Pazar, Kasım 14, 2010
Çarşamba, Eylül 15, 2010
Yeni Blogum!
Istanbul Express, 20 Eylül günü başlıyor. İlk durak Estonya, Tallinn olacak. Bu süreç içinde her türlü gelişmeyi ayrı bir blog'a koyayım dedim. Merak edenlere:
http://veftrende.blogspot.com/
http://veftrende.blogspot.com/
Çarşamba, Mayıs 12, 2010
Kuzey Bebek
Devamlı klişe öğütler veren, kendini önemli zanneden sıkıcı büyüklerden olmak istemem ama yeğenimden birkaç küçük isteğim var.
Öncelikle güzel müzik dinlesin, çok katıyım bu konuda. Ne duygulandırırsa değil, iyi müzik dinleyip duygulansın. Eskilere saygı duysun, yenileri takdir etsin.
Sonra galiba en önemlisi kendini sevsin. Canının istediği şeyi, istediği anda söyleyebilecek kadar saygısı olsun kendine ve o kadar da taşaklı olsun. Ama öyle arkasını sağlama alaraktan taşaklı değil, maddi hiçbir şeyi kaybetmekten korkmadan, gerekirse tekrar kazanacak, gerekirse de çekip gidebilecek gücü kendinde bularak taşşaklı olsun.
Mutlaka bir enstrüman çalsın, ortalama da olsa onu hiç bırakmasın.
Çok okusun. Hatta gözleri bozulacak kadar çok okusun. Bilsin.
Sinemaya, sanata merak duymasın! Sadece izlesin :) Ama iyi filmler izlesin, devamlı çer çöple zamanını öldürmesin. Aslında bütün sanat dallarına böyle yaklaşsın.
Allaha filan inanmasın. Onun için çalışmasın, hayatına yön filan vermesin.
Kendini diğer insanlar gibi, diğer insanları kendi gibi görsün. İnsanları değil, yaratılarını, eserlerini yüceltsin yani gözünde. Mükemmel tadında bir film izleyince, şahane bir nakarat duyup kusursuz bir solo farkedince, daha iyi anlatamazdım diyeceği bir cümle okuduğunda, yaşadığı ve o duyguyu hissedebildiği için kendini şanslı hissetsin, mutlu olsun.
Gözleri dolduğunda kimselerden saklamasın yaşları. Kimselerden kaçırmasın gözlerini, esirgemesin nasıl hissettiğini.
Dünya tatlısı yeğenim, ailesini asla yargılamasın, kararlarını yaptıklarını aşağılamasın. Onlardan neşesini, enerjisini, gülümsemesini, sevgisini esirgemesin. ve Kuzey aslında kendini de yargılamasın. İnsan olduğunu, hata yapabileceğini, sonların, başlangıçların, acıların, yaraların da büyük resmin bir parçası olduğunu unutmasın.
Yeğenim çok gülsün, çok ağlasın, hayatının her anında başka bir yerde başka bir şey yapıyor olmayı isteyip o anından da mutlu olsun. Çok şeyler yaşasın, hepsi güzel olmasın belki ama hiçbirinden pişman olmasın.
Bir avuç iyi dost edinsin kendine, her şeyini paylaşsın onlarla. Bir de güzel bir kadına aşık olsun. Keşke.. Yaşadığı her anı onunla paylaşmak, onunla ortak olmak istesin. Hiç korkmasın sevmekten, kalbini geçmişte bir olaya bırakıp kalmasın.
ve tabii ki Kuzeycik, dayısını çok sevsin...
Öncelikle güzel müzik dinlesin, çok katıyım bu konuda. Ne duygulandırırsa değil, iyi müzik dinleyip duygulansın. Eskilere saygı duysun, yenileri takdir etsin.
Sonra galiba en önemlisi kendini sevsin. Canının istediği şeyi, istediği anda söyleyebilecek kadar saygısı olsun kendine ve o kadar da taşaklı olsun. Ama öyle arkasını sağlama alaraktan taşaklı değil, maddi hiçbir şeyi kaybetmekten korkmadan, gerekirse tekrar kazanacak, gerekirse de çekip gidebilecek gücü kendinde bularak taşşaklı olsun.
Mutlaka bir enstrüman çalsın, ortalama da olsa onu hiç bırakmasın.
Çok okusun. Hatta gözleri bozulacak kadar çok okusun. Bilsin.
Sinemaya, sanata merak duymasın! Sadece izlesin :) Ama iyi filmler izlesin, devamlı çer çöple zamanını öldürmesin. Aslında bütün sanat dallarına böyle yaklaşsın.
Allaha filan inanmasın. Onun için çalışmasın, hayatına yön filan vermesin.
Kendini diğer insanlar gibi, diğer insanları kendi gibi görsün. İnsanları değil, yaratılarını, eserlerini yüceltsin yani gözünde. Mükemmel tadında bir film izleyince, şahane bir nakarat duyup kusursuz bir solo farkedince, daha iyi anlatamazdım diyeceği bir cümle okuduğunda, yaşadığı ve o duyguyu hissedebildiği için kendini şanslı hissetsin, mutlu olsun.
Gözleri dolduğunda kimselerden saklamasın yaşları. Kimselerden kaçırmasın gözlerini, esirgemesin nasıl hissettiğini.
Dünya tatlısı yeğenim, ailesini asla yargılamasın, kararlarını yaptıklarını aşağılamasın. Onlardan neşesini, enerjisini, gülümsemesini, sevgisini esirgemesin. ve Kuzey aslında kendini de yargılamasın. İnsan olduğunu, hata yapabileceğini, sonların, başlangıçların, acıların, yaraların da büyük resmin bir parçası olduğunu unutmasın.
Yeğenim çok gülsün, çok ağlasın, hayatının her anında başka bir yerde başka bir şey yapıyor olmayı isteyip o anından da mutlu olsun. Çok şeyler yaşasın, hepsi güzel olmasın belki ama hiçbirinden pişman olmasın.
Bir avuç iyi dost edinsin kendine, her şeyini paylaşsın onlarla. Bir de güzel bir kadına aşık olsun. Keşke.. Yaşadığı her anı onunla paylaşmak, onunla ortak olmak istesin. Hiç korkmasın sevmekten, kalbini geçmişte bir olaya bırakıp kalmasın.
ve tabii ki Kuzeycik, dayısını çok sevsin...
Salı, Mart 09, 2010
The Escape
THE ESCAPE
Inspired by a lovely short story by Rainer Maria Rilke, "The Escape" is a student project written, directed, produced and edited by Vefik Karaege between December 2008 and March 2010.
All the crew and equipment were from Film Academy Of Miroslav Ondricek in Pisek, Czech Republic.
Hope you enjoy it...
---------------
Anna - Yia-Wei Huang
Ricci’s Mom - Anna Belarova
Cinematography - Iain Norman
Assistant Director - Coleman Hall Richardson
Production Assistant - George Khechuashvili
Producer - Vefik Karaege
Writer / Director / Editor - Vefik Karaege
Music
E.S.T. - Ballad For The Unborn
Nick Drake - Way To Blue
Additional Music
Alter Bridge - Come To Life
Unlu - Estarabim
Scott McKeon - I Can't Take No More
Rory Gallagher - BAd Penny
Agua de Anique - The Day After Yesterday
Special Thanks To
Ipek Karabiber
Eirik Wiklund
Anna Belarova
Vladana Tercova
Antonio Riestra
Jeremy Willis
Veronika Finkova
Karaege Family
Film Academy Of Miroslav Ondricek in Pisek (FAMO)
Filmed On Location in Pisek & Putim, CZ
Kara Films @ 2009
Pazar, Eylül 20, 2009
Myspace ve Last.fm
Çarşamba, Eylül 09, 2009
Facebook Status'leri
Yaa bu facebook'da status update etmek ne eğlenceli bir şeymiş :) Ama geçici oluyor ne yazıkki. Buraya yazıyim bari nispeten kalıcı olsun. ntvmsnbc sayfasina insanlar yorumlar yazmislar, içlerinde ilk defa hoşuma giden bir tane oldu:
"Pabucumun Kültür Başkenti"
Herhalde yazan kişi başka bir şey demek istiyordu da, ya terbiyesi el vermedi, ya da bu deyimi bilmiyordu. Olsun ben onun yerine söyliyeyim:
"Kıçımın Kültür Başkenti"
Ya daa, çok sevdiğim ingilizce bir terimi kullanabilirim bu söz yerine:
"Kültür Başkenti my ass"
:D kıh kıh
"Pabucumun Kültür Başkenti"
Herhalde yazan kişi başka bir şey demek istiyordu da, ya terbiyesi el vermedi, ya da bu deyimi bilmiyordu. Olsun ben onun yerine söyliyeyim:
"Kıçımın Kültür Başkenti"
Ya daa, çok sevdiğim ingilizce bir terimi kullanabilirim bu söz yerine:
"Kültür Başkenti my ass"
:D kıh kıh
gecegece
Çok sevgili gecegece, uzun zamandır kapandıkları stüdyodan dışarı birkaç şarkı bölümü çıkarmış. Myspace'lerinde dinlerken, öyle bir hatırlatıyim dedim size de.
Albüm kapakları bile hazır, statüsleri de mastering olduğuna göre, galiba 1-2 ay içinde albümü alıp, dinlemeye başlayabiliriz gibi. Ancak, tabii nerdeyse en eski hallerine, yaklaşık 2 yıldır aşina olan bizler sanki bu yeniden kaydedilmiş ve düzenlenmiş hallerine zor alışabiliriz gibi. Bakalım...
Albüm kapakları bile hazır, statüsleri de mastering olduğuna göre, galiba 1-2 ay içinde albümü alıp, dinlemeye başlayabiliriz gibi. Ancak, tabii nerdeyse en eski hallerine, yaklaşık 2 yıldır aşina olan bizler sanki bu yeniden kaydedilmiş ve düzenlenmiş hallerine zor alışabiliriz gibi. Bakalım...
Pazartesi, Eylül 07, 2009
True Blood
Daha önce burada bahsetmemiştim galiba. Lost'a ve Grey's'e olan ilgimi kaybedince ve bir de üstüne Çek Cumhuriyeti'ndeki nispeten boş günlerim gelince, yeni dizi arayışlarım True Blood'la sonuçlanmıştı.
Güneyli bir Vampir hikayesi kısaca True Blood. Vampirlerle kısıtlı değil tabii sadece, mitolojiden bilindik efsanelere kadar birçok insanüstü canlı bir arada, gerek aşk, şehvet, nefret, gerekse uyum içinde takılıyorlar.
Alt metinde ayrımcılığa dem vuran dizi, bariz miktarda cinsel şehvetini kullanarak da insanı kendine bağlıyor kabul etmek lazım. Malum dizinin yaratıcısı Alan Ball yani Six Feet Under'ın arkasındaki isim. Başrol Anna Paquin'le Stephen Moyer arasında öyle bir elektrik var ki, gerçekten etkileyici.
Ama dizinin bu cinsel gerilimden çok daha fazlası var. Galiba en çok hoşuma giden şey, karakterlerin ve olayların ve karakterlerin bu olaylara tepkilerinin saçmalığı. Ne bileyim, baş karakterin bölüm sonu canavarını avlamaya giderken, kolundan çantasını eksik etmeyişi ya da kafasına dal tutturup dünyaya inen tanrı taklidi yaparak kötüleri kandırmaya çalışmalar filan... Bilemiyorum, ilk başlarda 1 saat olduğu için süresi biraz canımı sıkmıyor değildi ama artık kabul etmiş durumdayım, müptelasıyım.
Son bir ek, dizinin açılış jeneriğinin de True Blood'a bağlanmama büyük katkısı oldu. Mükemmel bir tasarım, kolaj, çarpıklık ve düzensizlikte... Helal olsun :) İşte bu da dizinin ana şarkısının, diziden görüntüler ve jenerikten birkaç alıntıyla oluşturulmuş klibi. Sonundaki fox reklamından dolayı çok sinirliyim :D Bu arada dizinin izleyici sayısını 1.4 milyondan 5.3 milyona çıkarmış olduğunu da ekleyeyim.
I Wanna Do Bad Things With You!
Güneyli bir Vampir hikayesi kısaca True Blood. Vampirlerle kısıtlı değil tabii sadece, mitolojiden bilindik efsanelere kadar birçok insanüstü canlı bir arada, gerek aşk, şehvet, nefret, gerekse uyum içinde takılıyorlar.
Alt metinde ayrımcılığa dem vuran dizi, bariz miktarda cinsel şehvetini kullanarak da insanı kendine bağlıyor kabul etmek lazım. Malum dizinin yaratıcısı Alan Ball yani Six Feet Under'ın arkasındaki isim. Başrol Anna Paquin'le Stephen Moyer arasında öyle bir elektrik var ki, gerçekten etkileyici.
Ama dizinin bu cinsel gerilimden çok daha fazlası var. Galiba en çok hoşuma giden şey, karakterlerin ve olayların ve karakterlerin bu olaylara tepkilerinin saçmalığı. Ne bileyim, baş karakterin bölüm sonu canavarını avlamaya giderken, kolundan çantasını eksik etmeyişi ya da kafasına dal tutturup dünyaya inen tanrı taklidi yaparak kötüleri kandırmaya çalışmalar filan... Bilemiyorum, ilk başlarda 1 saat olduğu için süresi biraz canımı sıkmıyor değildi ama artık kabul etmiş durumdayım, müptelasıyım.
Son bir ek, dizinin açılış jeneriğinin de True Blood'a bağlanmama büyük katkısı oldu. Mükemmel bir tasarım, kolaj, çarpıklık ve düzensizlikte... Helal olsun :) İşte bu da dizinin ana şarkısının, diziden görüntüler ve jenerikten birkaç alıntıyla oluşturulmuş klibi. Sonundaki fox reklamından dolayı çok sinirliyim :D Bu arada dizinin izleyici sayısını 1.4 milyondan 5.3 milyona çıkarmış olduğunu da ekleyeyim.
I Wanna Do Bad Things With You!
Yahşi Batıymış
Evde fazla boş oturmaya başladım. Tezim için çalışmak isterken hep başka hep başka bir şeyler çıkıyor ne yazıkki...
Yahşi Batı setinden şöyle bir şey yaptım ortaya karışık :) Ömer Faruk Sorak abimiz ve eşine bir Yahşi Batı hatırası. Ne güzel şey şu photoshop, insan hiçbir şey bilmese de internette 2-3 aramayla şöylemesine de olsa bir şeyler yapabiliyor :) O ortadaki alanın kenarlarının sertliğini de bir türlü alamadım yaa sinir oldum :)
Yahşi Batı setinden şöyle bir şey yaptım ortaya karışık :) Ömer Faruk Sorak abimiz ve eşine bir Yahşi Batı hatırası. Ne güzel şey şu photoshop, insan hiçbir şey bilmese de internette 2-3 aramayla şöylemesine de olsa bir şeyler yapabiliyor :) O ortadaki alanın kenarlarının sertliğini de bir türlü alamadım yaa sinir oldum :)
Vodka del Platov
Pisek'teki günlerimizin son ikisinde çekmiştik bunu. Hem Riccardo bir şeyler yapmış olsun diye, hem de eğlence için. Buyrun efendim, Vefik Bey'in ikinci görüntü yönetmenliği denemesi :)
Aslında arka planı bu kadar kaybetmemiştim normalde, ancak sandalyede oturan oyuncumuz 2 günde farklı olunca ve 2 günde farklı renkte pantolonlar giyince en kolay yol, siyah beyaza dönmek gibi göründü. Sonuçta da, yandan yemiş Rembdrandt tipmeleli tek kaynak bir ışıkla, böyle cücük gibi kaldı. Olsun, önemli olan tecrübe :D
Aslında arka planı bu kadar kaybetmemiştim normalde, ancak sandalyede oturan oyuncumuz 2 günde farklı olunca ve 2 günde farklı renkte pantolonlar giyince en kolay yol, siyah beyaza dönmek gibi göründü. Sonuçta da, yandan yemiş Rembdrandt tipmeleli tek kaynak bir ışıkla, böyle cücük gibi kaldı. Olsun, önemli olan tecrübe :D
A video exercise shot at the very last day of school by IFS students in Pisek.
Set on the road to shoot a commercial, then decided to do something to mock the general way they go and ended up with 3 minutes of meaningless fun :) The "making of" video (which doesn't exist) is much more fun anyway, just like 90 percent of all the comedy films available.
Special thanks to our cinematography tutor Antonio Riestra and of course to our actors who were still drunk during the second day of shooting after the finishing party of the previous night. Also many thanks to Film Academy Of Miroslav Ondricek in Pisek.
Be responsible while consuming and "Don't hurt your mouth!" :D
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)