İçinde Paris ve aşk (sevgi) geçen 18 kısa filmin birleşiminden oluşuyor film, merak edip de gitmeyi düşünürseniz aklınızda olsun, bir tam film değil yani karşınızdaki...
En son Resfest ardından, oturup 2 saat kısa film izleme durumunun hastası olduğumu farkettim. Bu anlamda Paris, Je Taime de hiç dena değil. Bazı filmler çok sıradan olsalar da, Paris'i Fransızca'yı sevenler için birebir :)
En beğendiğim bölüm, farkında olmadan Alexander Payne'inki oldu. Ki, Payne Sideways'in yönetmeni olarak bir numaralı idolüm! :D
Payne'in filmi henüz yok Youtube'da ama ikinci ve üçüncü favorilerimin linkleri karşınızda...
Bu Tom Tykwer'ın filmi. Tam kendine uygun olmuş... Ne yazıkki oğlanın konuşmalarının bir bölümü Fransızca, ama çok da önemli değil ne dediği ;P böööö İngilizcesini bulursak değiştiririz canım aaa :)
Bu daaa Pandomim severlere...
Cumartesi, Mart 31, 2007
Salı, Mart 27, 2007
Kamil Koç'ta reklamlar...
Hastası oldum! :)
Geçenlerde Kamil Koç'la Eskişehir yolculuklarımdan birinde, Kamil amca film gösterimi için başında reklamlar, fragman ve sonra da film giren bir paket hazırlamış, araya da kendi yolkart reklamını filan girmiş. Bizim muavin cd'yi koyup bu reklamları görünce, fir fir fir hepsini ileri sardi, sonra direk filmden başlattı :)
Aklınızda olsun, her ne kadar kurumsallaşmış olsalar da otobüs şirketlerine bu şekilde reklam verilmez daha :))
Geçenlerde Kamil Koç'la Eskişehir yolculuklarımdan birinde, Kamil amca film gösterimi için başında reklamlar, fragman ve sonra da film giren bir paket hazırlamış, araya da kendi yolkart reklamını filan girmiş. Bizim muavin cd'yi koyup bu reklamları görünce, fir fir fir hepsini ileri sardi, sonra direk filmden başlattı :)
Aklınızda olsun, her ne kadar kurumsallaşmış olsalar da otobüs şirketlerine bu şekilde reklam verilmez daha :))
Pazartesi, Mart 26, 2007
Yeni Guns N' Roses...
Axl Rose'dan Slash'e yaptıklarından dolayı kesinlikle nefret ediyorum! İstanbul boğazı'nı nehir diye övmüş olması ayrı bir hıyarlıktır tabii ama yeni bir şarkının kayıtları dolaşıyor ya birkaç haftadır internet çevrelerinde,
!! Better !!
Hastasıyım, duygulu söylemiş hayvan, yakışır...
!! Better !!
Hastasıyım, duygulu söylemiş hayvan, yakışır...
Pazar, Mart 25, 2007
... Bizim Hayatımız
Bizim hayatımız, bizim belirlemediğimiz sınırlarla, daracık kaldırımlarla, şerit şerit yollarla, parlak parlak metal üst geçitler, köprüler, duvarlarına mavi dandirik kuğu figürleri yapıştırılmış dangalak aydınlatmalı boktan alt geçitlerle bölünürken, adamlar yapıyor... Hem de öyle bir yapıyor ki, geriye sadece, sanki içerde bir bomba varmış gibi filmin son sahnesi daha kararmadan salondan kaçan "izleyiciler"in silüetlerine bakan bomboş gözler bırakıyor...
Das Leben Der Anderen...
inanılmaz...
Cumartesi, Mart 24, 2007
Resfest'ten seçmeler...
Geçen hafta içinde Anadolu Üniversitesi Sineması'nda Resfest'in 10.su vardı 3 gün boyunca. Ben ne yazıkki sadece 1 günün 1 seansına, By Design bölümüne katılabildim. Sanırım bu filmler DVD halinde ancak gelecek sene satışa sunuluyor, ama o zamana kadar bekleyemeyeceğim filmler vardı bu bölümde...
İşte onlardan bir miktar youtube seçmesi... Özellikle animasyona meraklıysanız mutlaka izleyin, fırsatınız olur da bir yerde görürseniz mutlaka dvd'sini alın, bulursanız bir de bana alın :D
Blissful
Grandaddy - Jed's Other Poem
90 Degrees
Post It
Bendito Machine
Park Foot Ball
İşte onlardan bir miktar youtube seçmesi... Özellikle animasyona meraklıysanız mutlaka izleyin, fırsatınız olur da bir yerde görürseniz mutlaka dvd'sini alın, bulursanız bir de bana alın :D
Blissful
Grandaddy - Jed's Other Poem
90 Degrees
Post It
Bendito Machine
Park Foot Ball
Cuma, Mart 23, 2007
Alkollü Fotoğraflar...
En son yaptığımız sınıf yemeğinden hiç fotoğraf yüklemediğimi farkettim, 3 özel fotoğrafla koleksiyonlarımız şenlensin efenim... Delikanlı / sarhoş Vefik ve Evren, ışıklı / sarhoş Meltem veee bardağının dibindeki maydonozla dikkat çeken / sarhoş anıl :D
Dahası gelecek efendim, amaaa haydi yine rakı içelim... :D
Dahası gelecek efendim, amaaa haydi yine rakı içelim... :D
Perşembe, Mart 22, 2007
Ankaramda wireless
Haha wireless'ta son nokta!
Ankara'nın her yeri wireless kaynarken bir benim evimin çevresinden yok diye dertleniyordum, Eskişehir'e gidiyordum. Öğleden sonranın ödevini yapayım diyerek, daha yolun hemen başında açtım "dizüstü bilgisayarımı" :) Yaklaşık olarak Koru Sitesi'nin oralardan geçiyorduk biraz daha ilerlemiştik ve bilgisayarım 5 tane wireless bağlantı buldu! Yuh dedim yani :)
Millet arabayla işe giderken bağlanacak internete nerdeyse, bizim de eve yakın bi tanecik wireless yok kardeşim bu ne biçim iş... :D
Ankara'nın her yeri wireless kaynarken bir benim evimin çevresinden yok diye dertleniyordum, Eskişehir'e gidiyordum. Öğleden sonranın ödevini yapayım diyerek, daha yolun hemen başında açtım "dizüstü bilgisayarımı" :) Yaklaşık olarak Koru Sitesi'nin oralardan geçiyorduk biraz daha ilerlemiştik ve bilgisayarım 5 tane wireless bağlantı buldu! Yuh dedim yani :)
Millet arabayla işe giderken bağlanacak internete nerdeyse, bizim de eve yakın bi tanecik wireless yok kardeşim bu ne biçim iş... :D
Pazar, Mart 18, 2007
Dal - Rüzgar ilişkisi...
2 hafta önceki Eskişehir badana gezimiz sırasında çektiğim fotoğraflara daldım anlamsız bir şekilde, sağolun! Ödeve yapmam gerekiyor ya oyalanıyorum işte...
Neyse,
bu fotoğrafı paylaşmadan yapamazdım. Dahi anlamındaki "de" ayrı yazılır, o başka bir konu tabii ki ama, bu çılgın arabayı, Türkçemize kazandırdığı "birkere" kelimesi, fiyakalı tema cümlesinin sağına ve soluna yapıştırdığı ne üdüğü belirsiz yıldızları ve tabii ki bagajı kapanmıyor olmasına rağmen sağına soluna taktırdığı kanat mıdır rüzgarlık mı denir her neyse o şeyler için tebrik ediyorum...
Neyse,
bu fotoğrafı paylaşmadan yapamazdım. Dahi anlamındaki "de" ayrı yazılır, o başka bir konu tabii ki ama, bu çılgın arabayı, Türkçemize kazandırdığı "birkere" kelimesi, fiyakalı tema cümlesinin sağına ve soluna yapıştırdığı ne üdüğü belirsiz yıldızları ve tabii ki bagajı kapanmıyor olmasına rağmen sağına soluna taktırdığı kanat mıdır rüzgarlık mı denir her neyse o şeyler için tebrik ediyorum...
Uzun boyun eksilerine ek...
Belki dünyanın en uzun insanlarından biri değilim, ama kısa olduğum da söylenemez değil mi? Bu bağlamda en azından benim kadar uzun olan ve muhtemelen benden daha uzun bütün insanların yaşadığı önemli bir sorun dikkatimi çekti bugün:
"Yatağa oturup, sırtını duvara yaslayıp, ayaklarını uzatıp, kitap okuyamaya çalışınca boynun feci şekilde ağrıması!"
Belden yukarı kalan bölümde uzunluğum belli bir seviyenin üzerinde olduğu için, kafamı çok aşağı eğmeden en rahat bulunduğu şekliyle tutarsam eğer, kitabın görüş alanıma girebilmesi için kollarımı kaldırmam gerekiyor. Böyle bir durumda kollarım ağrıyor. Ancak, kollarımı göbeğimi, bacaklarıma vs. yasladığım durumda da boynum fazla aşağı eğildiği için bu sefer de omuzlarım ve boynum ağrıyor...
Çözümsüz bir ikilem, biraz o biraz ağrısın o zaman :)
Ben rahatsız pozisyonuma geri dönüyorum :))
"Yatağa oturup, sırtını duvara yaslayıp, ayaklarını uzatıp, kitap okuyamaya çalışınca boynun feci şekilde ağrıması!"
Belden yukarı kalan bölümde uzunluğum belli bir seviyenin üzerinde olduğu için, kafamı çok aşağı eğmeden en rahat bulunduğu şekliyle tutarsam eğer, kitabın görüş alanıma girebilmesi için kollarımı kaldırmam gerekiyor. Böyle bir durumda kollarım ağrıyor. Ancak, kollarımı göbeğimi, bacaklarıma vs. yasladığım durumda da boynum fazla aşağı eğildiği için bu sefer de omuzlarım ve boynum ağrıyor...
Çözümsüz bir ikilem, biraz o biraz ağrısın o zaman :)
Ben rahatsız pozisyonuma geri dönüyorum :))
Cuma, Mart 16, 2007
Ölüler de Konuşur...
İşte Eskişehir'e gelirken yolda okuduğum kitap :)
Peek tatlı İpekçiğin hediyesi olan dvd paketinin fazladan hediyesi olarak beleşe bu kitabı almıştım AE Yapımcılıktan. Merakla bir açıp ilk cümlelerini okumaya başladım ve okuduğuma inanamadım.
"Bir Adli Tıp Antropoloğunun hikayeleri" diye geçiyor kitap. Aslında esas amaç adamın hikayelerinden olası bir kısa film hikayesi çıkarmak ya da esinlenmekti. Ama, amca sıradan bir doktor olmasına rağmen inanılmaz akıcı bir dille ve oldukça edebi denebilecek benzetmelerle şahane yazmış...
Kendi hayatından bahsediyor, sonra iskelet parçalarından hikayelerine bağlantılar yapıyor, aralarda da ince esprilerle gülümsetiyor isanı. Okudukça okuyor ve duramıyorsunuz...
Küçük bir alıntı aktarmak isterim. Bundan 30-40 yıl önce tıp eğitimi için gerçek insan iskeleti bulmak çok kolay ve ucuzmuş. Hindistan benzeri ülkeler ölülerinin iskeletlerini satarlarmış, ve bunlar inanılmaz kalitede olurlarmış. Daha sonra bu ülkeler imajlarının zedelendiğini düşünerek iskelet ticaretini bırakmışlar ve sonuçta tıp öğrencileri çoğunlukla plastik iskeletlere kalmış. Bugünlerde gerçek insan iskeleti bulunursa 3000-5000 dolar arasındaki değişen bir fiyata sahipmiş. Amca da canınız sıkılır kendinizi kötü hissederseniz bunu hatırlayın, pahalı bir iskeletiniz var demiş :))
Şimdi böyle okuyunca çok komik olmadı galiba ama olsun, o kadar soğuk kanlı bir dille yazmışki yaptığı böyle iğrenç şakalar acaip sevimli duruyor aralarda... İsteyene getiririm kitabı eminim seversiniz :)
Peek tatlı İpekçiğin hediyesi olan dvd paketinin fazladan hediyesi olarak beleşe bu kitabı almıştım AE Yapımcılıktan. Merakla bir açıp ilk cümlelerini okumaya başladım ve okuduğuma inanamadım.
"Bir Adli Tıp Antropoloğunun hikayeleri" diye geçiyor kitap. Aslında esas amaç adamın hikayelerinden olası bir kısa film hikayesi çıkarmak ya da esinlenmekti. Ama, amca sıradan bir doktor olmasına rağmen inanılmaz akıcı bir dille ve oldukça edebi denebilecek benzetmelerle şahane yazmış...
Kendi hayatından bahsediyor, sonra iskelet parçalarından hikayelerine bağlantılar yapıyor, aralarda da ince esprilerle gülümsetiyor isanı. Okudukça okuyor ve duramıyorsunuz...
Küçük bir alıntı aktarmak isterim. Bundan 30-40 yıl önce tıp eğitimi için gerçek insan iskeleti bulmak çok kolay ve ucuzmuş. Hindistan benzeri ülkeler ölülerinin iskeletlerini satarlarmış, ve bunlar inanılmaz kalitede olurlarmış. Daha sonra bu ülkeler imajlarının zedelendiğini düşünerek iskelet ticaretini bırakmışlar ve sonuçta tıp öğrencileri çoğunlukla plastik iskeletlere kalmış. Bugünlerde gerçek insan iskeleti bulunursa 3000-5000 dolar arasındaki değişen bir fiyata sahipmiş. Amca da canınız sıkılır kendinizi kötü hissederseniz bunu hatırlayın, pahalı bir iskeletiniz var demiş :))
Şimdi böyle okuyunca çok komik olmadı galiba ama olsun, o kadar soğuk kanlı bir dille yazmışki yaptığı böyle iğrenç şakalar acaip sevimli duruyor aralarda... İsteyene getiririm kitabı eminim seversiniz :)
Salı, Mart 13, 2007
Kalabak Su'nun memleketi...
Her aranın bir sebebi vardır, Vefizoo Blog'daki bu boşluk ve zannedilen ilgisizliğin de farklı sebepleri var. Yazacak konu yoksunlugu değil, bunların bolluğu esas problem. Yok yok bunu değil de önce şu ana gelişmeleri yazayım derken bu hale geldi, aylar geçti her zamanki gibi...
Neyse, şu anda Eskişehir Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi labında oturduğuma göre, çok uzun yazamayacağım ama bu anda sonraki düşünce ve izlenim uçuşlarıma yol açmak adına küçük bir güncelleme sunmak isterim. Hem size hem kendime...
Eskişehir'de bir ev tuttum. Sevgili Murat sağolsun süper bir ev sahibi olmasına rağmen insanın kendi evi gibisi yok :) Bir de para harcamaya doyamayan bir kişilik olunca ve aile büyükleri de heves edince sonuç bu oluyor :)
Evim, okulun arka kapısına hızlı yürüyünce 4, yavaş yürünce 6 yani ortalama 5 dakika uzaklıkta. Evden çıkıp bölümüme ulaşmam yaklaşık 13 dakika sürüyor. 9.15 dersi için 8.45'te kalkmak yeterli yani :) Ankara'nın hiçbir köşesinde olmayan bir kolaylık...
Oturduğum yer, 100. Yıl'ın işçi blokları zihniyetiyle yapılmış bir bölümünden biraz daha içeride. İçeri girdikçe köyleşiyor burası. İnsanları çok sevimli, tabii ki aşırı meraklı ve yardımsever... Öğrencileri kazıklamak için yapılmış 1+1 apart'ların birinde en üst katta ve 9 numaradayım, Bahar Apartmanı :=) 2 haftadır, bizimkilerle birlikte evin boya ve temizliğiyle uğraşıyorduk, sonunda bitti. Dışardan bakıldığında, mavi görünen tek oda benim. Diğer evlerdeki öğrenciler hep beyaz :D
Yakında bakkalım, sabahları dolaşan taze köy sütçüm, 2 sokak ilerde çocuk parkım ve tabii ki bütün mahalleyi gün boyu talan eden ve 30 saniye aralıklarla meşhur sinyaliyle hayatı zehir edebilecek Kalabak Su kamyonum var. Sanırım yarın öbür gün belediyeye şikayet mektubu yazacağım :)
Telefon, doğal gaz, elektrik ve su hepsini bağlattım. Canım çıktı resmen, alışmamışım devlet dairelerine ya, neyseki Eskişehir küçük ve bütün işler çok çabuk halloluyor...
Maceralarımı yakında anlatırım, garip derslerim almam gereken bir sürü kitaplarım ve her hafta yapmam gereken en az 3 ödevim olduğu için biraz daha öğrenciye benzemeye başladım. ODTÜ Makina'da 5.5 senede sadece 2 kitap aldığım düşünülürse, birikimlerimi sinemaya akıtmaktan hiiiç mi hiç mutsuz değilim. O yüzden varsın para harcıyayım, önemli olan sonsuz iç huzur :))
Neyse, şu anda Eskişehir Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi labında oturduğuma göre, çok uzun yazamayacağım ama bu anda sonraki düşünce ve izlenim uçuşlarıma yol açmak adına küçük bir güncelleme sunmak isterim. Hem size hem kendime...
Eskişehir'de bir ev tuttum. Sevgili Murat sağolsun süper bir ev sahibi olmasına rağmen insanın kendi evi gibisi yok :) Bir de para harcamaya doyamayan bir kişilik olunca ve aile büyükleri de heves edince sonuç bu oluyor :)
Evim, okulun arka kapısına hızlı yürüyünce 4, yavaş yürünce 6 yani ortalama 5 dakika uzaklıkta. Evden çıkıp bölümüme ulaşmam yaklaşık 13 dakika sürüyor. 9.15 dersi için 8.45'te kalkmak yeterli yani :) Ankara'nın hiçbir köşesinde olmayan bir kolaylık...
Oturduğum yer, 100. Yıl'ın işçi blokları zihniyetiyle yapılmış bir bölümünden biraz daha içeride. İçeri girdikçe köyleşiyor burası. İnsanları çok sevimli, tabii ki aşırı meraklı ve yardımsever... Öğrencileri kazıklamak için yapılmış 1+1 apart'ların birinde en üst katta ve 9 numaradayım, Bahar Apartmanı :=) 2 haftadır, bizimkilerle birlikte evin boya ve temizliğiyle uğraşıyorduk, sonunda bitti. Dışardan bakıldığında, mavi görünen tek oda benim. Diğer evlerdeki öğrenciler hep beyaz :D
Yakında bakkalım, sabahları dolaşan taze köy sütçüm, 2 sokak ilerde çocuk parkım ve tabii ki bütün mahalleyi gün boyu talan eden ve 30 saniye aralıklarla meşhur sinyaliyle hayatı zehir edebilecek Kalabak Su kamyonum var. Sanırım yarın öbür gün belediyeye şikayet mektubu yazacağım :)
Telefon, doğal gaz, elektrik ve su hepsini bağlattım. Canım çıktı resmen, alışmamışım devlet dairelerine ya, neyseki Eskişehir küçük ve bütün işler çok çabuk halloluyor...
Maceralarımı yakında anlatırım, garip derslerim almam gereken bir sürü kitaplarım ve her hafta yapmam gereken en az 3 ödevim olduğu için biraz daha öğrenciye benzemeye başladım. ODTÜ Makina'da 5.5 senede sadece 2 kitap aldığım düşünülürse, birikimlerimi sinemaya akıtmaktan hiiiç mi hiç mutsuz değilim. O yüzden varsın para harcıyayım, önemli olan sonsuz iç huzur :))
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)