Perşembe, Kasım 29, 2007
"House M.D." sezon 4
4. sezona çok zor bir işle başladılar, ilk 3 sezondaki muhteşem üçlüyü dağıtıp yerlerine yeni adamlar koymaları gerekiyordu ve tam da House'a uygun bir şekilde, 20-30 kişiden 3 kişiye düşürme oyunu başladı.
İlk bölümlerde eski 3'lü geri dönsün lütfen diyordum, aradan 8 bölüm geçti ve artık o ilk 3'lü keşke hiç görünmese diyorum... Bu nedir?
İletişimin ikna gücü! :)) hahaha
Siyah-beyaz bölümüyle insanı çıldırtan, dahiyane bir dizi House M.D. Çok izlemem tv filan ama tarihin en önemli televizyonculuk olaylarından biri olduğu kesin... Tavsiyemdir...
Cuma, Kasım 09, 2007
Söylemiş miydim?
Pazartesi, Kasım 05, 2007
Boşa Korna Çalma!
Ey bu blog'u okuyan medeni insanlar :) Medeni olmayanları ötekileştiren bu söylemin devamında önereceğim sayfa önemli bence.
Boşa Korma Çalma sayfası
Terör, türban, Amerika vs. yüzbin tane sorun varken bir bu mu kaldi diyenlerden olmadığınıza emin olarak, bu sayfaya girmenizi ve adınızı kaydettirmenizi öneririm. O ışık kırmızıdan turuncaya döndüğü anda korna yememek için hemen kalkıp, bir de üzerine yine korna ya da selektör yiyerek delirenlerdenseniz de oluuur; tunalı / kızılay farketmez, yaya ağırlıklı bölgelerde yürürken araba kornalarından arkadaşınızla konuşamayanlardansanız da...
Haydi bir de video o zaman size...
Perşembe, Kasım 01, 2007
Pes '08
Yaklaşık 2 haftalık bir süre içinde, derslerimden biri için bir program fikri, diğeri içinse bir araştırma konusu ya da başka bir deyişle sosyal bilimler çatısı altında araştırılabilecek bir soru bulmam ve bunların ikisi için de başlangıç araştırması yapılmış, sayfa altına küçük puntolarla dipnotları belirtilmiş 3-4 sayfalık yazılar hazırlamam gerekiyordu. Son 3 gündeyim. Ne o var elimde ne öbürü, ama şansıma ne buldum? PES '08. Sabaha karşı 04.30'da bilgisayara bakıp, gerizekalı birkaç programcının yazdığı, esasında arka arkaya hesaplamalardan mevcut bir sarmalın içinde, parmaklarım acıyana kadar karşı kalenin filelerini havalandırmaya çalışırken buldum bir an kendimi geçen gün. Hastir napıyorum ben derken, dur bari yuvarlak olsun tam 5'te yatıyim diye bir maç daha yapmayı da ihmal etmedim...
Ey gidi salak Vefik; beyinsiz, tembel, şapşo Vefik...
Cuma, Ekim 26, 2007
Pazartesi, Ekim 22, 2007
Altta soldaki resim, Anıl'ların evinin balkondan bir manzara, sağdaki resimse Sheraton Otel, internet sağlayıcımız yani :D
Sonuç, bedava internet, mükemmel manzara, kalorifer peteksiz ısıtma gerektirmeyen evler...
Burada yaşanır :D Tabii sokaklara çıkıp hanzo miktarını henüz görmedim ama sanki Ankara'dan ya da Eskişehir'den daha çok olacak değil ya...
Altta "Bazıları Festival Sever" için canla başla çalışan Anıl ve yanında da evini, Antalyasını seven Anıl olmak üzere iki tipleme çalışmam. Portfolyo olarak Prag'daki okula göndermeyi planlıyorum :p
Altın Portakal heyecanı şimdi başlıyor. Birazdan çıkıyoruz evden, biletler alınıyor, yabancı basınla bağlantıya geçiliyor, halkın içine giriliyor ve son olarak da Tony Ayres'le bir röportaj bir terslik olmazsa. Gün, umuyorum ki Michael Winterbottom'ın son filmiyle bitecek...
Pazar, Ekim 21, 2007
Kendinimi hiç bu kadar zavallı hissetmemiştim...
Versen bir türlü, vermesen bir türlü...
Herkes haklı, herkes haksız...
Perşembe, Ekim 11, 2007
House delirdi!
Hic oyle cilgin bir televizyon ya da dizi izleyicisi filan degilimdir, kesin konusamam tabii ki ama, House M.D., gordugum duydugum en sapikca televizyon olayi! Kanalin en havali saatinde yayinlanan, 3. sezonunun sonuna gelmis bir dizide zaten oylesine buyuk ve koklu bir degisiklige gitmeye baska hicbir ekip cesaret edemezdi. 4. sezonun ilk bolumunun sonunda attiklari yemi de (House'un gozdesi olucakmis gibi gorunen sevimli kizcagiz) ikinci bolumun basinda cart diye siliverdiler filan. Durmuyorlar da orda ve sasirtmaya devam ediyorlar hep...
3 sezondur hep ayni formulu uygulayan bir diziyi (yani hasta belirtiler gosterir, hastaneye gelir, teshis-yanlis-teshis-yanlis-teshis-yanlis-teshis-dogru omurgasi) bu kadar siradisi yapabilmek, inanılmaz.
Sonunda bir süredir uzak durdukları olum temasina da geri donduler. Bu sefer olumden de ote, direk, hic acimadan, olum-sonrasi-yasam (afterlife ya anlayin iste :D) diye carptilar tokadi. Kimilerini cok etkilememis olabilir ama buyuk cesaret ister bence, hele bir de sonraki bolumun reklamini da izledikten sonra uyumamın imkani yok artik benim :D Amerikali olsam kesin izlemeyi bırakirdim House'u, aksam aksam niye bozayim canim sinirlerimi diyerekten...
Çarşamba, Ekim 03, 2007
I Robot, Powerslave, Gökçek
Alan Parsons Project - I Robot, ki bundan muhtemelen daha önce bahsetmiş olabilirim, 80'lerde yapılmış en iyi 10 albüm arasına girebileceğine inanıyorum. "I Wouldn't Wanna Be Like You" dinlerken biraz hop hop dansediyodum arabada, yandan geçen bir kadınla oğlan güldüler bana :D
Iron Maiden - Powerslave, bu albümün ne kadar bomba olduğunu unutmuşum. Epeydir dinlemiyordum valla ayıp etmişim, baştan sona fırtına gibi...
Ankara'da sular kesilmeye devam ediyor. Deposu olanlar farketmiyordur belki ama, her akşam saat 8 civarı kesiyor başkanım, gece 12'den sonra bir ara veriyor. Bizi kandırıyor galiba, açıklama filan yok tabii ki...
Pazar, Eylül 23, 2007
Toshiba, çatlak ve otogarlara dair...
Neyse efendim, uzun zamandır gündemde olan bir "çatlak" sorununu buraya hiç geçirmediğimi farkettim. Bundan birkaç yıl önce, odamın duvarında küçük bir çatlak oluşmuştu. Çok ince ve daha çok bir boya çatlağı gibi görünüyordu bu çatlak, gel gör ki aradan yıllar geçti bir şey olmadı bu şeye... Sonra bu yaz -- kontrole gelen mühendislerin söylediğine göre kuraklığın da etkisiyle -- bu çatlak oldu dana gibi bir yarık. Fotoğrafları görünce, evde oturmaya neden korktuğuma anlam vereceksiniz... Bu arada bu ev, Emek'in sessiz sakin sokaklarından birinde yer alan, yaklaşık 45 yıllık cici bir bina yani...
Dramatik olsun diye ilkini de siyah-beyaz çektim :D
Diyeceksiniz otogar ne alaka...
Annem dönüyordu bugün İstanbul'dan, onu karşılamaya gittim. Bir yarım saat erken gitmişim, kulağımda ipod'um (hahahaaa muzo'dan öğrendim bunu da :D), öyle gelen geçeni izledim. Sonra farkettim ki hastasıyım bu otogar olayının. Sadece bekliyorsun ve hiçbir şey yapmıyorsun ve otobüsün gelişine dair hiçbir şeyi etkileyemiyorsun ya, sadece kulağındaki şarkıya ya da kafandaki düşünceye konsantre oluyorsun... Mükemmel bir durum. Size oldu mu bilmem ama ben bazen içimden, ah şu otobüs bir 15 dakika daha geç gelse dediğim bile oldu benim :D
Tabii 2 adım ötemde durup bön bön suratıma bakan amcalar teyzeler ayrı bir neşe kaynağı...
Perşembe, Eylül 13, 2007
Rock 'n Coke '07
Çok şeyler yazanlar, şöyle coşkulu böyle şahane geçti diyenler oldu gazetelerde, ben de 1-2 ekleme yapmadan geçemeyeceğim...
Yalan!
Pek de coşkulu değildi Rock 'n Coke. Özellikle gündüzleri bu sefer nerdeyse kimse yoktu festival alanında. Önceki senelere göre ıssızdı bile denebilir. Rahatlıkla oturacak yer bulmak, bira ya da CardRock sırasında beklememek gibi güzel özellikler de zaten az kişinin gelmesiyle sağlandı.
Ha, coşkusuzdu diye kötü müydü festival? Hayır. Organizasyon yine tıkır tıkır işliyordu. Konserler geç kalmadı. Yiyecekler, tuvaletler, duyduğuma göre kamp alanı her şey güzel ve yerindeydi. Grupların biraz vasat olduğu bir gerçekti. Özellikle gündüz çıkan isimler biraz hayal kırıklığıydı ama Within Temptation, Badly Drawn Boy (sevenine), Manic Street Preachers ve Chris Cornell gerçekten mükemmeldi.
Smashing Pumpkins rezaletti, öldürdü herkesi. Franz Ferdinand'ın headliner olması büyük ayıptı. Eğlendirmiş olsalar da insanları, 2 albüm, kirli bir tonla nereye kadar bilinmez... ve festivalin en büyük fiyaskosu, Teoman Rashit birleşimiydi. Geber Teoman diye bağırdık ama duymadı herhalde...
Burada özellikle dikkat çekilmesi gereken 2 konser var.
Her ne kadar son albümünü hiç sevmemiş olsam da Manics gerçekten çok başarılıydı. Sıkı bir rock grubu gibi cazur cuzur ve gümbür gümbür çaldı adamlar, helal olsun... Muhtemelen, Türkiye'de sadece 300 tane albüm satmalarına rağmen binlerce kişinin şarkılarına eşlik etmelerine de şaşırmış olsalar gerek...
Bütün festivalin en önemli bombası, verilen 100-120 milyonun tamamını hakeden isimse Chris Cornell'di. Son albümünü (çoğunlukla) beğenmemiş olmam kapsamında, "No Such Thing"le başlayan konsere, arka sıralardaki izleyiciler olarak başladık. İpek'in arkadaşı Graspop'da izlemiş rezaletti demişti. Internet'ten kayıtlarını bulmuş, süper detone hallerine üzülmüştük. Zannetmiştim ki, koskoca Chris Cornell yine söyleyemeyecek şarkıları, rezil olacak...
Güzel başladı konser, grup kıpır kıpır canlı gençlerden oluşuyor. Keyifli vakit geçirilecek bir konser olacak demiştim içimden. Taa ki ikinci şarkı başlayana kadar. Kafadan, Outshined'a girmez mi Cornell!!
Beynimden vurulmuşa döndüm. Soundgarden günlerinin en özel şarkılarından biri bence. Ve herif çatır çutur çalıp söylüyor... Kameralarla oynayan, izleyiciyle süper sempatik bir ilişki kuran, sahnenin hiç gidilmemiş köşelerinden gülücükler dağıtan Chris Cornell tam anlamıyla kalbimizi kazandı ve arkasından gelecek Smashing Pumpkins'i sildi sahneden.
"if you know this song sing it with me, if you don't know the song.. sing something." demiştir sahneden, You Know My Name'e "What's my name" sorusu ve binlerin "Chris Cornellll" çığlıklarıyla girmiştir. En bombasıysa son şarkıdır. "If you want Spoonman make some noise!!!" ve yaptık da galiba yeterince.
Spoonman'le bitti konser, gitarist 100 tane pena dağıttı, saçtı adeta. Penaları bitince, ekipten birileri yandan pena fırlattı, bizimki çalarken havada tuttu, bize pasladı... İnanılmazdı...
Doesn't Remind Me, Black Hole Sun, Show Me How To Live, Billie Jean, Arms Around Your Love ve bir sürü bir sürü çaldı... 1 saatlik konser 1 hafta sürdü sanki :)
Ben hayatımda böyle bir coşkuyu, çok az konserde yaşadım. Paris'teki Iron Maiden deneyimime bile yakındı diyebilirim...
Chris Cornell, İstanbul'daki o bir grup insana, neden 90'ların ve günümüzün en önemli seslerinden biri olduğunu kanıtladı. Neden görüldüğü anda önünde çömelip "We're not worthy" denmeli kanıtladı. Yaşayan bir efsane olduğunu kanıtladı...
Çok büyüksün Chris Cornell, artık 2 hafta öncesine göre daha mutlu ölebiliriz...
Çarşamba, Eylül 12, 2007
ODTÜ'lü olmak...
Bir daha düşünün...
Radyo ODTÜ'de, "Hayatın Renkleri" isimli, eşcinsellerin toplumun her alanında karşılaştığı ayrımcılık özelinde, temelde ülkemizde insan haklarının "durumu" üzerine bir program yayınlanmaya başladı 2 hafta önce. ODTÜ Endüstri Mühendisleri'nin üye olduğu bir mail-list'te dönen maillerden seçkiler...
------------------
"Bu hafta gazetede Radyo ODTU de Pazar gunleri escinsellerin yayın yapacagi bir zaman dilimi olacagina dair yaziyi okudum. Parasi olanlarin cogu cocugunu Bilkent'e ,Sabanci' ya, Koc'a, Bogazici' ne gondermeye; ODTU'yu tercih etmemeye basladi. Bahsi gecen yayin baslar birde populer olursa, parasi olmayanlarda ''ibne okuluna cocukmu gonderilirmis'' deyip cocugu ODTU haric ilk universiteye sag salim ulastirmanin mutlulugunu yasarlar. ....."
K. T. ' 81
--------------
"Biraz daha anlatayim. Ben bu isin veba veya kolera benzeri bir hastalik olarak nitelendirilmesinin uygun olacagini dusunuyorum. Kimsenin tercihi beni ilgilendirmiyor.Fakat bu tercihin reklaminin yapilmasina ve bunun siradan birsey gibi yutturulmasina karsiyim.
...
Bunlara bol reklam, ol kahraman muamelesi cekilmemeli. Alemin marifeti kendine, sayet ODTU radyo rektorlugun bunyesinde ise bu isin reklamini yapmak ODTU radyonun neyine."
K. T. ' 81
--------------
"K. Bey, goruslerinizde haklisiniz. Ama bence veba ya da kolera fazla olmus, ben sadece ozurlu muamelesi yapilmasini uygun buluyorum.
...
Y. '78
-------------
Hayır! Yanlış okumuyorsunuz... Bunları söyleyip, çeşitli temellere dayandırp, savunmaya da devam ediyorlar "fikir"lerini!
Olayı açmak hiç istemiyorum. Programı dinlememiş olduklarını söylemeye gerek bile yok. "Programda gay'lik harika bir şeydir, karşı cinste bulamadığım mutluluğu hem cinsimde buldum, herkese tavsiye ederim" denmediğini de heralde tahmin ediyorsunuzdur. 6 aylık bir anket çalışması sonrası, toplanan verilerle yola çıkılıp, yazarlar, gazeteciler, sanatçılar, profesörler vs. birçok önemli isimle yapılan röportajlarla, aylar süren bir çalışma sonucunda hazırlanan bir programa dair görüşlerine bak insan"sı"ların...
Yorum yok, "Allah" beyin vermeyince vermiyor...
Pazar, Eylül 09, 2007
Aşure '07
Hehe, artık yaşımızı da gençleştirmeye çalışıyoruz ya, helal olsun :)
Buraya tıklayarak (Flickr) bakabilirsiniz fotoğrafların tümüne, amaa birkaç örnek...



Toshiba bilgisayar...
Siyah bir inci yani adeta :) Tasarım harikası! Haaa içine Vista kurmuşlar, bir sürü de yardımcı programlar kurmuşlar mıçmışlar ama aletin tümü bir harika... Anıl Doğan görse valla Mac almaktan vazgeçerdi :p
Çok yaşa TOSHIBA!!!
Cumartesi, Ağustos 11, 2007
Ipod ve Kur'an
Vatan Gazetesi'nden alıntıdır! (http://www.haber3.com/haber.php?haber_id=268454)
--------------------
Prof. Süleyman Ateş, Kuran-ı Kerim yüklenen iPod’ların kullanımına ilişkin tavsiyelerde bulundu.
Ateş “Eğer o iPod’da klasik Türk musikisi ve tasavvuf müziği varsa aynı alete Kuran-ı Kerim’in eklenmesinin bir sakıncası yok. Ama insanları şehvete kışkırtan, dine aykırı müzikler varsa aynı cihaza Kuran-ı Kerim’i yüklemeyi doğru bulmam. Çünkü Kuran’a saygısızlık olur. Biri şehvete diğeri ruhaniyete sevk ediyor. Cihaz bozulduğunda ise bir yere gömmek ya da yakmak gerekir. Çünkü Hz. Ömer zamanında da yıpranmış mushaflar (Kuran’ın kopyaları) yakılmış. Bu nedenle çöpe atılmamalı, saygı gereği yakılmalı. Kuran’a saygı bunu gerektirir.”
---------------------
Yorumsuz :)
Cuma, Ağustos 10, 2007
6. Gün, World Health Organization
Neyse, o zaman okuduklarımızla yetinmiyoruuuz ve ODTÜ'de öğrendiğimiz bilgiyi arama yeteneğimizi kullanıyoruz: google!
World Healt Organization'ın içme suyu değerlerine göz atmaya karar verdim, bugün Gökçek bu değerlere atıfta bulunuyordu, acaba tamamen atıyor mu diye merak ettim. Birkaç rakam da var aşağıdaki bölümde ama, Kızılırmak suyu bize geldiği şekliyle, sadece içindeki çözünmüş kimyasal maddelerin oranına bakarak, içildiği takdirde zararsız bir su. Ancak, içmek için de büyük cesaret gerektirecek. Çünkü içindeki maddeler, hem suyun tadını hem de kokusunu fazlasıyla bozacak. Ancak bu maddeler insan sağlığını bozacak seviyede değil... Ha tabii biyolojik değerleri, bakteri vs. oranını tabii ki bilemiyoruz...
KMO'nın değerlerinin hepsini araştırdım, sadece bu üçü hakkında genel bilgiler bulunuyor.
--------------
Sulfate (Kızılırmak'ta: 337 mg/litre)
Kimya Mühendisleri Odası'nın açıklaması...
----------
Son söylenecek sözü, DSİ tarafından 2005 yılında hazırlanan bir rapordan kelimesini değiştirmeden aktararak en baştan söylemek yerinde olacak:
“Kızılırmak Nehrinin doğal yapısı itibariyle klorür, sülfat ve sertlik değerleri çok yüksektir. Bu parametreler içme ve kullanma açısından çok önemlidir ve ileri arıtma teknikleri kullanmadan düşürmek mümkün değildir...
Mikrobiyolojik ölçüm sonuçları da Hirfanlı ve Kesikköprü Barajları sularının bakteriyolojik açıdan kıta içi II. sınıf su kalitesinde olduğu ve içme suyu olarak kullanılamayacağını göstermektedir.
Ankara için içme, kullanma suyu planlamalarında bu durumlar göz önüne alınarak varsa Kızılırmak dışındaki seçeneklerin tekrar değerlendirilmesinin yararlı olacağı sonucuna varılmıştır.”
... Su sertliğini belirleyen ve içme, kullanma sularının bu bakımdan kalitesi hakkında önemli birer gösterge olan anyon ve katyon ölçümleri aşağıda gösterilmektedir. Örneğin Kesikköprü suyundaki klorür miktarı, Ankara şebekesine şu anda verilmekte olan sudan 40 kat fazladır. Sülfat miktarı 22 kat, kalsiyum miktarı 5 kat daha fazladır.
Parametre (mg/L) | İvedik Giriş (ASKİ web sayfası) | İvedik Çıkış (ASKİ web sayfası) | Kesikköprü |
Klorür (Cl-) | 6 | 8 | 239 |
Sülfat (SO4=) | 15 | 20 | 337 |
Bikarbonat (HCO3-) | 104 | 89 | 138 |
Sodyum (Na+) | 7,5 | 8,3 | 157 |
Potasyum (K+) | 3,1 | 3,3 | 6 |
Kalsiyum (Ca++) | 22,8 | 24 | 109 |
Magnezyum (Mg++) | 6,32 | 5,83 | 44 |
...Bu iyonların arıtılması için yüksek yatırım ve işletme maliyetleriyle anyon ve katyon değiştiricilerin kurulması gerekmektedir. Nitekim, Kızılırmak üzerinde Kesikköprü Barajından sonra yer alan Kapulukaya Barajından su alan Kırıkkale’nin mevcut arıtma tesisinde, İvedik tesislerinde halen uygulanmayan aktif karbon dozajlaması yapılmasına rağmen, elde edilen su yeterli kaliteyi sağlayamamaktadır. Bu nedenle Kırıkkale Belediyesi yeni yatırım yaparak ileri teknoloji arıtma tesisi kurma kararı almıştır.
Bu suyun kullanımında ısrar edilmesi durumunda ya Ankara Belediyesi yeni bir yatırımla ve elbette gecikmeli olarak bu tesisleri kuracak ve bunun maliyetini Türkiye'nin şimdiden en pahalı suyunu kullanan Ankara halkının faturalarına yansıtacaktır ya da Ankaralılardan ekonomik durumu elverenler içme suyu olarak ambalajlı su satın alacak, çamaşır ve bulaşık makinelerinde katkı maddeleri kullanacak veya evlerine bireysel arıtma üniteleri kuracaktır....
... dezenfektan olarak kullanılan klor, su içindeki organik bileşiklerle kanserojen nitelikte kompleksler oluşturduğu için batı ülkelerinde klorlama yönteminden ozonlama veya ultraviyole ışınla dezenfeksiyon gibi yöntemlere geçilmektedir. Bu teknolojiler de İvedik tesislerinde yoktur ve yeni yatırımla kurulması gerekmektedir. Yoksa, Ankara Belediyesi insanları ya kısa vadede bakteriyel enfeksiyon ya da uzun vadede kanser olma riskiyle karşı karşıya bırakmak zorunda kalacaktır ...
... Gerede Sisteminin maliyeti yaklaşık 240 milyon dolardır. 03.07.1968 tarihli ve 1053 sayılı Ankara, İstanbul ve Nüfusu Yüz Binden Yukarı Olan Şehirlerde İçme, Kullanma ve Endüstri Suyu Temini Hakkındaki Yasa ile bu şehirlerin içme suyu projeleri ve inşaatlarını yapma yetkisi DSİ Genel Müdürlüğüne verilmiştir. DSİ Genel Müdürlüğünün bu yetkiyi kullanabilmesi için o ilin Belediye Meclisinden karar çıkartılması gereklidir. Ankara Büyükşehir Belediyesi Gerede sisteminin ihale edilip yapılabilmesi için bu kararı şimdiye kadar çıkartmamıştır ...
... Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile DSİ Genel Müdürlüğünün bu konudaki yaklaşımı da şüphe uyandırmaktadır. Bu iki kurum durumu bilmesine rağmen gerçeği halktan gizleyerek suç işlemişlerdir. DSİ Genel Müdürlüğünün kendi yürüttüğü çalışmanın aksi yöndeki sonucuna rağmen basın toplantısında kullanılmak üzere Sn. Gökçek’e “Kızılırmak suyunun kullanılmasında herhangi bir sakınca olmadığına dair” yazılı belge vermişlerdir ...
Yaşanan bu gelişmeler sonucunda Ankara Büyükşehir Belediyesi Ankara İçme ve Kullanma Suyu Master Planında 2037 yılından sonrası için düşünülen kaynaklardan birisi olan, diğer kaynaklara göre sıralamadaki yeri neredeyse tercih sırasına göre en sonda bulunan Kızılırmak suyunu devreye sokmuştur ... Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, planlamanın en sonundaki uygulamayı şimdiden gerçekleştirmeyi önemli bir başarı gibi yansıtmaktadır.
Kimya Mühendisleri Odası
Perşembe, Ağustos 09, 2007
5. Gün
Küvet tamamen boş, sarı sularımız da bitmiş. Neyseki bugün ızdırap çekmektense eve geç gelme yöntemine başvurdum. Yemek zaten yok...
Gökçek TGRT haberde, sunucular da ne meymenetsiz tipliymiş, Gökçek parlıyor resmen! haha
Su kesintisinin belediyeyle alakası olmadığını açıklayacağım reklamlardan sonra diye reklam yapıyordu ama can sıkıntısından kapattım dayanamadım. Zaman kaybı...
Gerçi 10 dakika izledim ama, o arada da 5 defa "Allah" 3 defa "Cenab-ı Allah" 2 defa da "Yarab" kelimelerini kullandı. Aaa esas bomba, bir de "Allah su vermezse biz n'apalım diyince, gülüyorlar bana" dedi. Güldüm ben de bir kez daha...
Yazdıklarıma ve yazmak istediklerime bakıyorum da, anlaşılan bugün bir vatandaş olarak üstüme düşen görevi yerine getirmişim. Tıpkı, büyük birader'i sevdiğini kabullenmek gibi. Bugün mutluydum resmen. Susuz "5 (beş)" günü tamamlamıştım evde ama mutluydum işte. Yayında da söyledim hatta, meğer uyguluyormuşum, "Alışmışım" bu haline de şehrimin, nefret ettiğim boktan Ankara'mın... Hem Gökçek ne yapsın canım, bir sürü alt geçit yapıverdi, bu kargaşa niye ki, ameliyat yapılamamışsa onun suçu mu, Allah yaşatacağı varsa yaşatır ameliyat olsun olmasın... Adamcağızın da boşuna günahını aldık, bak anlatıyor, meğer susuzlukla mücadele için hayvan gibi çalışmış...
Sen büyüksün, cezasını sen ver artık, biz yüzünün kızarmasını, özür dilemesini bile sağlatamadık...
Çarşamba, Ağustos 08, 2007
4. Gün
Küvetteki su tamamen bitti denebilir. Sadece küçük bir tuvalet tasının yarısından daha azını doldurabiliyoruz. Bu suyun da yarısıyla ellerimi yıkamayı başardım bugün. Demekki normalde ne kadar israf ediyormuşuz suları, görmüş oldum. Daha 1 hafta önce o tasın tamamını kullanıyordum ellerimi yıkamak için.
Suyumuz yoka yakın olduğu için, eve gelince ayak yıkama, yüz yıkama gibi adetler tamamen ortadan kalktı. Bildiğin pislik içindeyiz.
Annem, bugün bir arkadaşından su almaya gitti. Depolarındaki son su damlalarını da bizim kovaya almış muhtemelen. Su sarı! İnsan elini soksa eriyebilir. Sadece tuvalete dökebileceğiz bu suyu ama çiş mi daha kötü kokar bu su mu bilemiyorum...
Bugün, yıllardır birlikte yaşadığım anneannemin ağzından ilk defa "kıç" kelimesinin çıktığını duydum. Annem ve benim öfkemle şu Gökçek'i nasıl öldürebiliriz planları yaparken, halk bugün neler yaptı ne protestolar ama anca kıçına konuşabiliyorsun adamın dedi :) Canım, o da sinirlendi, bütün gün evde tabi kolay değil...
Bugün akşam yemeğinde, kahvaltı tabağı var. Yemek yapamıyoruz, yapınca çünkü tencere filan da kirleniyor malum, onu yıkamaya da harcayacak suyumuz yok. Kaldırıp suların gelmesini bekleyeceğimiz bir yer, hiç yok.
Bugün akşam 20.30 gibi işten dönerken, yüzüncı yılın sikik parkını sulayan bir tanker gördüm. Bütün gecemin içine edecek bu görüntü eminim, ama neden durup iki küfretmedim bilmiyorum. Sanırım yarın akşam, Ankara çevresinde çim sulayan tanker avına çıkıcaz elimizde damacanalarla ve adamların çimlere akıttığı suları, popomuzu yıkayabilmek için çalmaya çalışıcaz.
Sinir denen şey işte böyle, üst üste katlanıyor.
Yarının planını yaptım, açıklıyorum :)
7.00 = uyanış
7.30 = ODTÜ Stadyumu
7.30 - 8.30 = sinirleri boşaltmak için koşu vs.
8.35 - 8.38 = ODTÜ Baraka Spor Salonu'nda soğuk duş
9.00 = Radyoya varış
9.00 - 9.30 = 153 Alo Belediye'ye çeşitli küfürlerle güne hazırlık
Perşembe 22'de, Melih Gökçek TGRT Haber'e çıkıp susuzluk konusunda konuşacakmış. Beni duyabilirsiniz o programda Gökçek'e küfrederken.
Birlik olup bir şeyler yapmalıyız, ama ne?
Salı, Ağustos 07, 2007
Patlamaların sebebi...
“Su verildiğinde borunun içindeki hava suyun önünden ilerler gider, bu havayı dışarı atmamız gerekiyor. Onu da bundan sonra emniyetli biçimde yapacağımızı tahmin ediyorum” diye konuştu.
...yapacağımızı "tahmin" ediyorum. "..."
Tam emin olmamakla birlikte, bu bahsedilen konunun ve boru patlama sebebinin adı İngilizce'de "water hammer" olarak geçiyor (sanırım Türkçesi "su koçu"). Meraklısına, wikipedia linki...
Kısaca, suyu çok ani ve hızlı açar ya da kaparsanız, suda şok dalgaları oluşur ve bu dalgalar borular ya da vanalar vs. üzerine basınç (tersi durumda vakum da olabilir bu) uygular. Bu basınç yer altındaki beton boruları ister 25 yıllık ister 2 yıllık olsun patlatabilir (tersi durumda implode). Aslında, temel olarak bu şok dalgaları, ne kadar yavaş kapatırsanız kapatın yine de oluşur, ama yavaş kapama durumunda oluşacak basınç farkı çok daha az olacağı için hata zarar vermez.
Bir vananın hangi hızla açılıp kapanması gerektiği, Makine Mühendisliği okuyan her öğrenciye, akışkanlar dersinde gösterilir ve hatta bir ara-sınavda bir de finalde sorusu çıkar. Bu denklemler zorlansa elle çözülebildiği gibi (bazı varsayımlarla tabii ki), sadece bu iş için yazılmış bilgisayar programları vardır (water hammer software tadında). Bunu kurarsın ana istasyonlardaki bir bilgisayara (ya da standartta zaten ne hızla açman/kapaman gerektiği talimatlarla belirtilmiştir) ve suyu o hızla açar/kaparsın. Ama cahilsen, bilgisizsen, lönk diye çevirirsin vanayı, ve 2 günde 3 boru patlatırsın.
Helal olsun Melih Gökçek, amcanın oğlu olsun, karının yeğeni olsun da, bilgisiz olsun önemli değil di mi? Mühendise ne gerek var... Evinde 2 gün yetecek su deposu olduğunu söylemiştin, acaba 3. günde bir tanker gelecek mi sizin sokağa şans eseri?