve kötüleşen bir yol grafiğiyle, hava karardıktan sonra, gece 20.45 gibi yazlığa ulaşmıştık. Gece farketmedik, ama gündüz bizi çılgın bir güzellik bekliyordu...


Evet, inanması zor ama, evin verandasından dışarı baktığımızda şöyle bir görüntü karşılıyordu bizi:



Öncelikle evin sakinlerini bir tanıyalım



Daha ilk günden, çevredeki insanlara bakarak, sol tarafta görüldüğü gibi bir "atlet tatili" yapacağımız belli olmuştu. Denizde, en uygun saatlerde en fazla 15 kişi bulunuyordu. Hafif açıkta ya da iskeleye yanaşmış teknelerden, 15 yaşında Ruslar denize fıt fıt atlamıyordu. Ortalık ya tutucu, ya geveze ya da yaşlı insan kaynıyordu.

Son 2 günki "Haydi Bodrum'a" ateşimiz, yaşlı Hakan'ın itirazlarıyla "Kinyas olsaydı kesin götürürdü bizi" şeklinde bir gölgeye dönüştü...

Onun dışında neler mi yaptık?

Denize girdik, bolca uyuduk, kitaplar gazeteler okuduk, çevredeki dilsizlerle konuştuk, bol bol köfte yedik, devamlı ızgara temizledik, sarhoş frizbi oynadık, sarhoş köy düğünlerine katıldık, sarhoş dans ettik, sarhoş denize girdik, sarhoş bulaşık yıkadık...

Muzo Red Hot getirmeseydi ipod'unda, biz bitmiştik, verandada dans edemiycektik...


Açacak bulamayıp, müthiş bir barbekü cihazını kullandık :D


Tarihin en zayıf rakı masalarından biri. Kavunu bir önceki gece yediğimiz için, karpuzla yetindik.


MaHVolduk :D


Şöyle girdik, Böyle çıktık...


Gökova, Türkiye'nin en güzel yerlerinden biri.



Bu da böceğimiiiiz...


Hızlı Tren!!

Efendim neymiş, hızlı tren geliyormuş! cık cık cık

Esenköy - Eskişehir arası inşşatın Ekim 2006'da bitmesi planlanıyormuş. Sincan - Esenköy ihalesi ise sonuçlanmış, inşaatın da büyük bölümü bitirilmek üzereymiş.

http://www.tcdd.gov.tr/genel/ankisthizli.htm

adresine girerseniz göreceğiniz üzere, bir sürü yüzdeler tarihler vs. yazıyor, ama kardeşim ben ne zaman Ankara'dan hızlı tren'e binip hiç olmazsa Eskişehir'e gidebilecem yazmıyor... Bu arada Eskişehir 1 saat, İstanbul'da 3 saat olucak deniyor hadi hayırlısı...

Bu arada, tcdd'nin "Hızlı Tren nedir?" sorusuna verdiği cevap ülkemiz gerçeklerini ortaya koyuyor :D

"Sizi Ankara'dan İstanbul'a 3 saatte (*duraklamalar dahil) taşıyabilecek gerçekten hızlı ve güvenilir bir ulaşım aracıdır. Ancak, Hızlı Tren kesinlikle hızlandırılmış tren değildir."

Bu arada, her Türk erkeğinin ilk aklına gelen sorunun cevabı: En yüksek hız: 250 km/h ;)

Hızlı mızlı da, 3 saatçik yolculukta, şu aşağıdaki keyif hiç olur mu bir düşünün yaaani :D

Çarşamba, Ağustos 16, 2006

Ankara Uyuma, Kuğulu'ya Sahip Çık!

Kuğulu Park'ın oraya yapılan kavşak çalışmasından kaç kişinin haberi var bilemiyorum, ama Ankara'daki rezalet silsilesi devam ediyor.

Kavşaklar, köprüler yapılıyor, yollar genişliyor, arabalar hızlanıyor vs. vs. ve sonunda tüketim artıyor. Her zaman olduğu gibi onlar kazanıyor...

Bu akşam, Kuğulu Park'ta, 30-50 kişinin toplandığı bir eyleme katıldık. İpek Ablam ve Kurt'ü Fethiye'ye yolladığımız için biraz geç kalmıştık. Duyduğumuz kadarıyla Can Dündar'ından dernek başkanlarına bir sürü kişi toparlanmış öncesinde. Biz gittiğimizde kimse yoktu.

Duymadıysanız kısaca durum şöyle, Büyükşehir Belediyesi, Ankara'nın belki de geriye kalmış Anıtkabir'den sonraki tek simgesinin ortasından / kenarından yol geçirmeye çalışıyor. Kuğulu Park'ın iyice oturulmaz, gidilmez bir yer haline gelmesi için çalışıyor. Böyle bir şey için bir yerlerden bi yetkiler alınması gerekmez mi diye düşünüyor insan, korkunç ama gerçek, izinler de çıkıyor tabi "minimum zarar verilmesi kaydıyla" (Hürriyet'teki bu yazıyı okuyabilirsiniz).

Bu aslında başka bir amacın parçası bir bakıma. Tüketimin, sistemin kazanması, bütün kara ütopyalara hızla koşuşumuzun bir anlamda... Rumeli Hisarı'nın ortasına yapılacak cami gibi, bizden 2 kuşak sonra, güzel birşeylerin olabileceğini bilmeyen, hatırlamayan, düşünemeyen bir topluma hazırlık belki de. Önce Amerika olucaz, sonra da Okyanusya'nın bir parçası...

Neyse, uzatmayalım, saat de geç olmuş :) 12'ye kadar alkışlayıp bağırdık, bir işe yaradı mı, Kuğulu Park kurtulur mu bilmiyorum. Belki bizden sonra, sabaha karşı 5'te koparıvericekler 100 yıllık ağaçları ve sabah bi uyanıcaz, annelerimizin, bizim fotoğraflarımızda olan bir park, çocuklarımızın fotoğraflarında olamıcak...

Çarşamba (Yarın) 12'de basın açıklaması ve eylemlerin devamı var. Katılabilen herkes katılmalı bence...

Pazar, Ağustos 13, 2006

Kurt yemekte :)

Ne gün ama...

Bi daha bu kadar güncellenen blog olmaz valla :) Kuzen ve Amerikalı sevgilisi yemekteydi bu akşam bizde. Aile içinde en çok merak edilen kişilerden biriydi Kurt :) Neyseki, Serdar var da, ilgi biraz Serdar'a kayınca, çok rahatsız olmadı umarız çocukcağız... Malum, aile içinde İngilizce zor. Kurt nasıl biri derseniiiz


Bir kuşumuz var artık!!!




:)

Ayla Teyzem'in camına konan bir muhabbet kuşu artık bizim evde yaşıyor :) Resimleri aşağıda zaten, canım pek şeker. Ne güzel sesi :D

Hakan'ın yorumuna göre, 2-3 yaşında olabilirmiş kuşumuz. Tabii ki erkek :D ve adını da Serdar koydum ben. Anneannem de Maviş diyo ama olsun, heralde alışır 2 isimli olmaya :)

Konuşabiliyomuş bu arada muhabbetler, bilmiyodum, "up the irons!" filan şöyle bir iki şey öğretiyim ben :D Bi de biraz metal dinletip, kafasını aydınlatıyim :)) adam gibi ötsün :p

Bakalım, başladı bir macera ne kadar sürecek... :d





Yeni Maiden Albümü!!!

Anlaması ya da anlatması çok zor.

Sene 1999. Açık ve güzel bir gün. Sanırım, henüz aylardan Mayıs. Okul çıkışı Emek taraflarında yürüyoruz. Belki de asmışız, hafıza böyle şeyleri pek tutmuyor işte :) O zamanların sıkı metalcileriyiz. MTV ve medya desteğinden dolayı Metallica'yı aşağılıyor, Cobain ölmese bi bok olmazdı diyerek Nirvana'dan nefret ediyoruz (insanlar pek değişmiyo di mi :D). Death, Opeth, Dio, Overkill, Slayer dinliyoruz. Henüz Dream Theater'ı anlıyamıyoruz ama biraz da özenenlerden dolayı sevmiyoruz. Yinede, Maiden'a olan saygılarından dolayı takdir ediyoruz onları. Savatage'la da henüz tanışmamışız, diğer yüzbinlerce grupla tanışmadığımız gibi. Anathema damarlarımızdaki kana yeni yeni karışmaya başlamış, ordan gazla Tiamat'a, Candlemass'e vs. bulaşmışız. O kadar açız ki müziğe, arkadaştan aldığımız kasedi bir çırpıda 5 defa dinleyip tüketip yenisine geçmek istiyoruz.

Ama...

Temelde bir gözdemiz var. Son albümlerini beğenmesek, eskileriyle yetinsek de Iron Maiden manyağıyız. Hatta ben olayı biraz ileri götürüp anneme Somewhere In Time albümünü sevdirmeye çalışyorum. Birkaç şarkıyla da olsa başarılıyım sanırım (Birkaç yıl sonra annemi Sentenced dinleyerek ev süpürürken buluyorum :D). Tek bir hayalimiz var, ne olur ki Bruce ve Adrian geri dönse Maiden'a. Hadi diyorum içimden, Adrian dönse Bruce hayatta. Onlar biraz sıkıntılı ayrılmadı mı? O zamanlar bilemiyorum yetişkinlerin dünyasının ayrıntılarını. Sonra o meşhur gün, bizim İso gelip bana "Bruce Maiden'a dönmüş olm" diyo. Hadi len diyorum, Emek'teyiz yolda yürüyoruz, olay yerinden ayrılmak için deliriyorum. Eve gitmeli, kendi gözlerimle görmeliyim... Bi yolunu bulup eve kaçıyorum, açıyorum bilgisayarı, ve...

www.ironmaiden.com Ana sayfa o zamanlar biraz dandik görünüyor (Ama o zamanlar zaten iyi tasarımlı sayfa sayısı çok az. Günlerimiz harcayıp bulduğumuz sayfaları birbirimizle palaşıp, dilimiz dışarda kendi geleceğimiz için hayaller kuruyoruz). Ortada bir grup fotoğrafı, 6 kişi var fotoğrafta, 2 kişi siyaha boyalı... Kim oldukları görünmüyor, ama anlaşılıyor. Birinin boyu biraz daha kısa diğerlerine göre. İçimden bir coşku patlaması hoparlörlere vuruyor, yoksa benim ellerim açmıyor sesi. "Tell me why i have to be your powerslaaveee!!!".

Ertesi sene Bruce ve Adrian'lı Maiden Brave New World, 2003'te Dance Of Death'i çıkarıyor. Kazandığım ilk parayı Fan Club'e yatırıyorum. Dergi ve kart gönderiyorlar, hastası oluyorum :) Sonra Steve Harris, artık yaşlandık, sadece albümler sonrası turneye çıkıp, büyük yaz festivallerinde boy göstericez diyor. Üzülüyorum. sanki yılda 150 konser verseler herhangi birine gidebiliyorum... Zaten, İstanbul'a geldiklerinde de kaçırmışım... Olsun, üzülüyorum yine de. Yaşlanmalarına üzülüyorum galiba. Ölücek onlar da bir gün. Her albüme heralde bu sondur diyerek bakıyorum artık. Ama sonra yaptığım röportajlar sayesinde de anlıyorum 50 yaşına ulaşmış sert adamlar, daha agresif ve daha istekli oluyor. Artık biliyorum ki, Iron Maiden kolay kolay bitmeyecek, daha 5 albüm daha çıkaracak devler...

Sonunda bir yeni albüm daha elimize geçecek Eylül'de: "A Matter Of Life And Death". İlk single'ı Son Durock'ta ilk ben çalıyorum: "The Reincarnation Of Benjamin Breeg" :D İşte insan böyle zamanlarda acaip ayrıcalıklı hissediyor kendini. Yayında şarkıya çok fazla birşey diyemiyorum. Ama zaten Iron Maiden'a genelde birşey diyemiyorum. Söyledim ya, anlaması anlatması çok zor. Benim için, Black Sabbath, Purple, Zeppelin vs. hepsini bir çırpıda silebilirim. Saygım sonsuz, Maiden'ın sebepleri onlar ama, hiç birini değişmen demir bakireme... Hastalık gibi birşey galiba, ya da kader ;)


Up The IRONS!

Cuma, Ağustos 11, 2006

Sinema'dan Soğutma Çalışmaları...

Kesinlikle eminim! Birileri benim gelecekte film izlememi istemiyor! Ne kadar, *oktan film varsa gösterime sokup bi de beni onlara gönderiyor :(

Kötü olacağı bilinciyle "See No Evil" izlemek durumunda kaldım. Yani insan utanmaz mı yahu? Nasıl çekersin böle bir film? Bi çekmeden önce sağındaki solundaki insanlara sormaz mısın bundan film olur mu diye? Hadi sen sormadın, bu yapımcılar, nasıl böle filmlere para verip de çektiriyolar? Sonra, bu yönetmen bir sonraki filmi için nerden para buluyor?

Yani öfkemi nefretimi anlatabileceğim bir yol yok :) Daha kötü bir film var tabi ki: D@bbe. Ama yani, See No Evil da hiç geri kalmıyor. Böle filmler olduğu sürece, ben bile bir gün Scary Movie çekmeye karar verebilirim... (burda yönetmen kişiliğimle konuştum galiba :D)

Uzak durun efendim...

Pazar, Ağustos 06, 2006

Son günlerde...

Selamlar,

İlerleyen günlerde olur ya bi yerlere giderim, tatilden acilen bişeyler yazmak 2 resim göndermek isterim diyerekten, burayı aktif kullanmaya karar vermiş bulunmaktayım :)

Şimdi Vefik Karaege'nin son günlerine göz atalım kısaca...

2 haftadır Tuna Kuzen'leydik, çok fazla dolaşıp dağıtamadık, ama amaç zaten tatil ve dinlence ve aileye ayrılmış bol bol zamandı.

İstanbul'a gittik hafta sonu, cuma günü yola çıktık. İlk defa, böceğimiz uzun yol gördü tabi ben de ilk defa otoban tecrübesi yaşamış oldum. Güzeldi, yorucuydu ama önemli olan akşamki Whitesnake konseriydi.

Vefik kendine yakışan bir şapşallık yaptı her zamanki gibi. Gamze'nin Dream'den asistan Melike'den alıcaktık davetiyelerimizi, telefon trafikleri sonrası 8'de konser alanında buluşmaya karar verdik. Köprü trafiği vs. derken ancak saat 20.45'te konser alanındaydık, ama yanlış alanda. Whitesnake'in Kuruçeşme sahnesine çıkacağına adım gibi emindim halbuki. Hatta kuzene, bir tarafı deniz bir tarafı dağ diye ballandıra ballandıra anlatmıştım, ama biir gitmişiz her yer bomboş doğal olarak. Neden? Çünkü konser Park Orman'da :)) Haldur huldur oraya gittik. Neyseki organizasyon dandik, konser yarım saat gecikicekmiş, canım Coverdale sanki beni beklemiş gibi gider gitmez çıkıverdi sahneye hiç bekletmedi bizi...

Burdan, Gamze'ye ve Melike'ye de çok çok teşekkürler :))

Bir de Beypazarı maceramız var ki, Beypazarına gitmeyenler mutlaka bir kere gitmeli. Böyle demek istiyorum aslında, çünkü kendilerini tanıtmak için inanılmaz mücadele ediyorlar ilçe olarak. Kültür sanat festivalleri, şiir yarışmaları, bir çok yerde bulunmayan bir turist bilgilendirme ofisi (büfesi de diyebiliriz) olabildiğince genişletilmeye çalışılmış bir müze vs. vs. Ancak, işin doğrusu, Beypazarı'nda görülecek pek de fazla birşey yok. Yöreye has evlerin bir bölümü güzel korunmuş, bir bölümü restore edilmiş ancak çok görkemli ve büyüleyici değiller. Gümüş işleme sanatları olan "telgari" gerçekten inanılmaz ve çok ucuz. İnanılmaz ince bir işçilik var görülmeden anlaşılmaz ve ben bunu yapsam 100 milyor isterim diyeceğiniz gerçek gümüş şeyleri sadece 10 milyor'a filan satıyorlar. Ancak tabi ki böyle alış-veriş'leri sevmeyen insanlardansanız (ör: ben) yörenin çekiciliği de azalıyor. Yemeklerin de tabi ki güzel olduğunu ekleyeyim, her ne kadar çok sıcak güzel olmaz diye garson bize 80 katlı ev baklavası vermemiş olsa da, serin bir vadide, lezzetli bir akşam yemeği için bir kere gidilebilir... İsteyenlere düğün hizmeti de var ki herhalde her gün biri evleniyor orda, masaları sandalyeleri ve düğün düzenini hiç kaldırmıyorlar sabahları...

Haftanın geri kalan bölümü kuzenle alış-veriş, "Amerikano" (heralde böyle yazsam yanlış olmaz) oyunları ve aile sohbetleriyle devam etti.. Resimler yakında burada...