Perşembe, Mayıs 29, 2008

..

Mobil blog'a nasıl başlayacağımı öğrenmek istiyorum.

Ya da blogu görüntülemek istiyorum, yeni pencerede!

Bazen kaydedilmesin istiyorum ve çoğunlukla da yazıyı yayınlamasın, taslak halinde kalsın hep. Paso kaydetsin taslak halinde. Taslak taslak üstüne olsun, ama yayınlamasın...

Şimdi kaydediyorum!

Şeridi ortalayan hıyarlar vardır ya, "hangisinden gideceksen seç ulan" diye bağırdığımız, belki de o kadar kolay değildir yapacakları seçim, kızmayın!

"Salak herif ne istediğini bilmiyor" denir ya, işte o benim...

ve daha birçok şeyim.

Radyodaki şarkıların üzerine, eline gitarını alıp solo atmaya çalışan gerizekalıyım.

Kafası dumanlı, barların hoparlörlerini seven, atletli hıyarım, filmi kopmuş sarhoşum... O film geri geldiğinde, hayal kırıklığına uğrayanım...

yamuk yumuk hamurdan adamlar gibi, yönetmen şeklini değiştirmedikçe, olduğu yerden hareket edemeyenim.

itiraf ediyorum, cannes'a gidebileceğine inanan ve başvuramayan malım.

hayatında hiçbir şeyi bırakamamış "sıradan"ım, kutlu olsun zaferi...

Cuma, Mayıs 16, 2008

House'un sezon finali...

Aaabi yamru yumru oldum resmen!!!

Sezon finalinin ilk parcasini izledim uzerinden yarim saat gecti, butun herkesin bloglarini okudum ve ancak kendime gelebildim. N'aaapmis manyak herifler yine!!

House kesinlikle rocks!

---------

Bir de sosyal bir insan olmaya karar verdim ben :D 2-3 haftadir manyaklar gibi, Fatih Akin izleyip, okuyup, yazacam diye canim cikmisti, yine bir ise yaramadi. Sosyal bilimlerin de makineden pek farkı yokmus. O halde, yasasin sarap, yasasin bira raki cak cuk...

Cuma, Nisan 18, 2008

Dinleyince ağlanası gelinen şarkılar...

Böyle bir listem olmadı hiçbir zaman. Belki lise günlerinden "Best Of Damardan"larımı hatırlayanlar olur ama, onlar da bu dediğimle aynı içeriğe sahip değil. Yaşım da ilerlemeye başladığına göre (!), bu listenin ilk sayfasını da açabilirim sanırım...

* Tina Turner - Private Dancer (Live)

İnsan sesinin, müzikal yeteneğinin durup dururken hüzünlendirebileceği, ağlatabileceğine süper bir örnek. Konudan da bağımsız galiba bendeki bu hissiyat.

Tavsiye ederim...

Cumartesi, Mart 29, 2008

Whitesnake "Good To Be Bad"

Müzik dünyasının kötü durumda olduğu zaten aşikar, grupların albüm satışlarından para kazanmasına imkan kalmadı denebilir. Zaten bunu Radiohead'in albümünü dağıtıvermesinden de anlamak mümkün. Her ne kadar cesur bir hareket olsa da, zaten para kazanamıyor olmasalardı, herhalde verivermezlerdi albümlerini di mi?

Şimdilik gruplar, müzisyenler için çözüm konserlerden geçiyor (En azından yurtdışında). Ve hatta artık tek başlarına konserler de yeterli değil. Bütün konser alanını doldurabilmek, en çok sayıda izleyiciyi çekebilmek için gruplar işbirliğine gidiyor, ortak turnelere çıkıyor. Bu anlayışa güzel bir örnek, bu yaz ülkemizde olacak! Aslında bir yandan da şanslıyız, çünkü 2 dev grup, Whitesnake ve Def Leppard arka arkaya 2 gün canlı canlı İstanbul'da.

Def Leppard Amerikanlaşmış ve zaten popçu olan rock tavırlarını iyice country ve blues esintileriyle doldurmuş olabilir. Ama yine de sahnede, rock camiasının en yetenekli gitaristlerinden birini izleyeceğiz: Vivian Campbell.

Whitesnake ise ayrı bir konu. Coverdale abimiz geçen senelerde de gelmiş, kalbimizi fethetmişti. Konseri Kuruçeşme'de zannedip oraya gitmiş, son dakikada Park Orman'a yetişmiştim, o salaklığım ayrı, 2 bis'den sonra bir de "Soldier Of Fortune" patlatışı insanın başına az gelebilecek güzelliklerden biriydi...

Neyse, başlıktaki konudan çok uzaklaştım :D Whitesnake, 11 yıl aradan sonra yeni bir albüm çıkardı. Henüz şu an 2. dinleyişimin yarısındayım, ama bir şeyler yazmadan geçemedim. BOMBA! :D

Galiba eski kafalıyım. Galiba nesiller arasında fark böyle böyle oluşuyor ve galiba bu yüzden olursa 20 yıl sonra çocukları anlamayacağım, ama n'apyim seviyorum eski kafalı Klasik ROCK!!! :D Eline sağlık Coverdale'imizin. Çatur çutur girişiyor, cazgır cazgır gitarlar, adeta kafanıza vurulduğunu hissettiğiniz bagetler, altı dolduran doygun bir bas... Whitesnake'in güçlü tonları yerli yerinde. Coverdale sesini koruyor ve aralara serpiştirilen o eski kafalı balad'lar yok mu, en çok da onlara bayılıyorum galiba :D

Efendim, Whitesnake - Good To Be Bad, tavsiyemizdir, seveni kaçırmasın, eski günleri özleyen elinden bırakmasın diyorum :D Ha bir süre sonra sıkmıyor mu, sıkıyor o ayrı, ama o zamana kadar şişenin dibini çoktan görmüş olmak gerekiyor :))


Çarşamba, Mart 26, 2008

Apocalyptica Ankara'da!

Bu sanıyorum 3. izleyişimiz olacak onları ama inanılmaz sahne enerjilerine, 10. defa için bile gidilir. Yeni şarkıları da canlı dinlemenin tadı ayrı olacak gibi.

Bu arada keşke fin bir solist bulsalar da devamlı onunla gezseler, ayrı bir tadları olacak o zaman.




Çarşamba, Mart 19, 2008

Varan konforu :D

Hocam hayırlı olsun :D

Eskişehir-Ankara arasına hızlı tren sürati gelmedi ama en azından Varan konforu gelmiş durumda!! Hiç haberim yoktu, geçen gün arabayla Sivrihisar sonrası bir Varan otobüsünün yanından geçince dank etti, ne işi var bu otobüsün burada diye. Meğer, şubatın başından itibaren Varan seferleri başlamış Bursa ve Eskişehir'e.

Fiyat, Katil Koç'la aynı internetten alırsanız 14 milyor, direk otogardan alırsanız da 15 zaten. Pazartesi-Salı yolculuklarımı Varan'la yaptım ve bir kez daha yıllar önce kendime verdiğim ama tutmadığım "bundan sonra sadece Varan'a bineceğim" sözünün sebebini anladım :)

O zaman hep birlikte sloganımızı tekrarlayalım:

"Varan'da küçük harflerle konuşulur..."

Cumartesi, Mart 15, 2008

Gittigidiyor yorumları :D

Bilmem hiç gittigidiyor'dan alış-veriş yaptınız mı? Yaptıysanız da hiç satıcınız hakkında yazılmış yorumları okudunuz mu...

Türklüğümüz ve delikanlılığımız, aynen bu açık artırma sayfasında da devam ediyor, hastasıyım. Buyrun bir alıntı:

Alıcı (1 yıldız vermiş):
1-) Artist 2-) Sattığı malın Güvenlık kodunu bılmıyo 3-) mal çizik dolu !
satıcının cevabı : o telefon haram olsun sana. 5 yıldızlık cihaz, kendi güvenlik kodunu defalarca yanlış girdiği için bu yorumu verdi, ahlaksız.

Siz boyle bir alıcıdan herhangi bir şey alır mıydınız? Hiç sanmıyorum :D

Classic ROCK!

Hueeeeee!!!!

Sonunda son yılların en anlamlı dergi aboneliğini gerçekleştirmiş bulunuyoruz Piko'nun baskıları sağolsun :) Yaaaw, bir gece salata'ya gidince daha fazlasını harcıyor insan nolacak diyerek, Classic Rock'a abone olduk. İnsanı daha mutlu eden bir dergiye az rastlanır. Şartları sıralayalım:

1- Classic Rock, süper gruplarla tanıştırır, eskileri gün yüzüne çıkarır.
2- Classic Rock, insana kendini gerçek bir Rock'n Roll camiası içinde hissettirir.
3- Classic Rock'a abone olmak çok hesaplıdır, yoksa tek tek almaya kalksan tanesi 25 milyondur.
4- Classic Rock, NME'den daha fazla sattığına göre, bu müzik türü asla ölmeyecektir. Demekki deri pantolonlar, yüz makyajları, iğrenç kahküller tarihten silinmeyecektir (en azından şimdilik).

O zamaaan, hemen Classic Rock'ın hafta sonu tavsiyesini burada yenileyelim. Tanışın efendim, Eyelash!.

:D Yazının en altındaki link'ten single'ın videosunu bilgisayarınıza indirebilirsiniz...

Cuma, Mart 07, 2008

Perşembe, Mart 06, 2008

Çalılar malılar...

Belediye başkanı olacak adam, benim devlete verdiğim parayla, Eskişehir yoluna genişliği devamlı ve düzensiz bir şekilde değişen, birçok yerinde şerit çizgileri bile olmayan manyak bir otoban inşa etmekle kalmadı. Sonunda bir yolunu bulmuş, iznini koparmış, koru sitesinin öncesindeki kimsenin beklemediği ışıklara çılgın üst geçidini de tamamlamak üzere.

Bir de yetmezmiş gibi, şehrin ortasından geçen bütün o Eskişehir otobanını ve havaalanı yolunu, baştan sona 4-5 metre aralıklarla manyak çalılar ve top gibi ağaççıklarla donattı!! Artik kimi zengin etti, hangi akrabasini, hangi kankasini kayirdi bilinmez...

Helal olsun, ne zenginmis ulkem! Bok gibi harciyoruz yollarin ortasindaki cali cirpiya, cimlere...

Çarşamba, Şubat 27, 2008

Eskişehir yolu...

Günlerden sonra ilk defa dün arabayla Eskişehir yollarındaydım, epey bir şeyler kaçırıyormuşum üzüldüm resmen. Bir de tabii fotoğraf çeken bir aletin yanımda olmayışına ayrıca yandım...

Temelli'ye bir şeyler oluyor herhalde, belediyesini mi kapatacaklar, Polatlı'ya mı bağlayacaklar bilinmez. Ankara'dan giderken bir üst geçide "Temelli Temelli kalmalıdır" yazmışlar, alla alla demiştim, dönerkense, "Temelli'nin hastasıyız, kapanırsa yastayız" pankartı olayı bitirdi. Bir duvar yazısı filan değil, baya böyle kocaman bir beze, pankart yaptırmışlar bu yazılarla! Bakalım bu kampanya etkili olacak mı...

Sonra yolda tıpkı Amerikan Güzeli'ndeki gibi, havada asılı bir torba gördüm. Resmen, yerden 2 metre yüksekte, kenarda, salınıyordu torba. Hayatın anlamını çıkarır mıyım acaba diye bir süre baktım ama, yoldan çıkıyordum çok etkilenemedim.

ve son olaraksa, yanımdan önde koruma arkadan kocaman arabasıyla Yılmaz Büyükerşen geçti! 26 001 heralde odur yani :)

---------------

Daha önce bahsetmedim galiba ama, bir infomania fanatiğiyim bir süredir. O da ne ki diyenlerin izlemesi gerekli. 3 dakikada bütün derdini nasıl güzel anlatıyor helal olsun. Kurgu dehası :) İyi çalışıyor çocukların kafası, acaba kaç kişi uğraşıyorlar... Son bomba aşağıda:


Perşembe, Şubat 21, 2008

13. Radyo ODTÜ Doğum Günü Partisi'nden...

Üzerinden epey geçti, ama en son bir şeyler yazışımın üzerinden de epey zaman geçti, affedelim kendimizi...

13. yaşını kutladı Radyo ODTÜ, ben 2001'de girmiştim. Yani 7 yıl oldu, yani Radyo ODTÜ'nün benli yılları, bensizlerden daha çok artık. Duygulanmalı mı, ağlamalı mı bilemiyorum. Ama durup durup, seviyorum beh yaptığım işi diyip, gözümü kapamak ve öylece devam etmek istiyorum... Belki de, akvaryumumun dışındaki dünyadan korkuyorum, bilemiyorum...

Neyse, işte o kostümlü geceden birkaç fotoğraf. Çoğunluk IWhyShy?'a ait tabii ki. Benim favorimse en alttaki fotoğraf...







Cumartesi, Ocak 26, 2008

Juno

Çok cici, sevimli, zorlamadan güldürüp "göz yaşı" döktüren bir film! 2007'nin enleri arasında aslında. Belki de Ellen Page'e "En İyi Kadın" oscarını kazandırıcak bilinmez...

Müzikleri de önemli aslında. Her ne kadar, filme eşlik eden şarkılar çok tipim olmasa da, galiba tek bir kare neden bu filme bu kadar ısındığımı özetleyecek. AIC t-shirt'üyle badana yapan bir Jennifer Garner :))

Salı, Aralık 25, 2007

Iron Maiden İstanbul'a gelse?

Mesela yani...

Bu yaz mesela...

Şöyle Ağustos gibi örneğin :)

Güzel olmaz mı?

Perşembe, Aralık 20, 2007

Lacie 320

:) Bir external hard-disk'ten daha güzel elektronik alet yok şu an benim için :)

Filmleri sınıfla, altyazı bul, DVD'lere bas, düzgün basmış mı kontrol et, üzerine isimleri yaz, numara ver, database'e gir cart curt. Oh be neymiş o işkence, bitsin DVD dönemi, açılsın hard-disk devri :))

Kazandığım bütün parayı harcamayı ne kadar da çok seviyorum :D

Pazar, Aralık 09, 2007

Sağlık...

Çok önemli...

Göbek? O da çok önemli... :)

Perşembe, Kasım 29, 2007

"House M.D." sezon 4

Ağzım açık izliyorum her bölümü!

4. sezona çok zor bir işle başladılar, ilk 3 sezondaki muhteşem üçlüyü dağıtıp yerlerine yeni adamlar koymaları gerekiyordu ve tam da House'a uygun bir şekilde, 20-30 kişiden 3 kişiye düşürme oyunu başladı.

İlk bölümlerde eski 3'lü geri dönsün lütfen diyordum, aradan 8 bölüm geçti ve artık o ilk 3'lü keşke hiç görünmese diyorum... Bu nedir?

İletişimin ikna gücü! :)) hahaha

Siyah-beyaz bölümüyle insanı çıldırtan, dahiyane bir dizi House M.D. Çok izlemem tv filan ama tarihin en önemli televizyonculuk olaylarından biri olduğu kesin... Tavsiyemdir...

Cuma, Kasım 09, 2007

Söylemiş miydim?

Nefret ediyorum Ankara'dan, söylemiş miydim? Her şeyinden, beni böyle yapışından...

Pazartesi, Kasım 05, 2007

Boşa Korna Çalma!


Ey bu blog'u okuyan medeni insanlar :) Medeni olmayanları ötekileştiren bu söylemin devamında önereceğim sayfa önemli bence.

Boşa Korma Çalma sayfası

Terör, türban, Amerika vs. yüzbin tane sorun varken bir bu mu kaldi diyenlerden olmadığınıza emin olarak, bu sayfaya girmenizi ve adınızı kaydettirmenizi öneririm. O ışık kırmızıdan turuncaya döndüğü anda korna yememek için hemen kalkıp, bir de üzerine yine korna ya da selektör yiyerek delirenlerdenseniz de oluuur; tunalı / kızılay farketmez, yaya ağırlıklı bölgelerde yürürken araba kornalarından arkadaşınızla konuşamayanlardansanız da...

Haydi bir de video o zaman size...

Perşembe, Kasım 01, 2007

Pes '08

Bilene de bilmeyene de anlamlı bir başlık oldu bu; pes edişlerim ve kendime "pes yani" diyişlerimin hayatımın 26. yılına tıpkı öncekiler gibi taşınacak olmasının yanında, esas bir de kendime küsmemi sağlayan bilgisayar oyununu da simgeliyor PES '08.

Yaklaşık 2 haftalık bir süre içinde, derslerimden biri için bir program fikri, diğeri içinse bir araştırma konusu ya da başka bir deyişle sosyal bilimler çatısı altında araştırılabilecek bir soru bulmam ve bunların ikisi için de başlangıç araştırması yapılmış, sayfa altına küçük puntolarla dipnotları belirtilmiş 3-4 sayfalık yazılar hazırlamam gerekiyordu. Son 3 gündeyim. Ne o var elimde ne öbürü, ama şansıma ne buldum? PES '08. Sabaha karşı 04.30'da bilgisayara bakıp, gerizekalı birkaç programcının yazdığı, esasında arka arkaya hesaplamalardan mevcut bir sarmalın içinde, parmaklarım acıyana kadar karşı kalenin filelerini havalandırmaya çalışırken buldum bir an kendimi geçen gün. Hastir napıyorum ben derken, dur bari yuvarlak olsun tam 5'te yatıyim diye bir maç daha yapmayı da ihmal etmedim...

Ey gidi salak Vefik; beyinsiz, tembel, şapşo Vefik...

Cuma, Ekim 26, 2007




Sırasıyla AKM, Sophie Marceu & Christophe Lambert, Francis Ford Coppola & Onur Ödülü...

Yaşanılması gereken bir tecrübeymiş, Altın Portakal...

Pazartesi, Ekim 22, 2007

Antalya'dan ilk izlenimler;

Altta soldaki resim, Anıl'ların evinin balkondan bir manzara, sağdaki resimse Sheraton Otel, internet sağlayıcımız yani :D


Sonuç, bedava internet, mükemmel manzara, kalorifer peteksiz ısıtma gerektirmeyen evler...

Burada yaşanır :D Tabii sokaklara çıkıp hanzo miktarını henüz görmedim ama sanki Ankara'dan ya da Eskişehir'den daha çok olacak değil ya...

Altta "Bazıları Festival Sever" için canla başla çalışan Anıl ve yanında da evini, Antalyasını seven Anıl olmak üzere iki tipleme çalışmam. Portfolyo olarak Prag'daki okula göndermeyi planlıyorum :p



Altın Portakal heyecanı şimdi başlıyor. Birazdan çıkıyoruz evden, biletler alınıyor, yabancı basınla bağlantıya geçiliyor, halkın içine giriliyor ve son olarak da Tony Ayres'le bir röportaj bir terslik olmazsa. Gün, umuyorum ki Michael Winterbottom'ın son filmiyle bitecek...

Pazar, Ekim 21, 2007

Kendinimi hiç bu kadar zavallı hissetmemiştim...

Evet, referandum...

Versen bir türlü, vermesen bir türlü...

Herkes haklı, herkes haksız...

Perşembe, Ekim 11, 2007

House delirdi!

Tuylerim diken diken hala!

Hic oyle cilgin bir televizyon ya da dizi izleyicisi filan degilimdir, kesin konusamam tabii ki ama, House M.D., gordugum duydugum en sapikca televizyon olayi! Kanalin en havali saatinde yayinlanan, 3. sezonunun sonuna gelmis bir dizide zaten oylesine buyuk ve koklu bir degisiklige gitmeye baska hicbir ekip cesaret edemezdi. 4. sezonun ilk bolumunun sonunda attiklari yemi de (House'un gozdesi olucakmis gibi gorunen sevimli kizcagiz) ikinci bolumun basinda cart diye siliverdiler filan. Durmuyorlar da orda ve sasirtmaya devam ediyorlar hep...

3 sezondur hep ayni formulu uygulayan bir diziyi (yani hasta belirtiler gosterir, hastaneye gelir, teshis-yanlis-teshis-yanlis-teshis-yanlis-teshis-dogru omurgasi) bu kadar siradisi yapabilmek, inanılmaz.

Sonunda bir süredir uzak durdukları olum temasina da geri donduler. Bu sefer olumden de ote, direk, hic acimadan, olum-sonrasi-yasam (afterlife ya anlayin iste :D) diye carptilar tokadi. Kimilerini cok etkilememis olabilir ama buyuk cesaret ister bence, hele bir de sonraki bolumun reklamini da izledikten sonra uyumamın imkani yok artik benim :D Amerikali olsam kesin izlemeyi bırakirdim House'u, aksam aksam niye bozayim canim sinirlerimi diyerekten...

Çarşamba, Ekim 03, 2007

I Robot, Powerslave, Gökçek

Eskişehir'den arabayla dönerken 2 albüm uyumamı engelledi :)

Alan Parsons Project - I Robot, ki bundan muhtemelen daha önce bahsetmiş olabilirim, 80'lerde yapılmış en iyi 10 albüm arasına girebileceğine inanıyorum. "I Wouldn't Wanna Be Like You" dinlerken biraz hop hop dansediyodum arabada, yandan geçen bir kadınla oğlan güldüler bana :D

Iron Maiden - Powerslave, bu albümün ne kadar bomba olduğunu unutmuşum. Epeydir dinlemiyordum valla ayıp etmişim, baştan sona fırtına gibi...

Ankara'da sular kesilmeye devam ediyor. Deposu olanlar farketmiyordur belki ama, her akşam saat 8 civarı kesiyor başkanım, gece 12'den sonra bir ara veriyor. Bizi kandırıyor galiba, açıklama filan yok tabii ki...

Pazar, Eylül 23, 2007

Toshiba, çatlak ve otogarlara dair...

İşte hocam Toshiba denen şey böyle bir şey... Fotoğrafını çekince pek havalı görünmedi ama yanına beni daha gibi biçimsiz Dell'i koysaymışım daha iyi anlaşılabilirmiş zerafet farkı :)



Neyse efendim, uzun zamandır gündemde olan bir "çatlak" sorununu buraya hiç geçirmediğimi farkettim. Bundan birkaç yıl önce, odamın duvarında küçük bir çatlak oluşmuştu. Çok ince ve daha çok bir boya çatlağı gibi görünüyordu bu çatlak, gel gör ki aradan yıllar geçti bir şey olmadı bu şeye... Sonra bu yaz -- kontrole gelen mühendislerin söylediğine göre kuraklığın da etkisiyle -- bu çatlak oldu dana gibi bir yarık. Fotoğrafları görünce, evde oturmaya neden korktuğuma anlam vereceksiniz... Bu arada bu ev, Emek'in sessiz sakin sokaklarından birinde yer alan, yaklaşık 45 yıllık cici bir bina yani...


Dramatik olsun diye ilkini de siyah-beyaz çektim :D

Diyeceksiniz otogar ne alaka...

Annem dönüyordu bugün İstanbul'dan, onu karşılamaya gittim. Bir yarım saat erken gitmişim, kulağımda ipod'um (hahahaaa muzo'dan öğrendim bunu da :D), öyle gelen geçeni izledim. Sonra farkettim ki hastasıyım bu otogar olayının. Sadece bekliyorsun ve hiçbir şey yapmıyorsun ve otobüsün gelişine dair hiçbir şeyi etkileyemiyorsun ya, sadece kulağındaki şarkıya ya da kafandaki düşünceye konsantre oluyorsun... Mükemmel bir durum. Size oldu mu bilmem ama ben bazen içimden, ah şu otobüs bir 15 dakika daha geç gelse dediğim bile oldu benim :D

Tabii 2 adım ötemde durup bön bön suratıma bakan amcalar teyzeler ayrı bir neşe kaynağı...

Perşembe, Eylül 13, 2007

Rock 'n Coke '07


Çok şeyler yazanlar, şöyle coşkulu böyle şahane geçti diyenler oldu gazetelerde, ben de 1-2 ekleme yapmadan geçemeyeceğim...

Yalan!

Pek de coşkulu değildi Rock 'n Coke. Özellikle gündüzleri bu sefer nerdeyse kimse yoktu festival alanında. Önceki senelere göre ıssızdı bile denebilir. Rahatlıkla oturacak yer bulmak, bira ya da CardRock sırasında beklememek gibi güzel özellikler de zaten az kişinin gelmesiyle sağlandı.

Ha, coşkusuzdu diye kötü müydü festival? Hayır. Organizasyon yine tıkır tıkır işliyordu. Konserler geç kalmadı. Yiyecekler, tuvaletler, duyduğuma göre kamp alanı her şey güzel ve yerindeydi. Grupların biraz vasat olduğu bir gerçekti. Özellikle gündüz çıkan isimler biraz hayal kırıklığıydı ama Within Temptation, Badly Drawn Boy (sevenine), Manic Street Preachers ve Chris Cornell gerçekten mükemmeldi.

Smashing Pumpkins rezaletti, öldürdü herkesi. Franz Ferdinand'ın headliner olması büyük ayıptı. Eğlendirmiş olsalar da insanları, 2 albüm, kirli bir tonla nereye kadar bilinmez... ve festivalin en büyük fiyaskosu, Teoman Rashit birleşimiydi. Geber Teoman diye bağırdık ama duymadı herhalde...

Burada özellikle dikkat çekilmesi gereken 2 konser var.

Her ne kadar son albümünü hiç sevmemiş olsam da Manics gerçekten çok başarılıydı. Sıkı bir rock grubu gibi cazur cuzur ve gümbür gümbür çaldı adamlar, helal olsun... Muhtemelen, Türkiye'de sadece 300 tane albüm satmalarına rağmen binlerce kişinin şarkılarına eşlik etmelerine de şaşırmış olsalar gerek...


Bütün festivalin en önemli bombası, verilen 100-120 milyonun tamamını hakeden isimse Chris Cornell'di. Son albümünü (çoğunlukla) beğenmemiş olmam kapsamında, "No Such Thing"le başlayan konsere, arka sıralardaki izleyiciler olarak başladık. İpek'in arkadaşı Graspop'da izlemiş rezaletti demişti. Internet'ten kayıtlarını bulmuş, süper detone hallerine üzülmüştük. Zannetmiştim ki, koskoca Chris Cornell yine söyleyemeyecek şarkıları, rezil olacak...

Güzel başladı konser, grup kıpır kıpır canlı gençlerden oluşuyor. Keyifli vakit geçirilecek bir konser olacak demiştim içimden. Taa ki ikinci şarkı başlayana kadar. Kafadan, Outshined'a girmez mi Cornell!!

Beynimden vurulmuşa döndüm. Soundgarden günlerinin en özel şarkılarından biri bence. Ve herif çatır çutur çalıp söylüyor... Kameralarla oynayan, izleyiciyle süper sempatik bir ilişki kuran, sahnenin hiç gidilmemiş köşelerinden gülücükler dağıtan Chris Cornell tam anlamıyla kalbimizi kazandı ve arkasından gelecek Smashing Pumpkins'i sildi sahneden.

"if you know this song sing it with me, if you don't know the song.. sing something." demiştir sahneden, You Know My Name'e "What's my name" sorusu ve binlerin "Chris Cornellll" çığlıklarıyla girmiştir. En bombasıysa son şarkıdır. "If you want Spoonman make some noise!!!" ve yaptık da galiba yeterince.

Spoonman'le bitti konser, gitarist 100 tane pena dağıttı, saçtı adeta. Penaları bitince, ekipten birileri yandan pena fırlattı, bizimki çalarken havada tuttu, bize pasladı... İnanılmazdı...

Doesn't Remind Me, Black Hole Sun, Show Me How To Live, Billie Jean, Arms Around Your Love ve bir sürü bir sürü çaldı... 1 saatlik konser 1 hafta sürdü sanki :)

Ben hayatımda böyle bir coşkuyu, çok az konserde yaşadım. Paris'teki Iron Maiden deneyimime bile yakındı diyebilirim...

Chris Cornell, İstanbul'daki o bir grup insana, neden 90'ların ve günümüzün en önemli seslerinden biri olduğunu kanıtladı. Neden görüldüğü anda önünde çömelip "We're not worthy" denmeli kanıtladı. Yaşayan bir efsane olduğunu kanıtladı...

Çok büyüksün Chris Cornell, artık 2 hafta öncesine göre daha mutlu ölebiliriz...

Çarşamba, Eylül 12, 2007

ODTÜ'lü olmak...

ODTÜ'lü olmaktan gurur duyan var mı aranızda?

Bir daha düşünün...

Radyo ODTÜ'de, "Hayatın Renkleri" isimli, eşcinsellerin toplumun her alanında karşılaştığı ayrımcılık özelinde, temelde ülkemizde insan haklarının "durumu" üzerine bir program yayınlanmaya başladı 2 hafta önce. ODTÜ Endüstri Mühendisleri'nin üye olduğu bir mail-list'te dönen maillerden seçkiler...

------------------
"Bu hafta gazetede Radyo ODTU de Pazar gunleri escinsellerin yayın yapacagi bir zaman dilimi olacagina dair yaziyi okudum. Parasi olanlarin cogu cocugunu Bilkent'e ,Sabanci' ya, Koc'a, Bogazici' ne gondermeye; ODTU'yu tercih etmemeye basladi. Bahsi gecen yayin baslar birde populer olursa, parasi olmayanlarda ''ibne okuluna cocukmu gonderilirmis'' deyip cocugu ODTU haric ilk universiteye sag salim ulastirmanin mutlulugunu yasarlar. ....."

K. T. ' 81

--------------
"Biraz daha anlatayim. Ben bu isin veba veya kolera benzeri bir hastalik olarak nitelendirilmesinin uygun olacagini dusunuyorum. Kimsenin tercihi beni ilgilendirmiyor.Fakat bu tercihin reklaminin yapilmasina ve bunun siradan birsey gibi yutturulmasina karsiyim.
...
Bunlara bol reklam, ol kahraman muamelesi cekilmemeli. Alemin marifeti kendine, sayet ODTU radyo rektorlugun bunyesinde ise bu isin reklamini yapmak ODTU radyonun neyine."

K. T. ' 81

--------------
"K. Bey, goruslerinizde haklisiniz. Ama bence veba ya da kolera fazla olmus, ben sadece ozurlu muamelesi yapilmasini uygun buluyorum.
...

Y. '78

-------------

Hayır! Yanlış okumuyorsunuz... Bunları söyleyip, çeşitli temellere dayandırp, savunmaya da devam ediyorlar "fikir"lerini!

Olayı açmak hiç istemiyorum. Programı dinlememiş olduklarını söylemeye gerek bile yok. "Programda gay'lik harika bir şeydir, karşı cinste bulamadığım mutluluğu hem cinsimde buldum, herkese tavsiye ederim" denmediğini de heralde tahmin ediyorsunuzdur. 6 aylık bir anket çalışması sonrası, toplanan verilerle yola çıkılıp, yazarlar, gazeteciler, sanatçılar, profesörler vs. birçok önemli isimle yapılan röportajlarla, aylar süren bir çalışma sonucunda hazırlanan bir programa dair görüşlerine bak insan"sı"ların...

Yorum yok, "Allah" beyin vermeyince vermiyor...

Pazar, Eylül 09, 2007

Aşure '07

3. defa okulumuzun Aşure toplaşmasında yer aldık bugün... Daha genç bir ekip vardı galiba, bana öyle geldi en azından. Biz de bütün gençliğimizle oradaydık, Vefik '00 yerine Vefik '06 yazsak kesin yerdi bence :))

Hehe, artık yaşımızı da gençleştirmeye çalışıyoruz ya, helal olsun :)

Buraya tıklayarak (Flickr) bakabilirsiniz fotoğrafların tümüne, amaa birkaç örnek...




Toshiba bilgisayar...

Annem döndü Amerika'dan, deneyimlerinden hikayelerinden ayrıca bahsederim ama bir Toshiba bilgisayar almış gelirken :) Aman allaaaaam :D

Siyah bir inci yani adeta :) Tasarım harikası! Haaa içine Vista kurmuşlar, bir sürü de yardımcı programlar kurmuşlar mıçmışlar ama aletin tümü bir harika... Anıl Doğan görse valla Mac almaktan vazgeçerdi :p

Çok yaşa TOSHIBA!!!

Cumartesi, Ağustos 11, 2007

Ipod ve Kur'an


Vatan Gazetesi'nden alıntıdır! (http://www.haber3.com/haber.php?haber_id=268454)

--------------------

Prof. Süleyman Ateş, Kuran-ı Kerim yüklenen iPod’ların kullanımına ilişkin tavsiyelerde bulundu.

Ateş “Eğer o iPod’da klasik Türk musikisi ve tasavvuf müziği varsa aynı alete Kuran-ı Kerim’in eklenmesinin bir sakıncası yok. Ama insanları şehvete kışkırtan, dine aykırı müzikler varsa aynı cihaza Kuran-ı Kerim’i yüklemeyi doğru bulmam. Çünkü Kuran’a saygısızlık olur. Biri şehvete diğeri ruhaniyete sevk ediyor. Cihaz bozulduğunda ise bir yere gömmek ya da yakmak gerekir. Çünkü Hz. Ömer zamanında da yıpranmış mushaflar (Kuran’ın kopyaları) yakılmış. Bu nedenle çöpe atılmamalı, saygı gereği yakılmalı. Kuran’a saygı bunu gerektirir.”

---------------------

Yorumsuz :)

Cuma, Ağustos 10, 2007

6. Gün, World Health Organization

Yaşasın sular geldi akşama doğruu!! En büyük Gökçek!! Suların geleceğini söylemişti, yalan söylememiş!! olaaa :D

Neyse, o zaman okuduklarımızla yetinmiyoruuuz ve ODTÜ'de öğrendiğimiz bilgiyi arama yeteneğimizi kullanıyoruz: google!

World Healt Organization'ın içme suyu değerlerine göz atmaya karar verdim, bugün Gökçek bu değerlere atıfta bulunuyordu, acaba tamamen atıyor mu diye merak ettim. Birkaç rakam da var aşağıdaki bölümde ama, Kızılırmak suyu bize geldiği şekliyle, sadece içindeki çözünmüş kimyasal maddelerin oranına bakarak, içildiği takdirde zararsız bir su. Ancak, içmek için de büyük cesaret gerektirecek. Çünkü içindeki maddeler, hem suyun tadını hem de kokusunu fazlasıyla bozacak. Ancak bu maddeler insan sağlığını bozacak seviyede değil... Ha tabii biyolojik değerleri, bakteri vs. oranını tabii ki bilemiyoruz...

KMO'nın değerlerinin hepsini araştırdım, sadece bu üçü hakkında genel bilgiler bulunuyor.

--------------
Sulfate (Kızılırmak'ta: 337 mg/litre)

The presence of sulfate in drinking-water can cause noticeable taste, and very high levels might cause a laxative effect in unaccustomed consumers. Taste impairment varies with the nature of the associated cation; taste thresholds have been found to range from 250mg/litre for sodium sulfate to 1000 mg/litre for calcium sulfate. It is generally considered that taste impairment is minimal at levels below 250 mg/litre. No health-based guideline value has been derived for sulfate. Studies show, a laxative effect (ishal yapıcı) at concentrations of 1000–1200 mg/litre but no increase in diarrhoea, dehydration or weight loss.

Chloride (Kızılırmak'ta: 239 mg/litre)

No health-based guideline value is proposed for chloride in drinking-water. However, chloride concentrations in excess of about 250 mg/litre can give rise to detectable taste in water.

Sodium (Kızılırmak'ta: 157 mg/litre)

No firm conclusions can be drawn concerning the possible association between sodium in drinking-water and the occurrence of hypertension. Therefore, no healthbased guideline value is proposed. However, concentrations in excess of 200 mg/litre may give rise to unacceptable taste.

Kimya Mühendisleri Odası'nın açıklaması...

Çok uzun olduğunun farkındayım, ancak tamamen meraklısına... www.kmo.org.tr adresinden ilk linke tıklayıp basın açıklamasını okuyabilirsiniz... Ben o sayfadan kopyala/yapıştır tekniğiyle 1-2 alıntı yapacağım sadece...

----------

Son söylenecek sözü, DSİ tarafından 2005 yılında hazırlanan bir rapordan kelimesini değiştirmeden aktararak en baştan söylemek yerinde olacak:

“Kızılırmak Nehrinin doğal yapısı itibariyle klorür, sülfat ve sertlik değerleri çok yüksektir. Bu parametreler içme ve kullanma açısından çok önemlidir ve ileri arıtma teknikleri kullanmadan düşürmek mümkün değildir...

Mikrobiyolojik ölçüm sonuçları da Hirfanlı ve Kesikköprü Barajları sularının bakteriyolojik açıdan kıta içi II. sınıf su kalitesinde olduğu ve içme suyu olarak kullanılamayacağını göstermektedir.

Ankara için içme, kullanma suyu planlamalarında bu durumlar göz önüne alınarak varsa Kızılırmak dışındaki seçeneklerin tekrar değerlendirilmesinin yararlı olacağı sonucuna varılmıştır.”


... Su sertliğini belirleyen ve içme, kullanma sularının bu bakımdan kalitesi hakkında önemli birer gösterge olan anyon ve katyon ölçümleri aşağıda gösterilmektedir. Örneğin Kesikköprü suyundaki klorür miktarı, Ankara şebekesine şu anda verilmekte olan sudan 40 kat fazladır. Sülfat miktarı 22 kat, kalsiyum miktarı 5 kat daha fazladır.

Parametre (mg/L)

İvedik Giriş (ASKİ web sayfası)

İvedik Çıkış (ASKİ web sayfası)

Kesikköprü

Klorür (Cl-)

6

8

239

Sülfat (SO4=)

15

20

337

Bikarbonat (HCO3-)

104

89

138

Sodyum (Na+)

7,5

8,3

157

Potasyum (K+)

3,1

3,3

6

Kalsiyum (Ca++)

22,8

24

109

Magnezyum (Mg++)

6,32

5,83

44

...Bu iyonların arıtılması için yüksek yatırım ve işletme maliyetleriyle anyon ve katyon değiştiricilerin kurulması gerekmektedir. Nitekim, Kızılırmak üzerinde Kesikköprü Barajından sonra yer alan Kapulukaya Barajından su alan Kırıkkale’nin mevcut arıtma tesisinde, İvedik tesislerinde halen uygulanmayan aktif karbon dozajlaması yapılmasına rağmen, elde edilen su yeterli kaliteyi sağlayamamaktadır. Bu nedenle Kırıkkale Belediyesi yeni yatırım yaparak ileri teknoloji arıtma tesisi kurma kararı almıştır.

Bu suyun kullanımında ısrar edilmesi durumunda ya Ankara Belediyesi yeni bir yatırımla ve elbette gecikmeli olarak bu tesisleri kuracak ve bunun maliyetini Türkiye'nin şimdiden en pahalı suyunu kullanan Ankara halkının faturalarına yansıtacaktır ya da Ankaralılardan ekonomik durumu elverenler içme suyu olarak ambalajlı su satın alacak, çamaşır ve bulaşık makinelerinde katkı maddeleri kullanacak veya evlerine bireysel arıtma üniteleri kuracaktır....


... dezenfektan olarak kullanılan klor, su içindeki organik bileşiklerle kanserojen nitelikte kompleksler oluşturduğu için batı ülkelerinde klorlama yönteminden ozonlama veya ultraviyole ışınla dezenfeksiyon gibi yöntemlere geçilmektedir. Bu teknolojiler de İvedik tesislerinde yoktur ve yeni yatırımla kurulması gerekmektedir. Yoksa, Ankara Belediyesi insanları ya kısa vadede bakteriyel enfeksiyon ya da uzun vadede kanser olma riskiyle karşı karşıya bırakmak zorunda kalacaktır ...


... Gerede Sisteminin maliyeti yaklaşık 240 milyon dolardır. 03.07.1968 tarihli ve 1053 sayılı
Ankara, İstanbul ve Nüfusu Yüz Binden Yukarı Olan Şehirlerde İçme, Kullanma ve Endüstri Suyu Temini Hakkındaki Yasa ile bu şehirlerin içme suyu projeleri ve inşaatlarını yapma yetkisi DSİ Genel Müdürlüğüne verilmiştir. DSİ Genel Müdürlüğünün bu yetkiyi kullanabilmesi için o ilin Belediye Meclisinden karar çıkartılması gereklidir. Ankara Büyükşehir Belediyesi Gerede sisteminin ihale edilip yapılabilmesi için bu kararı şimdiye kadar çıkartmamıştır ...

... Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile DSİ Genel Müdürlüğünün bu konudaki yaklaşımı da şüphe uyandırmaktadır. Bu iki kurum durumu bilmesine rağmen gerçeği halktan gizleyerek suç işlemişlerdir. DSİ Genel Müdürlüğünün kendi yürüttüğü çalışmanın aksi yöndeki sonucuna rağmen basın toplantısında kullanılmak üzere Sn. Gökçek’e “Kızılırmak suyunun kullanılmasında herhangi bir sakınca olmadığına dair” yazılı belge vermişlerdir ...

Yaşanan bu gelişmeler sonucunda Ankara Büyükşehir Belediyesi Ankara İçme ve Kullanma Suyu Master Planında 2037 yılından sonrası için düşünülen kaynaklardan birisi olan, diğer kaynaklara göre sıralamadaki yeri neredeyse tercih sırasına göre en sonda bulunan Kızılırmak suyunu devreye sokmuştur ... Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, planlamanın en sonundaki uygulamayı şimdiden gerçekleştirmeyi önemli bir başarı gibi yansıtmaktadır.

Kimya Mühendisleri Odası

Yönetim Kurulu

Perşembe, Ağustos 09, 2007

5. Gün

Sabah planı, yarım saatlik kaymayla gerçekleştiği için çok mutluydum bugün genel hatlarıyla. Belediye 153'ü de öyle bir neşeyle aradım. Sinirlerimiz bozuluyor, foşur foşur sulamayın şu parkları bize getirin dedim, adamcağız da yazık, onlar pis su filan diye anlattı bir sürü. İyi siz bilirsiniz, hadi kolay gelsin filan diye de kapattık sonra, yanımda olsa sarılıp öperdim heralde...

Küvet tamamen boş, sarı sularımız da bitmiş. Neyseki bugün ızdırap çekmektense eve geç gelme yöntemine başvurdum. Yemek zaten yok...

Gökçek TGRT haberde, sunucular da ne meymenetsiz tipliymiş, Gökçek parlıyor resmen! haha

Su kesintisinin belediyeyle alakası olmadığını açıklayacağım reklamlardan sonra diye reklam yapıyordu ama can sıkıntısından kapattım dayanamadım. Zaman kaybı...

Gerçi 10 dakika izledim ama, o arada da 5 defa "Allah" 3 defa "Cenab-ı Allah" 2 defa da "Yarab" kelimelerini kullandı. Aaa esas bomba, bir de "Allah su vermezse biz n'apalım diyince, gülüyorlar bana" dedi. Güldüm ben de bir kez daha...

Yazdıklarıma ve yazmak istediklerime bakıyorum da, anlaşılan bugün bir vatandaş olarak üstüme düşen görevi yerine getirmişim. Tıpkı, büyük birader'i sevdiğini kabullenmek gibi. Bugün mutluydum resmen. Susuz "5 (beş)" günü tamamlamıştım evde ama mutluydum işte. Yayında da söyledim hatta, meğer uyguluyormuşum, "Alışmışım" bu haline de şehrimin, nefret ettiğim boktan Ankara'mın... Hem Gökçek ne yapsın canım, bir sürü alt geçit yapıverdi, bu kargaşa niye ki, ameliyat yapılamamışsa onun suçu mu, Allah yaşatacağı varsa yaşatır ameliyat olsun olmasın... Adamcağızın da boşuna günahını aldık, bak anlatıyor, meğer susuzlukla mücadele için hayvan gibi çalışmış...

Sen büyüksün, cezasını sen ver artık, biz yüzünün kızarmasını, özür dilemesini bile sağlatamadık...

Çarşamba, Ağustos 08, 2007

4. Gün

ODTÜ'de de su kesintileri başladı. Artık 9.30 - 12.30 ve 13.30 - 17.30 arasında radyoda da suyumuz yok. Yani yüzünü yıkamak isteyen saat 7'de kalkar durumu başladı!

Küvetteki su tamamen bitti denebilir. Sadece küçük bir tuvalet tasının yarısından daha azını doldurabiliyoruz. Bu suyun da yarısıyla ellerimi yıkamayı başardım bugün. Demekki normalde ne kadar israf ediyormuşuz suları, görmüş oldum. Daha 1 hafta önce o tasın tamamını kullanıyordum ellerimi yıkamak için.

Suyumuz yoka yakın olduğu için, eve gelince ayak yıkama, yüz yıkama gibi adetler tamamen ortadan kalktı. Bildiğin pislik içindeyiz.

Annem, bugün bir arkadaşından su almaya gitti. Depolarındaki son su damlalarını da bizim kovaya almış muhtemelen. Su sarı! İnsan elini soksa eriyebilir. Sadece tuvalete dökebileceğiz bu suyu ama çiş mi daha kötü kokar bu su mu bilemiyorum...

Bugün, yıllardır birlikte yaşadığım anneannemin ağzından ilk defa "kıç" kelimesinin çıktığını duydum. Annem ve benim öfkemle şu Gökçek'i nasıl öldürebiliriz planları yaparken, halk bugün neler yaptı ne protestolar ama anca kıçına konuşabiliyorsun adamın dedi :) Canım, o da sinirlendi, bütün gün evde tabi kolay değil...

Bugün akşam yemeğinde, kahvaltı tabağı var. Yemek yapamıyoruz, yapınca çünkü tencere filan da kirleniyor malum, onu yıkamaya da harcayacak suyumuz yok. Kaldırıp suların gelmesini bekleyeceğimiz bir yer, hiç yok.

Bugün akşam 20.30 gibi işten dönerken, yüzüncı yılın sikik parkını sulayan bir tanker gördüm. Bütün gecemin içine edecek bu görüntü eminim, ama neden durup iki küfretmedim bilmiyorum. Sanırım yarın akşam, Ankara çevresinde çim sulayan tanker avına çıkıcaz elimizde damacanalarla ve adamların çimlere akıttığı suları, popomuzu yıkayabilmek için çalmaya çalışıcaz.

Sinir denen şey işte böyle, üst üste katlanıyor.

Yarının planını yaptım, açıklıyorum :)

7.00 = uyanış
7.30 = ODTÜ Stadyumu
7.30 - 8.30 = sinirleri boşaltmak için koşu vs.
8.35 - 8.38 = ODTÜ Baraka Spor Salonu'nda soğuk duş
9.00 = Radyoya varış
9.00 - 9.30 = 153 Alo Belediye'ye çeşitli küfürlerle güne hazırlık

Perşembe 22'de, Melih Gökçek TGRT Haber'e çıkıp susuzluk konusunda konuşacakmış. Beni duyabilirsiniz o programda Gökçek'e küfrederken.

Birlik olup bir şeyler yapmalıyız, ama ne?

Salı, Ağustos 07, 2007

Patlamaların sebebi...

Bu arada patlamaların sebebi konuşuluyor tabii ki, işte ASKİ'den açıklama (Hürriyet'in haberinden alıntı):

Su verildiğinde borunun içindeki hava suyun önünden ilerler gider, bu havayı dışarı atmamız gerekiyor. Onu da bundan sonra emniyetli biçimde yapacağımızı tahmin ediyorum” diye konuştu.

...yapacağımızı "tahmin" ediyorum. "..."

Tam emin olmamakla birlikte, bu bahsedilen konunun ve boru patlama sebebinin adı İngilizce'de "water hammer" olarak geçiyor (sanırım Türkçesi "su koçu"). Meraklısına, wikipedia linki...

Kısaca, suyu çok ani ve hızlı açar ya da kaparsanız, suda şok dalgaları oluşur ve bu dalgalar borular ya da vanalar vs. üzerine basınç (tersi durumda vakum da olabilir bu) uygular. Bu basınç yer altındaki beton boruları ister 25 yıllık ister 2 yıllık olsun patlatabilir (tersi durumda implode). Aslında, temel olarak bu şok dalgaları, ne kadar yavaş kapatırsanız kapatın yine de oluşur, ama yavaş kapama durumunda oluşacak basınç farkı çok daha az olacağı için hata zarar vermez.

Bir vananın hangi hızla açılıp kapanması gerektiği, Makine Mühendisliği okuyan her öğrenciye, akışkanlar dersinde gösterilir ve hatta bir ara-sınavda bir de finalde sorusu çıkar. Bu denklemler zorlansa elle çözülebildiği gibi (bazı varsayımlarla tabii ki), sadece bu iş için yazılmış bilgisayar programları vardır (water hammer software tadında). Bunu kurarsın ana istasyonlardaki bir bilgisayara (ya da standartta zaten ne hızla açman/kapaman gerektiği talimatlarla belirtilmiştir) ve suyu o hızla açar/kaparsın. Ama cahilsen, bilgisizsen, lönk diye çevirirsin vanayı, ve 2 günde 3 boru patlatırsın.

Helal olsun Melih Gökçek, amcanın oğlu olsun, karının yeğeni olsun da, bilgisiz olsun önemli değil di mi? Mühendise ne gerek var... Evinde 2 gün yetecek su deposu olduğunu söylemiştin, acaba 3. günde bir tanker gelecek mi sizin sokağa şans eseri?

3. Gün

Bakalım 28 Gün Sonra gibi bir felaket hikayesine mi dönüşecek bu denemem...
---------
Emek'te, Ankara'nın en eski ve bir zamanların en seçkin mahallelerinden birinde, susuz 3. gün. En eski mahallenin 35 yıllık binasında tabii ki su deposu yok, macera da burada başlıyor zaten...

Cumartesi gece yarısı kesildi sular, bütün pazar, bütün pazartesi ve şimdi de bütün salı susuzuz. Bir önceki deneyimimizde, su geldiğinde kuvetteki suyun bir bölümünü boşaltmak zorunda kaldığımız için bu sefer akıllılık yapıp daha az su sakladık.

Küvetteki su rezervimiz iyice azaldı. Artık, tuvalete su dökmek için kullandığımız 5 kiloluk yoğurt kabının sadece yarısına geliyor ve o kabı tamamen suyla dolduramıyoruz. Tuvaletin çiş kokmaması için, 2 defa bu tası doldurup boşaltmak gerekiyor. O da tam işe yaramıyor tabii ki.

Anneannem suların gelmeyeceğini duyunca yemek yapmayı bıraktı. Daha doğrusu eldeki şeyleri kullanabiliyoruz ancak. Pazara gidip alış-veriş yapmamış bugün, canım :) Sebze, meyve yıkayamıyoruz çünkü.

İtiraf ediyorum, duş almak zorundaydım ve bugün ODTÜ'nün spor salonundaki duşu sadece bu iş için kullandım. Daha önce, pis diye gitmediğimiz yer, cennet gibi görünmedi gözüme ama 3-4 dakika da olsa, kendimi hafiflemiş hissettim. Ama tabii ıslak ıslak torbalara tıkmam gereken havlum ve terliklerim iğrenç kokuyor şu anda. Astım havalansınlar diye, umarım yarın da kullanılabilir halde olurlar.

Sabah 153 Alo Belediye'yi aradım. Suyumuz yok dedim, boru patladı diyip kapattılar telefonu. Tekrar aradım, havuzlarınızı, fıskiyelerinizi kapatın siniri bozuluyor insanlar dedim, bizim fıskiyemiz mi dediler, ben de sizden başka fıskiye yapan yok heralde dedim, tamam iletiriz dediler. Tavsiye ederim, sabah güne başlamak için süper bir deşarj yöntemi.

Evde su tüketmemek için, bütün ihtiyaçlarımızı ev dışında görmeye çalışıyoruz. Radyodan çıkarken, dur hadi diyip son bir kez tuvalete girip, ellerimi ve yüzümü yıkıyorum. Sabah ağzımı yıkamak ve dişlerimi fırçalamak işlerini radyoya bırakıyorum.

Duyduğumuza göre, 3 gün daha su yok. Bu, 6 ya da 7 gün edecek toplam susuz. Başkanımız bizden tatile gitmemizi istedi ama paramız yok ve işimizi şu anda bırakamıyoruz, o zaman kendimize iyi bakmamızı ve sağlımıza dikkat etmemizi söyledi. Bakalım, elimizden geleni yapacağız... Yeterki başkanım, siz görevinizden istifa etmeyin, su bekleyen Ankara'ya köprü yapmaya, şehri mahvetmeye, televizyona çıkıp sırıtmaya devam edebilin... Biz bakarız kendimize, hasta olmayız, salgın hastalığa filan yakalanmayız, 2-3 gün de pis dolaşıveririz canım 50 yıl önce su mu vardı böyle...

Pazar, Ağustos 05, 2007

Yeni (Eski) Fotoğraflaar...

Ceyda'nin dogum gunundeki cilgin fotograflarimizi yahoo seysine upload ettim.

http://www.flickr.com/gp/8382802@N08/0h3U35

Bu adresten bakabilirsiniz, buraya teker teker seyettirmeye usendim. Bir yandan da neden Yahoo'yu kullandim da Google'in fotograf seysini kullanmadim bilemiyorum... Neyse :D

Ornek isteyenlere,,,

Cuma, Ağustos 03, 2007

Esas şakayı unuttum!

Esas şaka belediye başkanının "Su tasarrufu için Ankaralılar tatile gitsin, akrabalarını ziyaret etsin" demesidir.

Buna karşılık Ankara sakini, 3. günde de suyu ip gibi akan ve kesinlikle yıkanması imkansıza yakın olan insan, "Sen ananı da al git önce" der içtenlikle. Nasıl olsa, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı söylemiştir bunu alenen, herhalde kimse bunu hakaret olarak algılayacak değildir. Hatta insanın bundan bir şarkı yapası bile gelir. Protesliğe daha uygun diye rapçi olunur hemen. "Ananı ananı ana-ana-nı-nı-nı-nınanı-na-ana-an an an an ananı" filan diye...

ııhghghghghhhh!!!

Perşembe, Ağustos 02, 2007

Göz göre göre... mi?

Ankara'da su kesintilerinin başlamasıyla birlikte, gazeteler ve televizyonlarda türlü haberler daha doğrusu "Dedikodular" dolaşmaya başladı.

En son bomba suların ikişer gün değil dörder gün kesileceği söylentisi. Gökçek bunu en son bugünki basın toplantısında yalanladı ama güven olmaz, hiiiç de belli olmaz...

Sonracığıma, bir başka söylenti, Kızılırmak üzerindeki Kesikköprü Barajı'ndan su getirme projesinin yetişmeyeceği. ASKİ yöneticileri diyorki, "13 Eylül'de okullar açılacak, hastaneler var, bu suyu getirmeye mahkumuz!". ee pes yani, bir de sonunda kendilerini kahraman ilan edecekler...

Kızılırmak suyu denince baş söylentiyse, bu suyun atıklarla dolu olduğu ve zehirli olduğu, kullanılamayacağı. Kendi aramızda konuşurken hep derdik ki, "e heralde bir şekilde arıtırlar canım, adamlar deniz suyunu içme suyu yapıyor". Ama başkanın cevabı çok daha bomba,

"İçme suyu olarak kullanılamaz diyor Kimya Mühendisleri odası. Laf onların ki. Belgeleri yok. Kızılırmak suyu temiz. İşte bu DSİ'nin 2006 Aralık ayında Kızılırmak ve Hirfanlı Barajlarının suyu ile ilgili raporu. Raporda suyun birinci derecede içme suyu olduğu belirtiliyor. Bazı yerlerde sülfat oranını çok olduğu belirtiliyor. Bunun içinde mevcut su ile taşıyacağımız suyu karıştıracağız. Sülfatın da halk sağlığına herhangi olumsuz etkisi yok, suyun tadının daha güzel olması için sülfat oranı azaltılacak. Ayrıca Kırıkkale ili 20 yıldır Kızılırmak'dan gelen suyu kullanıyor. Kırıkkale il Sağlık Müdürünü, Hastane Başhekimlerini aradım hiçbiri vatandaşlarda sudan kaynaklı sorun olduğunu söylemedi. Bu tür açıklamalar ideolojiktir. Bu örgütleri çok da fazla dinlemeyin."

Bir de Japonların Gerede Projesi var. Onu da başkanımız pahalı bulmuş, daha ucuza yapmanın yolunu bulmuş ve şöyle diyor, "Japonların teklif ettiği projenin hiçbir mantığı yok". Kim Türk'ün aklından daha üstün olabilir ki...

Esas sonucunu merakla beklediğim söylentiyse, DSİ'nin Gökçek'i 5 yıl önce uyardığı ama Gökçek'in bunlara kulak asmadığı. Buna bizim başkan ipe sapa gelmez saçma sapan sözler diyerek karşılık veriyor (zaten ağzından düzgün 1 adet cümlenin çıktığı da henüz duyulmadı). Ama DSİ'den de ahanda sana gönderdiğim resmi belge diye bir açıklama çıkmıyor... İster Gökçek olsun, ister DSİ, bu memleketin hiçbir kurumunun düzgün çalışmadığına inananlardan olduğum için, hangi tarafın daha suçlu olduğu çok da önemli değil ama yine de merak ettim ve yasal bilgi edinme hakkımı kullanarak DSİ'ye bir soru gönderdim. Aynen aşağıdaki gibi, bakalım cevabı gelecek mi...
-----------
Merhaba,

Ankara'da 5 ay surecegi soylenen bir su kesintisi takvimi belirlendi. Belediye Baskani Gokcek, bu kesintinin sebebinin Allah oldugunu ve daha onceden tahmin etmenin imkansiz oldugunu soyledi. Merak ettigim ve ogrenmek istedigim konu: Devlet Su Isleri, Ankara'da su kitligi yasanacagini daha onceden gozlemlemis miydi? Bunun giderilmesi icin Ankara Belediyesi'ne herhangi bir oneri yapılmis miydi? Turkiye'nin baskentinin pislik icinde dolasmasini engellemek icin projeler planlanmis miydi?

Cevaplayacaginizi umuyorum, tesekkurler, saygilar...

-----------

Lafı biraz uzattım ama o kadar sinirliyim ki, bu öfkemi dindiren başkanımızın bir temennisiyle bitirelim bu günü,

"Cenabı Allah'ın bu kadar susuzluğu getireceğini kim önceden düşünebilirdi. Bizim zekamız buna yetmedi. Bunu düşünen üstün zekalılar varsa gelsin söylesin"

Yürü beee, kim tutar seni ve sana oy veren milyonlarca "..."!

Pazar, Temmuz 29, 2007

Garip bir an!

Öyle abuk bir an yaşadım ki, çok saçma bir hisse kapıldım...

İşte odamda duran dandirik teyp. Sadece radyo dinleme amaçlı... Düğmesinden kapatmaktansa daha kolay geldiğinden midir nedir, hep fişinden çekip kapatıyorum aleti...

Bugün çektim fişini, her zamanki gibi 1.5 saniye daha çalıp öyle sustu alet. O 1.5 saniye boyunca, zavallı teybim çalmaya devam edeceğini zannediyordu, bense sesinin kesileceğini çoktan biliyordum...

İşte böyle bir şey: Bu kadar net ve basit ve kesin... Kesinkes kesin ama yani başka yolu yok! Böyle bir duygu işte, nasıl anlatılır bilemedim :D

Ondan politikacı oluyorsa!

Benden de olur kardeşim!!!




Gerçi fotoğrafı evde çektirdik ve üzerimizde bilmem kaç bin dolarlık saat yok ama... ıgh... galiba kravat da liseden kalma! :D

Neyse, esas konu bu değildi :) Hatırladığım -ablamı saymazsak tabii- en cici düğünlerden birinden geliyorum. Peek çok sevgili Ceremcim evlendi... Onlarla çektirdiğimiz fotoğrafları sonra alabilecekmişiz, ama hiç yoktan şöyle bir ortamı koklamak adına buyrun sizeee,


Mekan Atlı Spor'du, çok ciciydi her şey, bütün ortam eflatun tonlarındaydı, grup fena değildi, coşturdu elinden geldiğince, mistekler halaylar, olması gereken her şey yerindeydi... Galiba, Evrencim'le Cey Cey'in düğününde başıma neler geleceğini de görmüş oldum biraz :D

Mutluluklar Ceren ve İlkay, süperdi her şey, süperdiniz...

.

Salı, Temmuz 24, 2007

New Shoes!

Paolo Nutini gibi oldum bugün! :D Sabah bir kalktım, gözlerimden uyku akıyor, evden çıkmak istemiyorum, işe gitmek angarya gibi, ama sonra bir giyiyorum yeni ayakkabılarımı veeee sanki bütün dünya gülümsüyor bana :D

Sonra da, yolda bir dolmuş üstüme çıkıyordu, gördüm dünyanın kaç bucak olduğunu :)

Yani neymiş, insan en mutlu ve heyecanlı olduğu anlarda yaparmış en büyük hatalarını :) Dikkatsizlik ve trafik hatalarını en azından...

Yani neymiş, 90'la giden araba dank diye duramazmış, bir de ABS güzel bir şeymiş...

Geçmiş olsun diyelim Vefik'e ve Eskişehir yolunda sağ şeridi park yeri olarak kullanan geri zekalılara...

Pazartesi, Temmuz 09, 2007

tesadüf :)

Şööyle güzel bir an yakaladık geçen gün Pikoyla :) Gerçekten beklemedik, öyleydi birden öyle oldu yani...


Böyle anlarda "Acaba sevgilim beni düşünüyor muu?" dışında neler denirdi bak hiç aklıma gelmedi şimdi. Yardımcı olacak varsa, buyursun...

.

Plant gerçeği...

Üzerinden biraz zaman geçti ama ancak şimdi fırsat bulabiliyorum yazmaya...

4 Temmuz günü, İstanbul'da Robert Plant konserindeydik İpekos'la. İnanılmazdı, muhteşemdi, harikaydı! Yolda Ankara'ya dönerken, gece yatmadan önce filan, bana sorsalar nasıldı diye neler anlatacağımı, buraya neler yazacağımı planlamış, düşünmüştüm ama bu sayfadan önce bir yazı okudum ki, gözlerim yaşardı... İşte, Radikal'deki yazı....

Söylenecek başka bir şey bulamıyorum üzerine. Ben rockçıyım diyenin orda olması gerekirdi (gittim ya altım kuru :D)...

ve Gamzo, mükemmel yerimiz için çok çok teşekkürler...

Cuma, Haziran 29, 2007

Tony Martin, benimle röportaja gelmişti bir gün...

Bu da onların fotoğrafları, Rock Station'ın fotoğraf editörü sevgili Tolga Abi çekti sağolsun, ilk defa adam gibi çıkan röportaj fotoğraflarım oldu :)



Bilmeyenlere, kel olan Tony Martin (Eski Black Sabbath solisti), sarışın olan da Geoff Nicholls (Black Sabbath'ın eski klavyecisi). Tony Martin de işte oğlunu almış gruba gitar çalsın diye, geziyor öyle dünyayı. Ooooh :D


Bu gece uzun sürecek...

Buldukça buluyorum, birkaç komik anı böylece kayıtlara da geçmiş olsun o zaman...

İşte, hayatımın en maceralı ve abuk yılbaşısı :) Yer Berlin, Seçkin Kara'nın kafasındaki "V" harfiyse tamamen benden bağımsız, sıradan ve masum bir şekilde yerinde duran bir apartman penceresinin hediyesi bize :)


Evde, fotoğraflar, dil acısı ve dahası...

"Duvet" eşliğinde fotoğrafları karıştırıyorum... Birden esmedi hayır, her şey tesadüf eseri. Birincisi, fotoğraf karıştırmak için çok çok önemli bir sebebim ve amacım var, ama buraya yazamam. İkincisi ise "BoA" gerçeği. Fotoğraf cdlerimin arasından Muzocan'ın bana çektiği bir cd de çıktı. Parti fotoğrafları, ve birkaç albüm diye... İşte, BoA'dan ordan geldi... İkisi birleşti, beni mahvetti...

Anılar anılar içinde bu işlemi neden geciktirdiğimi birkez daha kabul ettirmiş oldum kendime. Neyse, bakın ne buldum. Dedeman'da arka arkaya 3 kere strike yapıp, beleşe bira kazandığım gün! İnanması zor ama gerçek!

"Vefik Karaege, her şeyde olduğu gibi, Bowling'de de bir yetenek manyağı" nohahahah :D

Pazartesi, Haziran 18, 2007

The Fountain

Binlerce film, çeşitli amaçlara hizmet eden, güldüren, düşündüren, üzen vs.

Çok nadir bir bölümü, derin bir "boşluk" bırakıyor içimde. Ne anlattığı değil, dokunuşu ve içtenliği önemli. Öyleki, hiçbir şey yapmamak, konuşmamak, dinlememek, uyumamak ve sadece o filmi aklınızda tekrar yaşamak istersiniz... Ama tekrar izlemeye asla cesaret edemezsiniz...

Aronofsky: The Fountain

Cuma, Haziran 15, 2007

Vefik cephesinden...

Maskeli Koyun diye bir youtube şaheseri bulmuşum kiiii, dillere destan! Böyle bir şey, ancak bir Türk'ün aklına gelir heralde :) zavallı koyuncuklar :D

Bu arada myspace'ten çok faydalı haberler öğrenebildiğimizi de keşfettim bugün. Wim Wenders yeni bir film çekiyormuş, çok sevindim! "Palermo Story" filmin adı, çekimler pazartesi başlıyormuş...

Bu arada, bu film denen şey, o kadar zor bir şey ki insan nasıl çeker ben anlamıyorum kardeşim :))

Neyse,

yatayım ben... iyi geceler...